Hollywood’un “yersen” diyerek pişirdiği son “köfte filmlerden” biri olan Dwayne Johnson’lı San Andreas’tan aslında öyle olduğunu öğrendiğimiz 95 şey! İbretlik bir yazı…
- Beş stüdyonun bir araya gelip ancak bu kadar film çekebildiğini.
- Seyircilerin filmin ilk 1 dakika 5 saniyesi boyunca bu şirketlerin logolarını izlemekten büyük keyif aldığını.
- Dağ yolunda yola bakmadan araba kullanırsanız değil, sadece heyelan olursa kaza yapabileceğinizi.
- Subaru’nun uçurumdan aşağı metrelerce düşmesine rağmen yamulmadığını, en fazla camlarının kırılıp tamponlarının hasar gördüğünü.
- Emniyet kemeriniz takılı olmasına rağmen arabanın ön koltuğundan bagaj camına kadar savrulabileceğinizi, başka bir deyişle sizi koltukta tutmak için geliştirilmiş kemerin aslında işlevsiz olduğu.
- Gazetecilerin önündeki kâğıtlara sordukları soruların cevabını değil, röportaj yaptıkları insanlarla ilgili önyargılarını yazdıklarını.
- “Afganistan’la burası arasında ne fark var” sorusunun akıllıca, “burada bize ateş etmiyorlar” cevabının aptalca olduğunu.
- Bell Huey helikopterin sıkışık trafikte makas atan Doğan görünümlü Şahin çevikliğiyle kayaların arasına girebileceğini.
- Sizi kurtarmaya gelen görevlinin kurtarılmaya ihtiyacı olacağını.
- Buna rağmen gelen ikinci adamın “korkma” demesiyle paniğinizin geçeceğini, hatta paniğinizin geçmek için Dwayne Johnson’ı beklediğini.
- Dağcı (Cliffhanger)’ın girişini andıran bu ilk sahnenin onun 10’da biri kadar gerilim yaratamadığını.
- Felaket filmlerinde mutlaka parçalanmış çocuklu bir ailenin ve kadının yeni bir ilişkisinin olmasının gerektiği.
- Filmlerdeki oyuncuları bir arada gösteren aile fotoğraflarının çok kötü Photoshop işçiliğine sahip olabileceğini.
- Depremi tahmin etmeye Hoover Barajı’na gidenlerin tahmin ettikleri depremde öldüklerini. Terzinin kendi söküğünü dikemediğini.
- Hoover Barajı’nı yıkacak kadar büyük bir sarsıntının ne hikmetse üzerindeki araçları sallamadığını.
- Buradan hareketle kötü yönetmenlerin pratik efektleri tamamen boşlayıp sallanan kamera ve bilgisayar efektleriyle her işi halledebileceklerini zannettiğini. “Kamerayı sallarız, seyirciyi kekleriz.”
- Yerin altınızdan kaydığı 7,1 şiddetindeki deprem esnasında topuklayıp kaçabileceğinizi.
- Jeofizikçilerin gerektiğinde kolluk kuvveti olarak görev yapıp tahliyeleri yönetebileceğini.
- Jeofizikçilerin ölen sittin senelik çalışma arkadaşlarının acısını sallamayan kalpsiz tipler olduğunu. Hatta Amerikan felaket filmlerinde ölenin her zaman öldüğüyle kaldığını.
- Amerika’nın çeşitli yerlerindeki büyük binaları yıkmak için film çekenlerin popolarından jeoloji uydurduğunu. Hoover Barajı’yla San Francisco arasındaki bağın açıklaması neydi öyle?
- Kylie Minogue’un 1,5 dakika görünmesinin bir film için yeterli olduğunu.
- Aslen Avustralyalı olan Minogue’un Amerikan aksanının inandırıcı olduğunu.
- Görev emri verilmiş bir arama kurtarma pilotunun kafasına göre karısını kurtarmaya gidebileceğini.
- Aynı pilotu kimsenin “neredesin lan sen” diye arayıp sormayacağını.
- Ailenin tekrar bir araya gelmesi için “eski karının yeni sevgilisi” karakterinin her zaman şerefsiz olması gerektiğini.
