Salih Toprak ile animasyon ve kurmaca kanadında devam eden kısa film yolculuğunu konuştuk… Kendisi kısa filmlerin festival süresi konusunda epey dertli…
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Biraz seni tanısak Salih?
İstanbul’da yaşıyorum. 26 yaşındayım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Sinema ve Televizyon okudum. Animasyon ve kurmaca türlerinde kısa filmler yapıyorum. Aynı zamanda ilk uzun metrajım için hazırlanıyorum.
Filmografine baktığımda animasyon ve kurmaca var. Öncelikle kısa film çekmenin senin için nasıl bir his olduğunu anlatıp sonrasında da kurmaca ve animasyona yönelmenin sebeplerini anlatabilir misin?
Kısa film çekmeyi çok seviyorum fakat festivallerle süre konusunda sıkıntılar yaşıyorum. Bu beni çok huzursuz ediyor. Türkiye’de kısa film en fazla 15-20 dakika olur gibi bir algı var. Bazı festivaller 30 dakika sınırı koyuyor. Yurtdışında bu sınır genellikle 40 dakika. Hatta bazıları 60 dakika altını kabul ediyor. Bu yüzden son filmim Dünden Kalan’ı seyirciye ulaştırmakta zorlanıyorum. Çünkü süresi 31 dakika 50 saniye. Filmimi kırpmamı istiyorlar. Gereksiz uzatsam zaten kurguda atardım. Hikaye ne kadar süre istiyorsa o kadar çekiyorum. İnsanların anlamsız yere zamanını çalmak gibi bir derdim yok. 1 dakika 50 saniye uzun olunca filmim çöp mü olmalı, seyirciden uzak mı kalmalı? Bazı festivallerden jeneriği atıp yollayın gibi geri dönüşler alıyorum. Anlamsız bir kuralcılık uğruna oyunculara ve ekibe nasıl saygısızlık yaptıklarının farkında değiller. Bu iki türü seçmemin nedenlerine gelir isek: Kurmacayı çok seviyorum ve hikaye anlatım gücü bakımından türler arasında bana en sıcak gelen kurmaca diyebilirim. Animasyona yönelmemdeki en büyük etkenlerden biriyse, şimdiye kadar yaptığım animasyon filmlerinin yönetmenliğini paylaştığım Can Erkan. Can benim liseden arkadaşım. Çizgi film okudu ve birlikte iş yapmaya karar verdik.
Hayatı Beş Geçe filmini izlediğimde dikkate değer bulmuştum. Bir adamın iç dünyası, dış dünyada karşılaştıkları ve onu tekrar geldiği yere götürmeye sevk eden duygu… Bunu bir yolculuk hikayesiyle, sade ve karakterin başına bir şey gelmeden de anlatman ve hissettirmen gerçekten de önemli… Biraz bu filminin detaylı çekim öyküsünü öğrenebilir miyiz senden?
Hayatı Beş Geçe ilk kurmaca filmim. Üniversite yıllarında ev arkadaşımın cezaevlerine özel bir ilgisi vardı. Foucault’un Hapishanenin Doğuşu kitabını okuyordu. Biz de sıklıkla bu konu üzerinden sohbet ederdik. Onun bu konuya olan ilgisi zamanla beni de etkilemeye başladı. 2 yıl sonra, 15 yılını cezaevinde geçirmiş eski bir mahkumla sohbet etme fırsatım oldu. Uzun yıllar içerde kaldıktan sonra dışarıdaki hayata adaptasyonda yaşadığı zorlukları anlatıyordu. Hatta filmde volta sahnesi olarak kullandım bu anıyı. Sonrasında bu sahneden yola çıkarak filmin hikayesini yazmaya başladım. Toplum, iktidar ve mahkum arasındaki ilişkiyi bir ailede toplayarak hikayenin iskeletini kurdum. Filmin çekimlerini Tekirdağ’da yaptım. Sadece cezaevi içi sahneleri İstanbul’da stüdyoda çekildi. İlk filmim olduğu için ses ve renk gibi teknik konularda epey aksaklıklar yaşadım. Onları düzeltip, çekimden yaklaşık 1 buçuk yıl sonra festivallere yollamaya başladım.
Kısa filmlerde oyunculuk deneyimi olan oyuncularla çalışmak bir yönetmen olarak nasıl bir avantaj içeriyor, dezavantaj da olabilir. Bir de oyuncu yönetimi konusunda nasıl davranıyorsun?
Uzun metraj için emin değilim ama benim için kısa filmde vazgeçilmez bir şey. Çünkü genelde kısıtlı bir zaman diliminde çalışıyoruz. Oyuncuyla benzer bir dil konuşmak büyük rahatlık sağlıyor. Tek dezavantajı bazı oyuncu reflekslerinden gelen ezber mimik ve jestler. Bol prova alabiliyorsanız, oyuncuyla iletişiminiz iyiyse o da hemen halloluyor.
Guguk Kuşu ve Vadi. İkisi de animasyon ve senin senaryolarından çekilmiş. Guguk kuşu bir sevgi hikayesiyken (bir nevi mutlu prens etkisi yarattı bende), Vadi ise daha derin anlamları olan başta ve tek olmayı anlatan ve ona eşlik eden insanların ise yok oluşunu anlatan ironik bir film. Bu iki film arasında zıtlık vurgusunu senden dinlesek…
Guguk Kuşu ve Vadi’nin yapımı arasında üç yıl var. Guguk Kuşu’nu bir süre beklettik biz. Aslında başta bu kadar sevimli bir atmosfer düşünmemiştik. Yalnız bir kuşun, guguklu saatin cansız kuşuna aşık olmasında garip bir hüzün de var aslında. Aşkı için özgürlüğünden vazgeçiyor çünkü. Ama daha sonra şimdiki haline evrildi. Guguk Kuşu’nun hikayesini sevsek de Vadi, hem hikaye hem biçim açısından tarzımıza daha uygun bir film. Karanlık atmosferleri, detayları, farklı şeyleri denemeyi, zorlanmayı çok seviyoruz. Vadi üzerinde çalışmaya başladıkça film daha da karalaştı. Çünkü sıradan bir anti-militarist film olmasını istemiyorduk. Çünkü bu konular sinemacılar tarafından sürekli kullanılır, çoğu yüzeysel ve ezberdir. O yüzden hikayeyi sadece ilginç, güzel bir fikir olmaktan kurtarıp derinleştirmeye çalıştık.
