Aynı evde yaşayan iki arkadaş olan Nedim ile Ferhat arasındaki bir satranç oyunu ile açılıyor Şah Mat. Nedim(Salih Kırmızı), beceriksiz, kontrolünü kolay kaybeden, daha da açığı şapşalca bir tip. Ferhat (Faruk Peker) ise uzun boylu, yakışıklı ve kendine güveni tam olan girişken ve zeki bir tip.
Buna rağmen her şeyini satranç oyununa tahvil etmiş durumda. Nedim ile yaptıkları maçı kazanan Ferhat ödül olarak hafta sonunda gidecekleri yazlık evinde kendine bir kız arkadaş “ayarlamasını” istiyor Nedim’den tuhaf bir şekilde gözlüğüyle oynayarak diyor ki “Acaba satranç bilir mi dersin?” Öyle ki bunu söylerken suratındaki aşırı kendinden emin ifade kayboluyor ve “Acaba elini tutabilir miyim?” diyen bir ergen geliyor sanki!
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“…bu insan, bu akıl insanı, aklını kaçırmadan on, yirmi, otuz, kırk yıl boyunca bütün düşünme gücünü tekrar tekrar aynı gülünç amaca yöneltir: bir tahtanın üzerinde tahta bir şahı köşeye sıkıştırmak!” (1)[/box]
Nedim yazlığa Neşe (Arzu Aydın) ile gidecektir, Ferhat’a da geçen hafta barda tanıştıkları Sevda’yı (Şehnaz Dilan) ayarlar. Sevda nişanlısından yeni ayrılmış, bunalımın dibine vurmuş durumdadır. Hafta sonu gelir, Nedim’in üvey babasının yazlığına gitmek üzere yola düşerler. Yeşilçam’ın 80’li yıllardaki derleme müzik repertuvarından bildik müzikler eşliğinde yazlığa varılır. (Bilirsiniz, bu müzikler de neredeyse standarttır. Mavi yolculuğa bir demirbaş parça, araba yolculuğuna başka demirbaş parça, tehlikeye başkası vs. vs.) Biraz sıkıcı gelen neşeli “iyi ki geldik yazlığa” sahnelerinden sonra akşam yemeği, içki ve deniz kenarındaki kayalıkların üstünde yakılan ateşin başında esrar partisi gelir. Nedim ile Neşe bir süre sonra içeri geçerken Ferhat ,Sevda ile dertleşmeye başlar. Camus’dan alıntı bile yapar ve satranç ile ilgili vecizesini patlatır: “Aslında hayat hamlelerini doğru yapıp tedbirlerini aldığın sürece güzeldir”.
Kendinden aşırı emin görüntüsünün altındaki arıza görünür ve yeniden kaybolur Ferhat’ın. Nişanlısından ayrılmış olan Sevda umutsuzdur. Anlatır, anlatır ve Ferhat’a şöyle der “Sakın anlıyorum deme, nefret ederim senden”. Aslında bu laf Ferhat’ın sıraladığı bütün vecizeleri döver, dövmek ne kelime ağzını burnunu kırar. Sevda Bir süre sonra uçurumun dibine gider ve kendini denize atar. Ferhat telaş içinde olan biteni Nedim ve Neşe’ye anlatır. Şüpheli durumuna düşmemek için olayı polise bildirmezler. Evdeki daktilo ile Sevda’nın ağzından bir intihar mektubu yazıp bunu Sevda’nın evine bırakmak üzere yola koyulurlar. Yolda rutin bir polis çevirmesinde Neşe’nin şüpheli hareketlerinden dolayı gözaltına alınırlarsa da serbest bırakılırlar.