- Depremlerin yerin altından giden dev bir dalga gibi göründüğünü.
- Bu dev dalgayla dev gökdelenlerin salınım hareketleri arasında uyumsuzluk olmasının görüntü efektlerini yapanlar için mühim bir sorun olmadığını.
- Çelik konstrüksiyon veya betonarme fark etmez. Depremde tüm binaların aynı şekilde davranıp yıkıldığını.
- 8,5 şiddetinde depremde merdiven inip çıkabileceğinizi.
- Binaların çökmek için Carla Cugino’nun koşmaya başlamasını beklediğini. İlk adımı attığı anda başlıyor. Çok enteresan.
- Amerikalıların her şey gibi çöken binalardan da koşarak kaçabildiğini.
- Kamyon geçtiğinde bile yerin sallandığı bir dünyada yana devrilen gökdelenlerin etkisiz eleman olduğunu.
- Çökmek için koşmayı bekleyen bina gibi, arabanın üzerine düşmek için ailenin kızının çıkmasını bekleyen bina parçaları olduğunu. Bu son saniyede kurtulma klişesinin artık kabak tadı verdiğini.
- Gökdelen her an tepenize devrilecekken yerde sırtüstü yatıp soluklanacak kadar vaktiniz olduğunu. Gökdelenlerin ve bina parçalarının nasıl olsa sizi bekleyecek kadar centilmen olduğunu.
- Sadece Hoover Barajı’nda değil, San Francisco’da da depremin arabaları sallamadığını.
- Hoover’daki doğru deprem tahminini depremden sadece 30 saniye önce yapan uzmanların bir sonraki tahmini mucizevi bir şekilde saatler öncesinden yapabildiklerini.
- “Medya kuruluşlarını hacklemek” tabirinin en fazla canlı bağlantı kurmak anlamına geldiğini.
- Cep telefonu şebekesi çökse de, binalar yerle bir olsa da televizyonların yayın yapmaya devam edeceğini.
- Yer kabuğunun şeklini değiştirecek kadar güçlü olan 9,1 şiddetindeki depremin yerin altına gömülü kabloları koparmadığını. Dolayısıyla sabit telefon hatlarının çalışacağını.
- Garaj katındaki limuzinde mahsur kalan kadınların giriş katında olanları anne babalarına tüm detaylarıyla anlatabilecek kadar medyum olduğunu.
- Depreme karşı çelik ve ahşap binalardan daha dayanıksız olan betonarme kulelerin tepesine tırmanmanın bir kaçış planı olabileceğini.
- Elektronik mağazasından “filmin sonunda lazım olur” diye lazer yürütebileceğinizi.
- Yıkılan binaların caddedeki insanları kapıp götüren bir kasırga etkisi yarattığını.
- Yer kabuğunu değiştirecek deprem şiddetleri telaffuz edilmesine rağmen yolların kaymak gibi dümdüz kalmaya devam ettiğini. Ayvalık’ta deprem olmamasına rağmen her yıl bozulan asfaltın film hilesi olduğunu.
- Şanzımanın dişlisinin kırılmak için Dwayne Johnson’ın tahmini varış süresi vermesi beklediğini.
- Dişlisi kırılan helikopteri “vurdurarak” çalıştırıp indirebileceğinizi.
- Amerikalıların her fırsatta yağma yaptığını. Taş üstünde taş kalmamışken televizyon çalmanın mantıklı olduğunu.
- Dwayne Johnson’sanız, kafanıza silah dayanmasının sorun olmadığını. Herkesi tetiğe basamadan halledebileceğinizi.
- Amerika’da nereden geçtiği çok iyi bilinen San Andreas fay hattı üzerine yapılan benzin istasyonlarına ruhsat verildiğini.
- Kırılarak 9,1 şiddetinde depreme neden olan fay hattının 50 metre gerisinde hiç hasar olmadığını.
- Sağlamlığıyla meşhur Volvoların aksının hiç gereği yokken kırılabildiğini.
- Günler torbaya girdiği, psikolojik destek henüz icat edilmediği için bir babanın kızının ölümüyle ilgili duygularını eski karısına felaket esnasında, uçağın yakıt deposunun dolmasını beklerken açtığını.
