Radikal gazetesinden Özgür Mumcu’nun yazdığı haberden bir alıntıyla konuyu açmak istiyorum. Haberde başbakanın serzenişlerini “Uçurtmayı Vurmasınlar” (1989) filmindeki küçük Barış’ın her altını ıslattığında, külotundaki Mickey Mouse baskısını kast edip, ben yapmadım “Miki” yaptı demesine benzetiyordu. Bu bende özlemli bir gülümseme yaratmasının dışında, birçok konuda bu tarz bir eğilimde olduğumuz gerçeğini de anımsattı. Bizler de çoğu zaman öyle yapmıyor muyuz? Suçu hep “Miki”ye atıyoruz.
Öteki Sinema için yazan: Kerem Topuz
Dolayısıyla bu; ‘ben yapmadım Miki yaptı’ sendromu, her zaman için sorunun önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Nedense her konuda kendimizi haklı görüp, sorunların asıl sebebini ya bir başkasında ya da dışsal faktörlerde arıyoruz. Tespitlerimiz de dolayısıyla tek açılı, taraflı ve eksik oluyor.
Bütün detaylarıyla doğru tespit edilememiş bir soruna yaklaşırken de, asıl merkezinden uzaklaşıp, kısır bir eksende dönüp duruyoruz.
Peki, sorun ne ki şimdi diye sorabilirsiniz?
Sorun şu: Neden izleyici filmlerimizi izlemiyor? Filmlerimizin çoğu neden gişede batıyor?
Bunun cevabı net olarak şudur demek hem doğru olmaz, hem de böyle bir tespit tam olarak mümkün değildir. Ayrıca bunun bir formülü de olsa kimse gişede batmaz. Ancak topu hemen dağıtımcılara ve AVM sinemalarına atıp, “lanet kapitalizm” nidaları altında açıklamaya çalışmayı kolaycılık ve asıl amacının dışında, manasız bir tespit olarak buluyorum. Çünkü çözüm, sadece vizyona çıkıp çıkmamasında veya çıktıysa da filmin kaç salonda gösterildiğiyle direkt alakalı değildir! Yani eğer şu şekilde bir hesap yapıyorsanız yanıldığınızı söylemek isterim. Herhangi bir film yüz kopya çıkarsa şu kadar izleyiciye ulaşır, üç kopya çıkarsa şöyle olur demek, yani ticari olarak bir “doğru orantı” kurmak doğru değildir. Çünkü bunun matematiği sandığınız gibi kopya sayısıyla değil, izleyici sayısıyla ölçülür. Bazen bir filmi tek kopya çıkartıp yirmi bin gişe yapmak, üç yüz kopya çıkartıp yine yirmi bin gişe yapmaktan çok daha avantajlıdır. Burada meseleye bu filmler kendine yer bulsalar bile kaç kişi tarafından izlenecek diye bakmakta bu yüzden fayda var. Yani izlenecek mi?
O yüzden film vizyonda yer bulamadı diye sızlanmanın alemi yok! Çünkü bulunca mesele çözülecek mi sanki? Yani gelip izleyecekler mi?
Çünkü sandığınız gibi bu “hain dağıtımcılar” sizin üstün niteliklere haiz bulduğunuz herhangi bir filmi, izleyiciyle buluşturmamak için ellerinden geleni ardına koymuyorlar değil! Ya da tam tersi yapımcılar da, yaptıkları bir sinema filmini çok izlenmesin, belli bir kesim izlesin ya da para kazanmasın diye yapmazlar. Genel izleyici kitlesine hitap etmeyen filmler, sadece bizde değil bütün dünyada gişe başarısı elde eden filmler değildir. Zaten hedefleri de bu değildir. Avrupa’da da bağımsız filmlerin çoğu yüzlerce kopyayla çıkmaz. Ama onların kendilerini koruyan yasaları, fonları vs. sayesinde yara almadan üretimlerini sürdürebilmektedirler. Bizdeki durum da “filmlerimiz iş yapsın ki yenilerini yapabilelim” durumudur. Bunun da yolunun korumacı tutumlardan, hadi şu filme destek olalım, şurada film izlemeyelim, ya da şuna daha çok para verip izleyelimle değil, hedefini ve amacını doğru belirlemiş yapımlarla izleyicinin karşısına çıkmakla olacağına inanıyorum. Bunun da uzun bir süreç ve sektörün endüstriye dönüşmesiyle olabileceğini düşünüyorum. Yani sürekli üretimle!
Çünkü sinemanın endüstri olamadığı yerde bağımsız sinemadan nasıl söz edebiliriz ki? Bağımsız bir sinemacı olmaktan yana biri olarak bile, inatla, ilk önce ciddi bir üretimin yapıldığı bir endüstriye dönüşmemizin şart olduğuna inanıyorum. Yani izleyicinin beklentilerini dikkate alan filmler de yapmanın öneminden söz ediyorum. Bunu yaparken illaki sanatsal veya estetik kaygılarınızdan vazgeçin demiyorum. Aksine vazgeçmeyin. Ama izleyici koltuğundan da kalkmayın diyorum. Çünkü biz izleyicimizi kaybettikçe aradaki uçurumun kapanamamasından ciddi endişe ediyorum.
Bakanlık ve sinema temsilcilerinin yapmak zorunda oldukları ve hala yapamadıkları şeylerden de söz etmek istemiyorum, çünkü bunlar sihirli bir değnek gibi her şeyi bir anda düzeltecek şeyler değil. Ayrıca bu, ‘Miki’yi suçlarken bir yandan da her şeyi ‘Miki’ yapsın demeye benziyor. Yani aslında kimse bir şey yapmıyor!