Bu arada Sevda’nın cesedi bulunmuştur. Olayı soruşturan Komiser Galip (Gökhan Mete) ve yardımcısı Serdar (Selçuk Dinçer) intihar mektubunun Sevda’nın evindeki daktiloda yazılmadığını anlar ve o geceki çevirmede yakalanan Ferhat, Nedim ve Neşe’nin olayla ilgisi olabileceğini düşünür. Galip, Ferhat ve Nedim’e bir ziyarette bulunur. Her ikisi de Sevda’yı tanımadıklarını söyler. Evdeki, satranç tahtasını gören Galip Ferhat’a satranç oynamayı teklif eder. Birkaç hamle sonra Ferhat Komiser Galip’e “Fena değil, ama çok amatörce. Dokuz hamle sonra mat olursunuz” der. Komiser, Ferhat’ın kolay lokma olmadığını anlar.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Atın yeni, daha iyi bir biniciyi eyerde oturmasından anlaması gibi, o da son hamleler sırasında asıl gerçek rakibini ayrımsamış olmalıydı.” (2)[/box]
Film bu noktadan sonra Ferhat ve Komiser Galip arasında bir satranç oyununa dönüşür. Neşe ve Nedim ise Ferhat’ın piyonu olacaktır. Ferhat bir kaç hamle ilerisini görerek kendilerini ele verebilecek delilleri silmeye çalışırken komiser ise üçlüyü sürekli takip ederek verebilecekleri açıklardan faydalanmaya çalışacaktır. Öncelikle yazlık evinde intihar mektubunu yazdıkları daktiloyu yok etmeleri gereklidir. Ferhat, şeytanın aklına bile gelmeyecek bir hile ile peşlerinden gelen komiseri atlatarak daktiloyu yok eder. Komiser ise bu numarayı önceden kestiremese de ustaca bir hamle ile Ferhat’ın diğerlerinden ayrılıp başka bir araba yazlığa gidip daktiloyu yok ettiğini ortaya çıkarır. Ertesi gün komiser yazlığa giderek bir kaç ek delil daha bulur. En önemlisi de Ferhat’ın daktiloyu yok ettiği gece kullandığı arabanın lastik izlerini fotoğraflamayı becerir. Buna karşılık Ferhat da o gece kiraladığı arabanın lastiklerini başka bir marka ile değiştirir. İşte tam bu aşamada olay çok tuhaf bir hal almıştır: Komiser olayı çözdüğü halde elinde hiç bir kanıtı yoktur. Tek kanıtı olan satranç tahtasındaki eksik taş, at, Sevda’nın intihar ettiği gece yazlıkta düşmüştür. Komiserin bulduğu kanıtlar arasında bu da vardır. Ferhat ve komiser de aynı ikilemin içindedir.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Hiçbir şey üzerinde kafamı toplayamıyordum. Hep aynı düşünce çakıyordu beynimde: Ne biliyorlar? Dün ne söyledim, gelecek sefer ne söylemeliyim?”(3)[/box]
Komiser üçlünün zayıf halkası olan Neşe’nin üzerine yüklenmeyi düşünür. Ferhat ve Nedim ise Neşe’nin kendilerini ele verme ihtimalini düşünerek Neşe’yi dikkat çekmeyen bir yoldan ortadan kaldırmaya karar verirler. Artık piyon feda etme zamanı gelmiştir.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Sonraki hamlelerde ikisinin arasında -biz ötekiler çoktan figüranlara dönüşmüştük- bizim anlamadığımız bir gidiş geliş başladı.” (4)[/box]
Nedim kılık değiştirip maske takarak Neşe’nin evine giderek şeker hastası olan Neşe’nin ilaçlarını yok eder veya başka ilaçlarla değiştirir. Şeker komasına giren Neşe ölür. Böylece komiserin elindeki son koz da yok olur. Görünüşte komiser maçı kaybetmiştir. Komiser onlara Neşe’nin ölüm haberini verir. Aslında farkında olmadan ikinci bir maç teklifi gelmiş ve hayatı dev bir satranç tahtası olarak gören Ferhat da bu teklifi kabul etmiştir.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Kıpırdamadan sakin sakin oturan tek kişi Czentovic’ti. Ancak uzunca bir suskunluktan sonra başını kaldırdı ve dostumuzu taş gibi sert bakışlarla süzdü.
