Wes Anderson’dan: Rushmore / Çılgın Liseliler (1998)

17 Ağustos 2013

4379590994_a1c37034fcTürkçeye, Çılgın Liseliler gibi abuk denebilecek bir isimle çevrilen Rushmore, Wes Anderson’ın ikinci uzun metraj filmi.

Karakterleri ve mizahi üslubuyla Anderson’ın sinemasal tarzının sinyallerini verdiği Bottle Rocket’a göre, çok daha iyi bir senaryo ve derinlemesine işlenmiş karakterlere sahip bir film. Öyle ki, Martin Scorsese Rushmore’dan sonra henüz ikinci filmini çekmiş bir yönetmeni varisi ilan ederek Wes Anderson’dan neler beklediğini açıklamış. Sonrasında çekilen The Royal Tenenbaums, The Life Aquatic with Steve Zissou, The Darjeeling Limited, Fantastic Mr. Fox ve nihayetinde Moonrise Kingdom gibi bir şaheser… Öngörü denilen şey böyle bir şey olsa gerek!

Wes Anderson’ı bilen bilir; kendine has bir üslubu, anlatım şekli ve sinema tarzı vardır. Onun filmlerini nerede görseniz hemen tanırsınız… Sarı ve tonlarının ağırlıklı olduğu pastel renkler, 60’lar-70’ler havası, her yerde karşılaşamayacağınız türden karakterler ve enfes müzikler… Anderson, gerçek hayatın içinden durumları, masalsı bir tarzla harmanlayarak önümüze hem lezzetli hem de sunumu güzel bir yemek koyan bir aşçı adeta. Bunun sebebi ise Anderson’ın detaylar konusunda takıntılı olması ve tıpkı Hitchcock gibi daha çok işin zanaat kısmına önem vermesi sanırım.

Rushmore005

Wes Anderson’ın filmlerinde sıklıkla işlediği temalar ise esasen, onun kendi geçmişinden geliyor. Annesi ve babası henüz 8 yaşındayken boşanan Anderson’ın The Royal Tenenbaum’da, kendi ailesi gibi üç çocuklu bir anne babanın boşanmasına değinmesi veyahut Bottle Rocket’da ve Rushmore’da ailesiyle problemler yaşayan karakterleri işlemesi elbette tesadüf değil. Wes Anderson’ın senaryolarında problemli aile yapısı öncelik taşıyor. Hatta Rushmore, yönetmenin baba figürüyle olan sıkıntısının ilk örneği, çünkü filmin başkarakteri Max Fischer, babasının mesleğini herkese olduğundan farklı lanse ediyor ve gerçek babasına fersah fersah uzak olan bir karakterle baba-oğul, arkadaşlık ilişkisi kurmaya çalışıyor. Wes Anderson’ın geçmişinin, Rushmore’la olan bir diğer bağı ise filmin çekildiği lisenin, yönetmenin de okulu olması ve yine Fischer gibi Anderson’ın da okulun tiyatrosunda oyunlar sergilemiş olması… O’nun filmlerinin geçmişiyle en sıkı bağlara sahip olanı ise Rushmore’dan sonra çektiği The Royal Tenenbaums bana kalırsa…

Rushmore003

Max Fischer’a gelecek olursak… Yönetmenin, daha önce bahsi geçen tuhaf, fazlaca olgun ve çokbilmiş karakterlerinden biri Max. Sıradanlığını, liderlik vasfıyla ve her konuya el atma çabasıyla bastırmaya çalışan 15 yaşında, buluğ çağının zirvelerinde dolaşan bir genç. Annesini küçük yaşta kaybetmiş, berber olmasını hazmedemediği için de babasını etrafındakilere beyin cerrahı olarak tanıtıyor. Bu noktaya kadar gayet normal görünen Max’in, farklılığı ise okuluna olan aşırı sevgisi ve ders dışı aktivitelere olan bağımlılığında yatıyor. Çünkü Max’in, kulüp kurucusu olma konusundaki takıntısı o denli bir hal almış ki, derslerine zaman bulup çalışamadığı için, çok zeki bir öğrenci olmasına rağmen sürekli sınıfta kalıyor. Bu yüzden de okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıya. Fakat Max’in hayatını alt üst edecek bir gelişme oluyor ve buluğ çağındaki her genç gibi okuldaki bir öğretmene aşık oluyor. Yalnız Max bu noktada kendisine, annesinin yokluğu sebebiyle, çocuklarla ilişkisi çok iyi olan (anaokulu öğretmeni) ve zaten filmde gördüğümüz ilk andan itibaren ses tonu, konuşması ve görünüşüyle anneye yakın bir portre çizen Miss Cross’u seçiyor. Hem arkadaşı hem de babası gibi gördüğü Herman Blume’un da aynı kadına aşık olmasıyla işler çığırından çıkıyor ve bir rekabetin içerisine giriyorlar. Aslına bakarsanız bu üçlünün ilişkisinden, Ödipal duruma varan bir yasak aşk durumu bile çıkarılabilir.

Rushmore004

Rushmore’da, Max karakterini canlandıran Jason Schwartzman, tam anlamıyla karaktere uygun bir görünüme sahip. Kendi görüntüsünden hoşlanmadığı için biraz ezilmiş, ama bir o kadar da ukala ve o çok çalışkan öğrenci tiplemesine çok uygun. Yıllar sonra, Sofia Coppola’nın çektiği Marie Antoinette filminin 16. Louis’si olan Schwartzman, Anderson’la bu filmden sonra üç kez daha çalışma fırsatı bulan şanslı oyunculardan. Herman Blume karakteriyle kendisine Golden Globe’da En İyi Yardımcı Oyuncu adaylığı gelen Bill Murray ise, Schwartzman’dan daha şanslı, çünkü Wes Anderson’ın tüm filmlerinde Murray’ı görebiliyorsunuz.

Senaryosunu, Bottle Rocket’ta gördüğümüz ve diğer filmlerinde de sıkça karşılaşacağımız Owen Wilson’la birlikte yazan Wes Anderson’ı, Wes Anderson yapacak olan en önemli filmlerden biri Rushmore. Yönetmenin kendine has anlatım tarzını ve mizahi yapısını seviyorsanız, Wes Anderson sinemasının bu mihenk taşını bir an önce izlemelisiniz. Çünkü Max, Wes’i tanımak için büyük bir fırsat!

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

1 Comment Leave a Reply

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The House of the Devil (2009)

The House of the Devil uzun süre akıldan çıkmayacak güzellikte
blank

Zombie Holocaust (1980)

En sevdiğim kötü filmlerden biri olan Zombie Holocaust, kırmızı seven,