Dünden Kalan son filmin… Onu izleyemedim, onunla ilgili bilgiyi senden alabilir miyiz?
Dünden Kalan, vicdan teması etrafında dönen bir film. Bir baba-oğul ilişkisini anlatıyor. Kısaca anlatmam gerekirse: Oğul, yıllar önce başka bir kadın için ailesini terk eden babadan haber alıyor. Hesap sormak için gittiği evde babasını Alzheimer hastası olarak buluyor. Baba oğlunu tanımıyor. Tüm yaşananlara rağmen, vicdani yükünden kurtulmak isteyen oğul babasını bakımevine yerleştirme kararı alıyor. Ama bu beklediği kadar kolay olmuyor. Baba oğul iki yabancı olarak bir günü birlikte geçirmek zorunda kalıyorlar.
Kısa film popülerleştikçe destekçileri de artıyor, festivaller ve ilgilenenler de artıyor. Bu çoğalmanın siz kısa filmciler için etkisi nedir, oluyor mu?
Festivallerin sayı bakımından artmasındansa kalitede artışı tercih ederim. Bazı kurumlardan fon alıp işi ticarete döken, yönetmeni de izleyiciyi de umursamayan festivallerin bize fayda sağlayacağını düşünmüyorum. Ama genel olarak ilgi artışının, yaptığımız işe olan şevkimizi arttırdığını söyleyebilirim.
Kısa filmlerin için nereden destek alıyorsun, yeterli ödenek verildiğini ve doğru projelerin desteklendiğini düşünüyor musun?
Bu zamana kadar filmlerim için, Kültür Bakanlığı ve Türsak Vakfı tarafından destekler aldım. “ Bir Cenaze Sonrası” adlı son animasyon filmim dahil çektiğim 5 filmim de desteklendi. Sadece “Lâl” adlı kurmaca filmim, çok düşük bütçeli olduğu için herhangi bir fon arayışına girmedim. Bu filmleri desteksiz bir şekilde hayata geçirmek çok zor olurdu benim için. Ödenek, ekonomik anlamda büyük bir rahatlama sağlıyor gerçekten; fakat yine de yeterli olduğunu düşünmüyorum. Profesyonel işleyen bir set ortamı kurmak için ödeneklerin ve destek veren kurum sayısının artması gerektiğini düşünüyorum. Doğru projelerin desteklenmesine gelirsek bu konuda büyük kızgınlığım var. Çok güzel projelerin yanında çok kötülerinin de destek aldığını gördüm. Adil ve doğru değerlendirme için projelerin sıkı bir estetik süzgeçten geçmesi gerekiyor. Ama maalesef ne destek veren kurumlarda ne de festivallerde bu böyle olmuyor. Toplum olarak her ne kadar büyük görünse de içi boş bir duyarlılığa ve vicdana sahip olduğumuzu düşünüyorum. Pornografiye dönüşen ajitasyondan anlamsız bir haz duyuyoruz. Bence bunun etkisi sinemamızın her alanında olduğu gibi destek kısmında da kendini gösteriyor. Yapay duyarlılıklarımız yüzünden, sözde toplumsal meselelere değiniyor diye; hikayesi sinopsisten öteye gidemeyen, izlerken adeta göz kanatan, kamu spotu benzeri filmler (daha doğrusu videolar) destek ve ödüller aldı. Durum böyleyken bir yanda da sahici duygularla bir şeyler çekmek isteyen, yaptığı işin sorumluluğunu bilen, estetik birikime sahip, donanımlı birçok insan fon bulmak için ortalıkta debelendi. Bu durum genç bir yönetmen olarak beni oldukça sinirlendiriyor.
Kısa film yolculuğu bir yerde bitecek mi? Onun yerini ne alacak, uzun metraj mı?
Şu an için hedefim ilk uzun metraj filmimi yapmak. Bunun için hazırlanıyorum. Fakat bu kısa film yolculuğunun biteceği anlamına gelmiyor. Çünkü hikaye oluşturmaktan, yeni bir şeyler kurmaktan çok keyif alıyorum. İlerde kurgulayacağım hikayelerimin bir kısmı, kısa için daha uygun olacaktır. O zaman geldiğinde hiç düşünmeden tekrar kısa film çekeceğime eminim.
Kısa film çekenlerle ortak platformlarda bir araya gelip fikir alışverişinde bulunuyor musunuz, nasıl bir etkileşim sağlıyorsunuz?
Sadece festivaller sayesinde tanıştığımız birkaç arkadaşımla fikir alışverişinde bulunabiliyoruz. Ayrıca belirtmeliyim ki bu konuda biraz utanç yaşıyorum. Biliyorsunuz Kısa Film Yönetmenleri Derneği kuruldu. Bu derneğin açılmasına çok sevinenlerden olmama rağmen tamamı ile sorumsuzluğum yüzünden hala üye olmadım.
Son olarak neler söylemek istersin?
Kısa filme ilginiz ve destekleriniz için teşekkür ederim.