“Bir oyun daha?” diye sordu.
“Elbette,” diye yanıtladı Dr. B.” (5)[/box]
Ferhat ve Nedim Neşe’nin ölümünden sonra tatile çıkmaya karar verirler. Artık davanın kapandığını düşünmektedirler. Uçağa bindikleri zaman kötü bir sürprizle karşılaşırlar: Onlara içki getiren hostes Neşe’dir ve komiserden mesaj getirmiştir:
“Şah, Mat!”
Ferhat, Doktor B.’nin aksine 2. oyunda satranç müptelalığına yenilmiş ve masadan kalkmayı beceremeyerek kendini zor bir sürece sokmuştur.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]“Ruhsal bir hastalık geçiren herkes hep tehlike altındadır, hele satranç zehirlenmesi geçirdiyse -tümüyle iyileşmiş de olsa- satranç tahtasına yaklaşmaması iyi olur…”(6)[/box]
1989 yapımı bir film olan Şah Mat: İntiharın Bedeli Yılmaz Atadeniz’in 80’li yıllarda çektiği bitmez tükenmez Müslüm Baba – Behçet Nacar, Kibariye vb. filmleri arasında öne çıkan bir polisiye olarak dikkati çekiyor. Filmin yapımcısı Taner Aşkın. Sinema filmi olarak çekilse de büyük ihtimalle çoğunluk bu filmi videoda ve televizyonda izliyor. Filmin öne çıkmasındaki en büyük etken de hiç kuşkusuz Faruk Peker’in yazdığı senaryo. Aksayan yönleri yok mu? Elbette var. Komiser peşlerindeki arabadayken Ferhat’ın arabadan gizlice inebileceğine ve Nedim’in maske takarak bu kadar başarılı bir biçimde kılık değiştireceğine ikna olamadım. Gene de ayrıntıları oldukça iyi düşünülmüş bir hikaye var ortada.
Film, 6 kişilik dar oyuncu kadrosu ile dar mekanlarda geçiyor. Gökhan Mete Komiser Galip rolünde gerçekten çok iyi. Faruk Peker ve Salih Kırmızı yeterli seviyeye yakın olsa da beni pek tatmin etmedi. Arzu Aydın ile Şehnaz Dilan’ın rolleri arasında bir takas söz konusu olsa, Arzu Aydın Sevda’yı, Şehnaz Dilan da Neşe’yi oynasa çok daha iyi olmaz mıydı diye düşünmeden edemiyorum.
Eğer bu film başka bir filmden esinlenmemiş ise Faruk Peker’in ve bol mobilyalı dar alan dövüş sahneleri, hızlı araba kovalamacaları, maskeli kahramanlar, silahlar ve finalde ölen bir İrfan Atasoy olmadan da sürükleyici ve iyi filmler çekebilmesine hiç şaşırmadığım Yılmaz Atadeniz’in hanesine koca bir artı atmak gerekir. Yok eğer esinlenme varsa da Şah Mat o yıllarda videoda boy gösteren filmler arasında yalnızca “izlenebilir” bir seçenek olmakla kalmıyor, ince ayrıntılara önem veren senaryosu ve sahip olduğu tuhaf pasif-aksiyonu ile bir adım öne çıkıyor.
[box type=”info” align=”” class=”” width=””](1) Satranç, Stefan Zweig, 1997, Can Yayınları, Sf 23
(2) A.G.E Sf 33
(3) A.G.E Sf 44
(4) A.G.E Sf 43
(5) A.G.E Sf 67
(6) A.G.E Sf 63[/box]
Şah Mat İntiharın Bedeli gerçekten izlenmesi gerekli iyi bir film ama görüntü kalitesi kötü. Filmin restore edilip DVD’si çıkartılmalı. Yazı için çok teşekkürler.