Salvador poster20. yüzyıl’ın ikinci yarısı, sırf “büyük devletler” savaşa fiilen katılmadıkları için Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılır. Kore ve Vietnam’ı saymazsak Kamboçya, dahası Latin Amerika’da, Ortadoğu’da ve Balkanlar’da yaşananlar savaştan sayılmaz. Çünkü onlar küçük halklardır, iki kutup arasında oynanan oyunun sadece birer parçasıdırlar. Baş aktör olamadıkları için, dünya siyasetini meşgul etmeleri de istenmez; göz ardı edilirler…

Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak

El Salvador’da bu ülkelerden sadece biri… Amerika’nın arka bahçesinde, ayakta kalmaya çalışan küçük bir ülke… Bolivarcı bir bağımsızlık fikriyle, Latin Amerika halklarının kendilerine özgü sosyalizmleri çerçevesinde mücadele veren ama kendi karanlığına gömülüp sesini duyuramayan bir ülke… Politik filmleriyle meşhur Oliver Stone, Salvador adını verdiği bu filmiyle gerçek bir hikâyeden yola çıkarak yaşananları ve yapılan katliamı gözler önüne sererek politik bir duruş sergiliyor; daha doğrusu sergilediğini sanıyor… Çünkü Stone bana göre, Salvador’a bir Latin Amerikalının gözleriyle değil; bir Kuzey Amerikalının baktığı noktadan, çok yukarıdan bakıyor…

Aslında çok uzak değiliz bu yaşananlara… ABD’nin Latin Amerika’yı kontrol altında tutma hevesiyle yaptıklarını görmek için çok uzağa bakmaya gerek yok. Yanı başımızda Suriye’de benzer şeyler yaşanıyor şimdi. ABD’nin, askeri darbelerle egemen olmaya ve komünizmin yayılmasını engellemeye çalıştığı Latin’lerden sonra sıra Arap’lara geldi. Arap Baharı’nın altından yine iç savaş, yine çatışma yine ABD vesayeti çıktı. Biz de, özgürlük savaşçısı kesildik; arka bahçemiz sandığımız Ortadoğu’da at koşturmaya çalışıyoruz. “Barış”tan anladığımız diktatörlük olduğu için, oraya buraya barış getirirken, alttan alta ceberut devletimizin temellerini atıyoruz. Başka ülkelerin halkları, bebekleri üzerinden siyaset yaparken kendi halkımızın öldürülmesine sessiz kalıyoruz ve hatta artık bizzat özgürlüklerini ellerinden aldığımız kendi halkımızı öldürüyoruz…

Salvador orta

Salvador’un benim gözümde önem kazanması ise işte tam da bu bahsettiklerim yüzünden… İç savaş nedir bilmiyorken, yanı başımızda yaşananlardan haberdar olmak için El Salvador’a dönüp bakmak yeterli. Film, 1980-81 yılları arasında başı alkol ve uyuşturucu düşkünlüğü yüzünden dertte olan ve işsiz kalan Richard Boyl’un, Salvador’da yaşananları fotoğraflamak için ülkeye gitmesini konu alıyor. Eşi tarafından da terk edildiği için çaresiz kalıyor ve bir haber yakalayabilmek umuduyla arkadaşı Dr. Rock’ı da kandırarak El Salvador’a gidiyorlar. Ancak ülkeye giriş yaptıkları andan itibaren gördükleri manzara ve yaşanan katliamın büyüklüğüne inanamıyorlar çünkü Salvador’da yaşananlar ABD halkından ve dünya medyasından gizleniyor. ABD, asilere silah yardımı yoluyla yardım ederek iç savaşı körüklüyor ve en önemlisi de yaşananlar tüm dünyaya komünizm saldırısı olarak lanse ediliyor…

Oliver Stone, yakın arkadaşı Richard Boyl’un hikâyesinden yola çıkarak senaryolaştırdığı bu filminde Hunter S. Thompson ile özdeşleşmiş ve kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği bir tür olan gonzo-gazeteciliğinden esinlendiğini ifade ediyor. Tıpkı Thompson gibi uyuşturucu ve alkol bağımlısı olan Boyl’un gazetecilik tarzını ve olaylara yaklaşımını da böyle oluşturuyor. Ancak bu sübjektif gazetecilik yaklaşımının ve Boyl’un filmin bir sekansında attığı tiradın bana göre sıkıntılı bazı noktaları var. Malum, karakterlerin söyledikleri, kendi düşüncelerinden ziyade filmin vermek istediği asıl mesajı oluşturur ve bu durum Salvador’u gerçekçi olmaktan uzaklaştırıyor. Çünkü Amerika’nın, Vietnam hezimeti sebebiyle Nikaragua ve diğer Latin ülkelerinde direkt müdahale yerine, kontrgerilla taktiğini uygulaması ve buralarda yaşanan iç çatışmaları komünizm tehdidiyle bağdaştırması yüz binlerce masum insanın iç savaş yüzünden katledilmesi sonucunu doğurdu. Ve filmde yaşananların faturasının, kişisel politikalara indirgenerek ABD’nin sözde masumiyetinin kanıtlanmaya çalışılması açıkçası abesle iştigaldi. Sağ-sol çatışmasında, sağcılara askeri yardımla destek vererek El Salvador’u kana bulayan bir politikanın aklanması diye bir şey söz konusu olamaz…

Salvador 01

Fakat buna rağmen, Salvador’un etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmediğini söylemem gerek. Gerçek olaylara dayanıyor olması ise bunda en etkili faktör çünkü yaşananlar ve katliamın boyutu, insan ölülerinin toplandığı yerlerin görüntüleri sayesinde çok açık bir biçimde görülüyor. Benim en çok dikkatimi çeken ise, Cédula denilen ve bir doğum belgesi, nüfus cüzdanı olmayan insanların yaşadığı vahşet… Gerçekten tüyler ürperticiydi…

Salvador, bunların yanı sıra 1983 yapımı Under Fire, 90 yapımı Cry Freedom ya da 84 yapımı ve benim daha önce üzerine yazdığım The Killing Fields filmi gibi bir savaşı anlatmaya çalışan gazetecilerin öykülerine benziyor. Ben özellikle The Killing Fields ile epey özdeşleştirdim Salvador’u. Bu açıdan o filmi sevenlerin, Salvador’u da beğeneceğini söyleyebilirim.

Filmde, Richard Boyl’u James Woods canlandırıyor fakat Oliver Stone, bu rol için ilk olarak Marlon Brando’ya teklif götürmüş. Marlon Brando ile Salvador elbette, efsanevi bir hale dönüşürdü ama Woods’un da rolünün altından başarıyla kalkıyor. Dr. Rock rolünde ise James Beluschi var Salvardor’da…

Filmin Oscar açısından dezavantajı ise yine yönetmenin kendi filmi olmuş çünkü Platoon ile aynı sene Akademi ödüllerinde yarıştıkları için, Salvador hezimete uğramış. Platoon, En İyi Film, En İyi Yönetmen gibi dallarda 4 ödül kazanırken; Salvador sadece 2 dalda adaylıkla yetinmiş. Platoon tarafından geri planda bırakılsa da Salvador, Oliver Stone’un kaçırılmaması gereken başarılı filmlerinden biri. Yaşanan bir savaşı, bir gazetecinin gözünden anlatmayı tercih eden filmleri sevenlere şiddetle tavsiye olunur…

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Manchester by the Sea (2016)

Manchester by the Sea’nin başarısı işte burada saklı: Saf, sarsıcı

Nightmares (1983)

Enteresan bir şekilde gözden uzak kalmış bir film Nightmares. Halbuki