Ancak öncelikli çözmemiz gereken, derinde daha vahim olarak duran ve sürekli görmezden geldiğimiz bir gerçeğin adını net olarak ortaya koymamız lazım: “İzleyici yaptığımız filmleri gerçekten izlemiyor mu?”
Cevap basit, izliyor ama sinemada değil, internette! Yani o kadar da ‘tü kaka’ değiliz. Ama geldiğimiz nokta vahim olması açısından önemlidir. Neden internetten izlemeyi tercih ediyorlar? İzleyici artık sinemaya gidip hayal kırıklığına uğramak istemiyor çünkü. Gittiği filmden hüsranla çıkmaktan bıkmış. Bu, filmi büyük perdede izlemek istemediğinden falan değil enayi yerine konulmaktan bıktığından. İzleyici filmlerimize karşı önyargılı, hepsi peşin hükümlü… Kesin kötüdür diyorlar. Hele ki bir festivalde ödül aldıysak yandık! İnanılmaz kötü bir algı yaratmışız herkesin zihninde! (İşte burada çuvaldızı hazırlayın!) Ya cebindeki paraya gözünü dikmiş filmler yüzünden ya da sanat sineması diye yutturulan hiçbir şey ifade etmeyen filmlerden ötürü… (Bu tanımı izleyicinin bakış açısını göstermek için söylüyorum) Ama internetteki izleyici risk almıyor ve kumar oynamıyor. Beğenmediği filmi beşinci dakikasında kapatabiliyor. Bunun için bir bedel veya zaman harcamıyor. Bir bedel harcasa da, bilet fiyatıyla kıyaslanamayacak bir bedel oluyor bu.
Böylece izleyici çaktırmadan bizden intikam alıyor. Bizi adam yerine koymadınız biz de sizi koymuyoruz diyor aslında! “Olan olmuş izlenmemiş filmin davası olmaz!” demeyin. Çünkü bunun bedelini sinemacılar ticari olarak çok ağır ödüyor!
Bence tespiti doğru yapalım ve kendimize bazı gerçekleri itiraf edelim. Çünkü bu günahı çıkarmazsak arınamayız ve aynı günahı işlemeye devam ederiz diye düşünüyorum.
Teklifim şu; herkese film izleyicisini küstürdüğümüzü açık yüreklilikle söyleyelim! Yüksek sesle itiraf edelim, “sizi küstürdük ve özür dileriz!” diyelim. Evet, özür dileyelim ki aramızdaki bu dargınlık sona ersin!
Hepimiz yaptık ama bunu, o veya şu değil! Sinema yazarları, akademisyenler, yapımcılar, dernekler, film şirketleri, idareciler, devlet yetkilileri, festivaller… Kimse kendini başka bir tarafta görmeye kalkmasın. Verdiğimiz ödüller, şakşakladığımız ama aslında izleyicinin gözünde hiçbir değeri olmayan, hiçbir şey anlatmayan filmlerle başardık bunu! Herkesi birbirine ve sinemamıza küstürdük. İzleyiciyi sürekli enayi yerine koyduk! Korkunç bir psikolojik algı yarattık ve her seferinde siz anlamazsınız dedik, küçümsedik. Sinemayı en çok politika yapmak için kullandık, sinema için değil! Ödül törenlerinde şov yapıp politikadan, politik duruşumuzdan bahsettik ama sinema ve filmler üzerine ne yapabiliriz diye hiç konuşmadık. Hep ahkâm kestik. İzleyiciyi sürekli hayal kırklığına uğrattık, üstüne bir de ‘onlar anlamıyor’ dedik. Kimse de ağzını açıp birinin iyi dediğine kötü diyemedi. Ya da kötü dediğine iyi… Çünkü korktuk! Dışlanmaktan, sevilmemekten, anlamıyor gözükmekten…! Bildiğimiz doğruları söylemedik, söyleyemedik. Yıllarca allanıp pullanıp sunulan figürasyonu bile star sandık. Beklentilerimizle gerçekler arasında bir türlü dengeyi tutturamadık. Herkesi küçük gördük. Yaptığımız işi fazla yücelttik. İçerikten çok şekille ve olmadık kıyaslamalarla uğraştık. Sadece egolarımızı şişirdik, ama dışardan gülünç bulunduğumuzu fark edemedik. Kendi gerçeklerimizi görmek yerine her şeyin üstünü örttük. Farklı olanı övmek yerine yerdik. Acınacak halimize güldük! Çünkü önce kendimizi kandırdık. Okullarda, seminerlerde kendi sinema tarihimizle ilgili konuşurken bile -hep korumacı ve savunmacı bir bakış açısıyla- yanlış tespitlerde bulunduk. Televizyon çıkınca insanlar sinemaya gitmemeye başladılar da falan da filan da demeye başladık. Ama kimse televizyon çıkınca foyamız ortaya çıktı diyemedi.
Şimdi izlediğimiz gösteri seyircinin intikamı filmidir. Evet, bunu hak ettik! İzleyici hepimizden intikamını alıyor! Hem de çatır çutur alıyor!
Şimdi haksızlık ettiğimi falan söylemeye kalkmayın. Başımıza ne geldiyse hep kendimizi savunmaktan ve korumaktan geldi. Hep suçu ‘Miki’ye attığımız için ve gerçeklerin üzerini örttüğümüz için! Şimdi herkes çuvaldızını münasip bir yerine batırabilir!
Ben izleyiciden sinemamız adına tek başıma özür diliyorum. 90 senede hala bir endüstri kuramadığımız ve dünya sinema tarihine ucundan da olsa gerçek bir katkıda bulunamadığımız için!
İmza ‘Miki’