- Bu iki dakikalık konuşmanın evliliği kurtarmak için yeterli olduğunu ve aylarca süren iletişimsizliği affettirdiğini.
- Taktik radyo kanalı ve erzak için soyduğunuz itfaiye arabasından aldıklarınızı senaryonun gerektirdiği istisnai bir durum hariç kullanmadığınızı. Boşu boşuna suç işlediğinizi.
- Elektrik varmış, yokmuş fark etmez. Elektrik kablolarının mutlaka kıvılcım çıkardığını.
- Deprem anında korunmak için çöken binaların altına girmenin zekâ belirtisi olduğunu.
- Yıkılan binanın kırılan camlarının yan yatmış karakterin üstte duran bacağını es geçip altta duran bacağına saplandığını.
- Hiçbir etkinizin olamayacağı deprem gibi bir felaket anında sevişmek istediğiniz erkeğin kardeşine “her şey yoluna girecek” diye söz vermenin inandırıcı olduğunu.
- Elektrikler kesikken metronun hâlâ çalışabildiğini, hatta yerin bir bölümü yükseldiğinde yokuş yukarı tırmanarak (yani yerin hareketiyle değil, kendi gücüyle hareket ettiğini onaylayarak) tünelden fırlayıp insanların tepesine düşebileceğini. (gökten yağmur değil, yeraltı metrosu yağsın).
- Yine deprem sahnesi, yine koşma. 9,6 şiddetinde deprem olurken depar atabileceğinizi.
- Artık bu şiddetteki depremde sarsıntının şiddeti yüzünden tekerleklerinin yerden kesilmesi, sek sek sekmesi gereken arabaların yine sallanmadığını.
- Her şeyin en iyisinin ve en büyüğünün Amerika’da olması gerekliliğinden hareketle deprem rekorunun da Amerika’ya geldiğini.
- Dağlardaki fay kırıklarında meydana gelen depremlerin tsunamiye yol açtığını.
- Tsunami dalgasının merkez üssünden uzağa değil, uzaktan merkez üssüne doğru geldiğini.
- Tsunami alarmının tsunamiden 5 dakika önce verildiğini.
- Tsunamiden önce gerçekleşen deniz çekilmesinin kahramanın fındık kabuğu gibi teknesini etkilemediğini.
- Dwayne Johnson’ın her zaman en hızlı ve en güçlü motorlu tekneyi kullanacağını. Hangi tekneyi çalacağını iyi bileceğini.
- Tsunami dalgasının zirvesindeyken tekneyi yavaşlatıp pervanelerinden kıl payı kurtulduğunuz tankerin düşüşünü seyretmenin mantıklı olduğunu.
- Annenin yeni sevgilisinin mutlaka şerefsizliğine yaraşır bir şekilde ölmesi gerektiğini.
- Hollywood marka felaket filmlerinde aşk üçgenlerindeki stepnelerin mutlaka ölmesi gerektiğini (ayrılık yetmez, iyi-kötü niyet fark etmez. İlla ölecek!)
- Erkeklerin cam batmış bacaklarındaki bandaj değiştirilirken “atardamara gelmiş mi, siniri kesmiş mi, mikrop kapmış mı” gibi şeyler yerine “şu kızı bir öpsem” diye düşündüklerini.
- Ergen erkek kardeşlerin her öpüşenin evleneceğini zannettiğini.
- Suyun gökdelenleri yana devirmesinin mantıklı olduğunu veya Amerika’da gökdelenler için temel atılmadığını.
- Tsunaminin asıl yıkıcı gücü olan molozları toplamak için filmin kahramanlarının içinde olduğu binanın içinden geçip gitmeyi beklediğini.
- Tsunami dalgası geçtikten sonra suların yükselmeye devam edeceğini.
- Böyle bir durumda kırılan camlardan dışarı çıkmak yerine suyun yükseldiğini, mahsur kalabileceğinizi bile bile üst katlara çıkmanın daha mantıklı olduğunu.
- Molozların tıkadığı merdivenlerin tsunamiden sonra mucizevi bir şekilde geçit verebileceğini.
