Senin hakkında yazmadım. Seni yazdım.

blankMichael Arndt’a 2006 yılında En İyi Orijinal Senaryo Oscar’ını kazandıran Gün Işığım / Little Miss Sunshine ile harikalar yaratan yönetmen çift Jonathan Dayton ve Valerie Faris’in yeniden bir film çekmesini eminim pek çok kişi sabırsızlıkla bekliyordu. 90’lı yıllarda çektikleri video kliplerle de hatırlanan bu ikiliden tam altı senedir ses seda çıkmıyordu. Artık bu bekleyiş son buldu ve başarılı yönetmenler, senaryosunu Zoe Kazan’ın yazdığı ve aynı zamanda filmin başrollerini Paul Dano, Annette Bening, Antonio Banderas, Steve Coogan ve Elliott Gould ile paylaştığı Ruby Sparks ile izleyicisiyle tekrar buluştu. Hem de ne buluşma! Öyle ki film izleyicilerine “Hayal edebileceğiniz her şey gerçektir.” sözünün canlı bir kanıtını sunuyor ve bir yazarın hayalinde yarattığı bir karaktere can vererek “İdeal sevgili nasıl olmalı?” sorusuna hem duygusal hem de mizahi yönden yaklaşarak ortaya oldukça keyifli bir seyir çıkarıyor.

Başarılı ve bir o kadar da ünlü bir yazar olan Calvin daha 30’una bile gelmediği hâlde yazarların zaman zaman yaşadığı o tıkanma evresindedir ve istediği gibi üretememektedir. Kısa bir süre önce babasını kaybeden, hemen ardından da kız arkadaşı tarafından terk edilen Calvin, bu durumuyla başa çıkmaya çabalarken, bir gece rüyasında bir kız görür ve o kız hakkında bir roman yazmaya karar verir. Oluşturduğu bu karakterin adı Ruby Sparks’tır ve tüm özellikleriyle Calvin’in hayallerindeki ideal sevgilidir. Calvin yazdığı bu karaktere o kadar bağlanmıştır ki, artık gece gündüz, hayalindeki bu kızı canlı tutabilmek için sürekli yazmaktadır. Yaklaşık bir hafta sonra cümleleriyle hayat verdiği bu kızın kanlı canlı karşısında durduğunu gördüğünde ise gerçekten de delirdiğini düşünür ancak Ruby Sparks gerçekten de tam karşısındadır. Başkalarının da onu gördüğünü anladıktan sonra her şeyi bir kenara atar ve hayallerindeki kızla büyük bir aşk yaşamaya başlar. Kendi yarattığı bir kızla ideal aşkını yaşamaktadır ve her şey onun için adeta toz pembedir. Ama bu toz pembe ilişki ne kadar daha bu şekilde sürecektir? Öyle ki tamamen Calvin’in yaratmış olduğu biri olsa bile Ruby, bir yandan da özgür bir iradeye sahiptir ve zamanla ondan sıkılacak ve uzaklaşmaya başlayacaktır. Kendi yarattığı sevgilisinin ondan uzaklaşmasını kabullenemeyen Calvin ise gittikçe kendini kaybetmeye başlayacak, kırılan kalbinin ve yara almış egosunun ona vermiş olduğu hırsla Ruby’nin tamamen ona bağımlı bir hâle gelmesini sağlamaya çalışacaktır. Her yazar kendi kitabının Tanrı’sıdır aslında. Filmdeki Catcher In The Rye’den yapılan alıntı da adeta bunu destekler niteliktedir: “Kurgunun nadir mucizesi tekrar karşımızda. Hayal gücü, kâğıt ve mürekkeğle bir insan daha yaratıldı.” Calvin’de bir yazar olarak bu Tanrı’yı oynama oyununa kendini o kadar çok kaptırır ki, daktilosunda yazdığı her cümle ile Ruby’nin yaptıklarına öylesine yön verir ki, bir noktadan sonra bu yaptıkları onu bile bu Tanrı’cılık oyunundan soğutmayı başaracak, durup kendini ve hayatını sorgulamasına neden olacaktır.

blank

Kadın erkek ilişkilerine farklı bir açıdan bakan ve “kusursuz” eşimizi bulsaydık acaba nasıl olurdu sorusuna mizahi bir yönden yaklaşan Ruby Sparks, hayallerin güzel olduğunu ancak fazla üzerine gidilmemesi gerektiğini de vurgular nitelikte. Sahip olma, kontrol etme ve egolar işin içine girdiğinde bir ilişki ne kadar mükemmel giderse gitsin, nasıl da her şeyin bir anda tersine dönebileceğini trajikomik bir biçimde tanık oluyoruz aslında film sayesinde. Bu noktada hem filmin senaryosunu yazan hem de Ruby’i oynayan  Elia Kazan’ın torunu olan Zoe Kazan’ın başarısını takdir etmemek elde değil. Gerçek hayatta da birlikte olduğu Calvin karakterini canlandıran Paul Dano ile de kimyaları o kadar güzel tutuyor ki, film boyunca onları izlerken, beyazperdeye yansıttıkları kesinlikle göze batmıyor ve hiçbir rahatsızlık vermiyor. Tarzı ve işlenişi bakımından 2006 yapımı Stranger Than Fiction’ı hatırlatan film, belki onun kadar güçlü değil ama izleyiciye hoş bir seyirlikten kat be kat fazlasını vaad ediyor.

Yılın en büyük sürprizlerinden olan ve Little Miss Sunshine’dan sonra tekrar Devotchka parçalarına kavuşmamıza da vesile olan Ruby Sparks, yeni bir 500 Days of Summer vakası yaratmayacak olsa da bence son zamanların en başarılı “feel good movie”lerinden biri olarak hatırlanacak.

blank

Begüm Özdemir

1982 doğumlu yazar ilk sinema deneyimini L’ours (The Bear) filmiyle yaşamış olup Öteki Sinema'da yazmaya 2011 yılında başlamıştır. Sinema yazıları yazmasının yanı sıra dizi ve film çevirileri de yapmaktadır. Ayrıca büyük bir Stephen King ve Queen hayranıdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Repulsion / Tiksinti (1965)

Psikanaliz üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olan Repulsion, insanın

Serbuan maut / The Raid: Redemption (2011)

The Raid fragmanı ve sonrasında yayınlanan klipleriyle neyi hedeflediğini açık