Sinemada anlatılabilecek hikâye sayısı çok az olabilir, kabul ediyorum, tüm hikâyeleri birkaç başlık altında toplamak mümkün, peki ya aynı hikâyeyi farklı farklı anlatma imkânı? Bence sinema sanatında bunun bir sınırı yok. Her yıl beylik bir konuda daha önceki hiçbir filme benzemeyen özgün anlatıların ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Safe Place (Sigurno mjesto / Güvenli Bir Yer) bunun güncel ve mükemmel örneklerinden biri.
Filmin konusu bilindik. Genç bir erkek intihar girişiminde bulunmuş. Tedavi altına alınıyor. Sebebini net olarak öğrenemesek de ciddi bir depresyonda olduğu ortaya çıkıyor. Evet, çevresinde onu çok seven, önemseyen insanlar var. Biz bu kişinin hayatındaki son günü izliyoruz. Yüzlerce defa filmi çekilmiş sıradan bir hikâye. Ama Güvenli Bir Yer’i benzerlerinden ayıran şey, bunu anlatma biçimi.
Güvenli Bir Yer’in anlamını filmin ortalarına doğru açık eden simgesel bir açılış sahnesi var. Sarı boyaları yer yer dökülmüş, uzun ve çirkin apartmanların bir mezar taşı gibi başına dikildiği bir ara sokağı görüyoruz. Soluk gökyüzü iki binanın arasından zar zor görünüyor. Havada süzülen parlak bir şeyle top gibi oynayan, biri irice diğeri ufak tefek iki çocuk görüyoruz. Sonra kadrajın sol tarafında yer alan park hâlindeki arabanın ardından bir köpek içeriye doğru kaldırımı katediyor. Apartmandan bir kadın çıkıyor, aynı anda aynı sokağa (kadrajın sağ tarafından) elinde alışveriş poşetiyle bir beyefendi giriyor. Kısa bir anlığına aynı karede bir kadın, bir erkek, iki çocuk, bir araba, bir köpek ve bir apartman dairesi görmüş oluyoruz. İşte size ideal bir aile imgesi (anne, baba, iki çocuk) ve o ailenin olası idealleri (ev, araba, köpek)… Birazdan yavaş yavaş detaylarına hâkim olmaya başlayacağımız trajedinin çok öncesindeki mutlu günleri simgeleyen sade, süssüz ama kusursuz bir açılış sahnesi.
Filmi yazıp yöneten Juraj Lerotic’in görüntü yönetmeni Marko Brdar, set tasarımcısı Jana Plecas ve kurgucu Marko Ferkovic’le olağanüstü bir iş birliği ortaya koyduğunu söyleyebilirim. Film boyunca nefes alma vazifesi gören iki-üç dramatik sahne hariç, klostrofobi hissi vermek için kadrajları alabildiğince daraltmışlar. Karakterler çoğu zaman kısmen gösteriliyor. Uzaktan alınan çekimlerde kameranın görüş açısını kapatan bir duvar, bir kapı ortaya çıkıyor ya da çerçeve kurguda öyle bir kesilmiş oluyor ki karakterin ya omzunu ya bacağını ya da kafasını göremiyoruz. Filmi görsel açıdan derinleştiren bir başka yaklaşım da ayna, cam ve buğulu camların ustaca kullanılışı. Güvenli Bir Yer, yansımalar (zahirî görüntüler) ve silüetlerle dolu bir film. Gerçek olanla sahte olanı harmanlayan, rüyayı andıran bir anlatısı var. Özellikle anne ve abinin Damir’i bir camın ardından izledikleri sahne, çoktan yaşanmış bitmiş bir olaya bakmaya benziyor. Tabii, camlar intihar girişimleriyle de bağlantılı. Ancak genelde camlar ve aynalar bir karakteri olmadığı bir yerde (mesela Damir’in aklında) göstermek (hemşire, anne, abi) veya Bruno’nun bürokrasi ve kardeşinin derdi/durumu arasındaki zihinsel parçalanmışlığına vurguda bulunmak ya da bir karakterin vücudunun belirli bir bölümünü gizlemek (ekran/uzay-dışına atmak) için kullanılıyorlar. Lerotic’in izleyicide bir tür noksanlık hissi uyandıran bu tercihleri, bürokraside gün boyu defalarca şahit olunan duyarsızlığın altını çizmekle kalmıyor, üç ana karakterin (anne ve iki oğlu) karmaşık duygularla örülü parçalı zihinsel yapısına da işaret ediyor. Hayat gibi, tedavi gibi, önlem gibi, çekilmek istenen film gibi, hep bir yarıda kalmışlık, tam olmamışlık hissiyle kuşatılıyoruz, çember bizim için de daralıyor.
Güvenli Bir Yer’de kesif bir sıkışmışlık hissi gerek biçim gerekse içerik açısından hemen her plana sirayet etmiş durumda. Sıra dışı kadraj ölçüsü, çerçevede boyun eni geçmesine neden olurken, bir tabutu andıran tuhaf bir basıklık, darlık yaratıyor. Hatta ilk gördüğümde, platform üzerinden izlediğim kopyada bir sorun olduğunu sandım. Sonra filmi torrent’ten indirince, çerçeve oranında bir hata olmadığını anladım.