- Gemilerin iki binanın arasında dikine durabileceğini. Baştaki Subaru’nun da dayanıklılığından yola çıkarak çeliğin her türlü darbe ve gerilime dayanıklı, mucizevi bir malzeme olduğunu.
- Senaristlerin karakterlere önce tekne çaldırıp, sonra tsunamiyle gerekli yere ulaşmaları için imkân yaratıp, sonra da onları onca gökdelenin arasından kızlarının sığındığı binanın önünden geçirerek “akıl almaz rastlantılar” sınırlarını aşmakta beis görmediğini.
- Tam her şey yolunda giderken binanın sırf heyecan olsun diye sebepsiz yere çökmeye başlayacağını.
- Kızınızın sular altında olduğunu, her an boğulabileceğini bile bile geri dönüp eski karınızı teselli edip öperek zaman kaybedebileceğinizi. (O da bekleyiversin 2 dakka, aile bir araya geliyor sonuçta.)
- Suyun altında, ne zaman nefes alabileceğinizi bilmemenize rağmen kızının adınızı haykırmak gibi son derece “etkili” ve “faydalı” bir hareket yaparak nefes harcamanızın sakıncası olmadığını.
- Fiziksel olarak formda olan yetişkin bir kadının boğulmasının 30 saniye sürdüğünü.
- Kızının boğulma evresine geçmesiyle bir anda Chuck Norris’leşen Dwayne Johnson’ın bir anda engelleri parçalamaya başladığını. (Şunu kız boğulmadan yapsaydın ya?)
- Binanın cam yüzeyini parçalayacak kadar hız kazanan sürat teknelerinin zınk diye durabildiğini.
- Yıkılan binadan kaçmak için arkanızda, sadece 5 metre geride bulunan açıklıktan çıkmak yerine binayı boydan boya kat etmenin, hem de binanın yıkılmakta olduğu yöne doğru kaçmanın daha heyecan verici olduğunu.
- Senaristlerin bir gişe filminde “ailenin ikinci kızı da ölecek mi” diye heyecan yaratabileceklerini zannettiğini.
- Tıbben dakikalarca ölü kalmış birinin zınk diye kendine gelebildiğini.
- San Andreas’ın “milliyetçilik” ve “büyük Amerikan ailesi” mesajlarının felaket filmlerinin içinde ne kadar sırıttığını bir kez daha kanıtladığını.
- Paul Giamatti’nin film boyunca “ne işim var benim burada” diye baktığını.
- Carla Cugino’nun bunun ne menem bir film olduğunu anlayıp inandırıcı olmak için hiç çaba harcamadığını.
- Filmin Ioan Gruffud ve hatta Dwayne Johnson’ı bile harcadığını.
- Hollywood’un felaket filmlerini çok pespaye bir şablon üzerine oturttuğunu.
- Senaristlere ilk günden verilmesi gereken “Deus Ex Machina yapmayın” dersinin Amerika’da es geçildiğini
- Yönetmen Brad Peyton’un içinden içeri bir Roland Emmerich olduğunu.
96- Ciddiye bile alınmayacak basit bir aksiyon filmi hakkında 95 maddelik bir yazı yazılabileceğini.
Bir filmin ‘gereksiz’ olduğunu anlatmak için bu kadar çaba sarf etmenizden dolayı kutlarım. Fakat bir eleştirmen gözüyle degil de, sırf “aksyon olsun da nasıl olursa olsun” diyen ben gibiler üstelik baş rolde D.Johson varsa keyifle izleyecekleri bir film olduğunu da biz ekleyelim. Zaten yapımcılar da bu filmin Oscarlık olması gerektiğini düşünmedikleri de belli. Eğer Oscar’a aday olsaydı yukarıdaki eleştirileri bizim de yapacağımız kesin.
Filimde ve de tüm USA filimlerinde bir yerde USA bayrağı görünmese ve illaki USA halkının böykesi durumlarda birlik ve beraberlik içinde hareket edeceği mesajının verilmesi en absürt durum. Herkes biliyor ki böylesi bir durumda Türkiye’de kimse panic halinde market yağmalamaz. Fakat USA’liler bunu yapar ve hatta birbirini bile bunun için öldürürler.