Jean Paul Sartre’ın Çark’ını okuduğumda henüz 19 yaşındaydım. O zaman için Çark’ın içeriğinden daha çok biçimsel yapısıyla ilgilenmiştim. Kurgusal yapıdaki git-geller, karakterlerin diyalogları üzerinden aynı olgusal gerçekliğe farklı bakış açıları sunması aklımı başımdan almaya yetmişti. Bir Sinema TV öğrencisi olarak, hem biçimle oynayıp hem de çok değerli şeyler anlatılabileceği fikri, Sartre hayranlığımı katlamıştı. Hakikati farklı açılardan görmek ve aralarındaki uçurumun bilincine varmak! Doğruluk kavramının öznelliği… Aslında Sartre, ‘Çark’ın senaryosuyla, bir yazar olarak sinema dilini ustaca kullanmasının yanı sıra, yarattığı karakterler üzerinden de kendi felsefesini daha anlaşılır kılma yolunu seçmişti. Diğer romanlarında yaptığı gibi…
Şimdi, Sartre’ın 1946 yılında sinema filmi senaryosu olarak yazdığı Çark’ı tekrar ele aldığımda, hala özgünlüğünü koruyan biçemiyle birlikte, özellikle içeriği üzerinden günümüz Türkiye’si siyasetine kolaylıkla adapte edebiliyorum. Bizim gibi uygar dünyanın gerisinde kalmış, demokrasisi az gelişmiş ülkelerde süre gelen toplumsal sorunların asıl kaynağı ve iktidar – siyaset ilişkisini anlamak için oldukça faydalı bir kaynak olduğunu görüyorum. Aynı zamanda da mutlaka okunması gereken bir kitap (senaryo) olarak da sinemacı adaylarına özellikle tavsiye ediyorum Çark’ı.
Sartre, Çark’ta içerik olarak günümüzde de geçerli olan bir siyasi atmosferi betimliyor. Kapitalizmin, emperyalizm eliyle yani güçlü devletlerin gelişmemiş ülkeleri sömürmek amacıyla iktidara getirdiği kukla liderler ve hükümetler aracılığıyla oynadığı kirli oyunları, sürekli dönen menfaat çarkının dişlerinin arasında ezilen halkların yoksulluğa ve açlığa sürüklendiği, acımasız ve adaletsiz bir sistemi anlatıyor. İktidar her ne kadar temiz veya idealist fikirlerle yola çıksa da bu kirli siyaset, iktidarı şiddetin merkezine oturtuyor. Şiddeti üreten iktidara gelen herhangi biri değil, iktidar başlı başına şiddetin ta kendisi oluyor. İnsanların bilinçlenmesini ve iktidara karşı çıkmasını engellemek için de baskı, şiddet, zor kullanma gibi yöntemlerle sömürüyü sürekli olarak uyguluyor. İktidarın yarattığı bu kısır döngü, diğer sorunlarla birlikte içinden çıkılamayan toplumsal siyasi sorunları beraberinde getiriyor. Sistem bir Çark gibi hep aynı sorunları üretiyor ve devran bu şekilde dönmeye devam ediyor.
O yüzden Sartre’a göre demokrasisi gelişmemiş bir ülkede iktidara gelenler asla ülkeyi kendileri yönetemezler. Onlar bu sistemde olsa olsa dişlinin bir vidası konumundadırlar. Ülkeyi asıl yöneten emperyalist kapitalizmdir ve iktidara getirdiği kuklalar aracılığıyla halkı baskı ve korkuyla sindirmeye çalışarak sömürüye devam ederler.
Sartre, kendisiyle yapılan bir röportajda, “sorunun kişiden ya da karakter yapısından kaynaklanmadığını göstermek istedim” der, “yabancı güçlerin kuklalar aracılığıyla egemen olduğu bir ülkede, çürümüş olan, iktidarın kendisidir. İktidarı ellerinde tutanlar da tıpkı Jean gibi, kendilerine rağmen cani olurlar.”
Kerem Topuz