Aslında Güvenli Bir Yer’in ana karakterleri sürekli hareket ediyor, oradan oraya savruluyorlar ama ortamdaki bir şey sabit kalıyor, adını tam olarak koyamadığınız ama varlığını film boyunca sezdiğiniz bir şey. Filmin biçimsel yapısı size sürekli aynı huzursuzluğu aşılıyor. Filmde müzik olmadığı gibi ortam-dışı (non-diegetic) ses de kullanılmamış, hâliyle insan sesleri hariç sadece ortamdaki nesnelerin (klima, kapı, pencere, araba, buzdolabı vs.) seslerini, gürültülerini duyuyoruz. Kamera varlığını belli edecek dramatik hareketten kaçınıyor; kapıların ve koridorların ardından, odaların köşesinden, sedyenin başucundan, sokağın karşısından belirli bir mizanseni sessizce takip eden, âdeta âna tanıklık eden bir hüviyete bürünüyor. Her sahnede bu sabit ve sessiz alıcı, ortamı usulca izliyor ve dinliyor. Avını sabırla beklerken sessizce soluyan yırtıcı bir hayvan gibi. Karnı aç ama temkinli. Bekliyor. Müstakbel avının boşluğunu kolluyor. Kapıları, camları, pencereleri, yolları seyrediyor. Pusuya yatmış olan bu canavarın ne olduğunu hastanedeki son sahnede anlıyoruz. Filmin başından beri bize eşlik eden, huzursuzluk veren bu sessiz canavar, ölümden başkası değil. Bu filmin başrolünde ölüm var. Sadece intihar da değil, eceliyle ölmüş bir baba, ölü kuşlar, ölü kediler, yanlış bir ilaç ya da yanmak üzere olan bir ev… Ölüm her zaman her yerde pusuda, o yüzden hiçbir yer güvende değil.
Son olarak filmin hikâyesiyle ilgili özel bir duruma değinmek istiyorum, böyle bir filmde bundan bahsetmemek olmaz. Güvenli Bir Yer hem bir travma filmi hem de travmayla başa çıkma filmi, dördüncü duvarın yıkıldığı sahnede bunun ayırdına varıyoruz. Filmin 20. dakikasında abi-kardeşin hastane odasında konuştuğu çok etkileyici bir sahne var, işte bu sahnenin ortasında oyuncular bir anlığına karakterlerinden çıkıyorlar. Değişen kıyafet ve yanan sigarayla fitili ateşlenen ve dördüncü duvarı yıkan bu meta sahne, açılıştaki ön yazının zihnimizde bıraktığı tortuyla birleşiyor ve filmin anlamı (hatta türü!) birdenbire değişiyor. “Ne izliyorum ben?” diye düşünüyorsunuz. Güvenli Bir Yer hakkında daha önce hiçbir şey duymamış, okumamış olanların bile film biter bitmez anlatılan hikâyenin aslını astarını merak etmesine yol açan bir yabancılaştırma sahnesi bu.
Evet, Güvenli Bir Yer depresyondaki kardeşinin intiharını önleyemeyen bir abinin yazıp yönettiği ve başrolde kendisini canlandırdığı bir film. Bu film, öldüğü için bir daha asla konuşamayacağı kardeşine o öldükten sonra morgda ve cenazede neler yaşandığını, bu korkunç kaybın ardından annelerinin nasıl bir acıyla yanıp kavrulduğunu söylemek isteyen bir abinin filmi. “Annem uykusunda ağlıyordur herhâlde?” diyor Damir, “Ondan da kötü. İnliyor” diye yanıtlıyor Bruno. Ben filmi izlemeden önce yönetmenin kendi hayat hikâyesinden yola çıktığını bildiğim için bu sahnede gözlerim yaşardı.
Depresyon gibi son derece tehlikeli bir mental rahatsızlığı, ajitasyondan kaçınarak gerçekçi bir şekilde ele alan Safe Place (Sigurno mjesto / Güvenli Bir Yer), “Ateş düştüğü yeri yakar” deyiminin film formunu almış hâline benziyor. Ama Juraj Lerotic’in asıl takdir ettiğim yönü, insanı çaresizlik hissiyle kuşatan böyle üzücü bir meseleyi bu denli cesurca ele almış olması, bunu yaparken de sinema sanatından asla taviz vermemiş olması. Güvenli Bir Yer biçim-içerik örtüşmesi açısından son yıllarda gördüğüm en başarılı çalışmalardan biri, insan bu yaratıcı ve olgun eserin bir yönetmenin ilk uzun metrajı olduğuna inanmakta güçlük çekiyor. Mutlaka orijinal dilinde (dublajsız) ve yüksek sesli izleyiniz, hikâyeye derinlik katan çok iyi bir ses çalışması var.
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç