İNTİKAMIN, İNTİKAMININ, İNTİKAMI!

     023Mads Mikkelsen, yavaş yavaş kendi jenerasyonunun Mel Gibson modeli olmaya başlıyor gibi geliyor bana. Teşbihte hata her zaman mümkün tabi ama tıpkı Gibson’ın 80’li ve 90’lı yıllar boyunca kafasını kızdıran tüm kötücül tiplere sırayla haddini bildirdiği gibi; Mikkelsen de “mücadele adamı” olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. The Salvation, Mikkelsen’in bire bir bu formülün bir sonucu olarak izleyici karşısına dikildiği eli yüzü düzgün bir western örneği!

     Son yıllarda, özellikle çorak arazide vuku bulan hemen heen bütün öykülere “modern bir western örneği” etiketini yapıştırmaktan pek bir keyif aldığımız düşünüldüğünde; Tarantino gibisinden, etkilenim noktalarını birleştirerek perdede kendi dilini yaratabilmiş bir sinemacı değilseniz, Peckinpah’a saygıda kusurunuz varsa ya da Coen Kardeşler gibi Wayne’i anmayı aklınıza getirmiyorsanız; “western ruhu taşıyan bir western filmi” yaptığınıza sinema severleri inandırabilmeniz oldukça zor gibi görünüyor.

     2002 tarihinde yönetmen koltuğuna kurulduğu The Intended filmiyle birlikte, televizyon filmleri liginden, beyazperdeye transfer olan; süreç içerisinde de filmografisindeki film sayısını az ama öz tutmaya özen gösteren yönetmen Kristian Levring; bu gün sinemasal arenada prim yapan western numaralarına fazla yüz vermeden de temiz bir atmosfer yaratılabileceğini cümle aleme kanıtlamış adeta! Yönetmenin son filmi olan The Salvation, her anlamda incelikli kabul edilebilecek, eski tarz western filmlerini özleyenlerin hasretini dindirecek bir intikam öyküsü servis ediyor izleyicilere. Tabi bunu ferah ve taze bir anlatımla mayalaması The Salvation’ı emsallerinin bir adım önüne geçiriyor.

the Salvation001

     Mikkelsen bu defa mağdur koca Don suretinde karşımıza çıkıyor. Son yıllarda başarıyla perdeye taşıdığı en az bir düzine tekinsiz karakterden biri Don… Memleketini, sevdiklerini geride bırakarak, yepyeni bir hayat kurabilmek için yollara düşmüş olan Don; bir süre sonra hem güzeller güzeli karısına hem de küçük oğluna kavuşuyor. Don’un asıl kabusu da bu noktadan sonra başlıyor. Aile, yolculuk ettikleri arabaya binen iki eşkıyanın tacizleri yüzünden zor anlar yaşamaya bir süre sonra da aile için bir tehdit olmaya başladıktan sonra da ipler kopma noktasına geliyor. Ta ki eşkıyalar zıvanadan çıkıp, Don’un güzel karısına göz koyana kadar!

     Eşkıyaların, Don’u arabadan atması, küçük oğlunu öldürmeleri ve karısına da tecavüz ettikten sonra onun da kafasına bir kurşun sıkmaları, Don’un intikam hikâyesinin de zeminini hazırlar. Don, ani bir gece baskınıyla her iki faili mıhlayarak, eşek cennetine postalasa da ne yazık ki geç kalmıştır. Kardeşinin de yardımıyla kasabada yeni bir hayat kurmak için bir kere daha elini taşın altına koyar. Ne var ki, biletini kestiği haydutlardan biri, yaşadığı kasabanın belalısı olan Delarue’nin kardeşidir ve müsrif ağabey, intikam almak için kardeşinin katilini köşe bucak aramaktadır.

the Salvation002

     The Salvation, çerçevesi keskin ve tüm meseleyi daha ilk baştan açık eden bir intikam öyküsüne ev sahipliği yapıyor. Tabi bunu yaparken de western sinemasında karşımıza çıkan intikam filmlerinin içeriğini olduğu gibi teslim alırken; farklı bir görsel stil ile harmanlamayı da ihmal etmiyor. Levring her ne kadar James Mangold kadar çok yönlü bir yönetmen olmasa da; yönetmenin 3: 10 to Yuma’da yakaladığı grafik işçiliği aratmayacak denli bir yapı inşa ediyor. The Salvation, bu bakımdan alabildiğine minimal fakat dönemin dokusunu yakalayabilen kasabanın görsel albenisi fazlasıyla yüksek!

     Mikkelsen, sessiz intikam meleği Don suretinde, kendisinden beklenen performansı, nihilist bir tutumla izleyiciye armağan ederken; Eva Green’i kariyerinin en sessiz sedasız performansıyla izliyoruz bu defa. Filmin kötü adamıysa Jeffrey Dean Morgan suretinde endam buyuran psikopat katil Delarue! Tıpkı Mikkelsen gibi tekinsiz rollerde izlemeye alıştığımız Morgan, eski western kötücüllerini aratmayan bir performansla karşımıza dikiliyor! Mikkelsen, Green ve Morgan paslaşması başarılı görünse de, uzun toplar için araları biraz açık. Yönetmen Levring, izleyiciyi karakterlerin hiç birinin yanına yaklaştırmıyor. Onun yerine sadece Don’un intikam girişimine odaklanıyor ki bir western için kısa sayılabilecek süresi The Salvation’ı karakter odaklı bir yapım olmaktan alabildiğine uzaklaştırıyor zaten. Onun yerine Don’un etrafını saran entrika yumağının ucunu açıyor sadece…

     Sözün özü, karşımızda hem alabildiğine naif hem de geleneksel western kadrajlarının dışına taşan bir intikam öyküsü duruyor. Klasik sayılabilecek bir hikâyeyi, kendine has bir görsel dille anlatan yönetmen Levring; son tahlilde filmini lezzetli planlarla süslemeyi de başarıyor. Makul sayılabilecek süresiyle, girizgahtan finale kadar izleyiciyi Don’un “kötülerden” alacağı intikama hazırlıyor. Zaten son 15 dakikaya yayılan çatışma sahnesi de,  aranan western ruhunu bulmak için doğru kapıyı çaldığımızın kanıtı niteliğinde.

      The Salvation, her halükarda western severlerin damağına hitap edecek bir lezzet! Son yıllarda western mutfağına giren yüz akı örneklerden biri! Zorlanmadan hazmedebilirsiniz.

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Charlie Kaufman’ın Muhteşem Dönüşü: Anomalisa (2015)

Otel odalarının insanı yalnızlaştıran ve kendisiyle yüzleştirmeye davet eden bir
blank

The Tripods (1984-1985)

The Tripods bilm kurgu ve kıyamet sonrası hikayeleri sevenlerin kesinlikle