16. yüzyıl sonu. İsveç ile Rusya arasında 25 yıl süren savaş bitmiştir. Savaşılan bölgeler her iki tarafça paylaşılarak sınırlar belirlenecektir. Bunun için Finlandiyalı kardeşler Eerik (Ville Virtanen) ve Knut (Tommi Eronen) üç Rus asker ile beraber çalışmaktadırlar. Eerik sert yapılı asker karakteriyle güvenliği sağlarken önüne çıkanları harcamakta hızlı davranmaktadır. Knut ise bilime yatkın araştırmacı kişiliğiiyle haritacılığı sayesinde araştırmayı yönlendirir. Bir süre sonra karşılarına harita üzerinde bulunmayan, etrafı bataklıkla kaplı bir köy çıkar. Köyün hangi tarafa ait olduğunu tespit edebilmek için yapılan soruşturma, milliyet ve din ile ilgili soruların köylülerce bilinmemesi nedeniyle karışır. Bataklık içerisinde bulunan ve eski bir inanışa göre içinde yıkanıldığında günah çıkarmaya gerek kalmadan arınılabileceği söylenen sauna ekibin ilgisini çeker…
Piyasaya çıkan ve ilgimizi çeken pek çok filmi doğal olarak çıktığı anda izlememiz mümkün değil. Hele de benim gibi abuk nedenlerden dolayı sinemaya gitmeyenlerdenseniz günceli takipte geri kalabiliyorsunuz. Bunu gidermenin yolu, %90’ı internet üzerinden, %10’u da basılmış yayınları okumaktan geçiyor. Bu konudaki okuma ve araştırma merakımın beni kendi adıma izlememin gereksiz olduğu pek çok filmden koruduğunu söyleyebilirim. Çoğumuz gibi… Kötü tarafı ise sürprizli filmlerin sürprizinden veya şaşırtıcılığından mahrum kalmak olabiliyor. Çünkü dünya çapında bazı arkadaşların sınır tanımayan heyecanlı paylaşımları ile filmlerin kilit noktaları muamma olmaktan çıkıveriyor. Tüm bunların yanında bazı filmleri hiç hakkında okumadan izlemek istediğim de olabiliyor. Baise-Moi veya Hatchet gibi kötü sonuçlanan örnekler verebilirim. Veya À L’Intérieur, Sauna gibi iyilerden…
Herhalde, afişini görmeden bana Sauna isimli bir Finlandiya korku filminin olduğu söylense, kafamda bir sürü çıplak ve göz açıcı kızın çığlıklar eşliğinde doğrandığı tipik bir slasher canlanırdı. Hatta seksenlerin sonunda olsaydı canlanan bir sauna bile olabilirdi! Sauna dış basında genelde korku filmi olarak nitelendirilse de aslında kısmen savaş dramı, kısmen günahlar üzerine bir deneme, kimi zamanda göstermeden yeterince rahatsız eden varoluşçu bir korku filmi. Aslında tek başına hiç biri değil ama bütün olarak, tür anlamında birbirini ezmeden hepsi olabilen bir film. Hatta, bütün dinlerin önemli bir ortak noktası olan günahtan, daha doğrusu günahın neden olduğu dehşetten beslenen, onu merkezine alan ama tatrtışmalı olarak dinsel olmayan bir film. (Her ne kadar filmden bahsedilen bazı şeyler bir İskandinavyalı için daha çok gelse de Rus Ortodoksluğu ile İskandinav Protestanlığı arasındaki kavgayı hissetmemek mümkün değil.) Yönetmen Anilla taraf tutmak yerine kimi zıtlıklardan faydalanmış. Eerik’in gözlüklü halinin çağrıştırdığı zekanın aksine yıkan karakteri gibi… Krala hizmet için kullanılan şiddetin barışla sekteye uğraması gibi… Eğitimle desteklenen inancın gerçeklerle karşılaşıldığında yönünü şaşırması gibi… Ya da bataklık ortasında temizliğiyle dikkati çeken köy gibi…
İşin korku tarafına gelince. Kimi küçük anlar dışında kanın gövdeyi götürdüğü, koşturmacalı heyecanın tavana vurduğu bir film değil karşımızdaki. Bu beklentiyle izlendiğinde bir yerden sonra sıkılmanız, hatta dayanabilirseniz sonunda “ee, ne oldu şimdi” diye küfrederek stop tuşuna basmanız garanti. Çünkü buradaki korku, tedirginlik yoğun ama soyut hatta şiirsel bir tonda. Aynı şey filmin hikaye anlatımı için de geçerli. Her fırsatta yapıldığı gibi hemen Hollywood’u suçlamak istemiyorum ama Amerkan filmlerinde alıştığımız türden açık ve net bir başı-ortası-sonu olan, meğer neymiş türü bir entrika veya “o-ha” dedirtecek bir şiddet beklentisinde iseniz sakın yaklaşmayın derim. Yoksa kısa süresine rağmen çekeceğiniz eziyet eminim ki filmi yapanlara (ve bana!) bir küfür olarak geri dönecektir. Yani filmin jeneriğinden finaline kadar belirsizliğin ağır bastığı bir tedirginlik söz konusu.
Yönetmen A.J. Anilla görselliğe hakim bir yönetmen. Stilize olmanın cılkını çıkarmadan (fotoğraflarda iyi duran ama izlemeye gelince cılkı çıkan Repo! The Genetic Opera gibi filmlerin aksine) akılda kalan anlara imzasını atmış. Tabii ki sinematograf Henri Blomberg’in yardımıyla… Yönetmenin bir önceki filmi olan, aynı zamanda ilk uzun metrajlı filmi Jadesoturi (2006) pek çok eleştirmence en iyi Finlandiya filmi olarak nitelendirilen görselliği ağır basan bir tür wuxia filmi. Anilla’nın uzak doğuya bir ilgisi olduğu belli. Sauna’da uzak doğu filmlerinde kullanılan teknikleri kullanmayı tercih etmiş. Uzaktan görülen, hareketsiz ama yerinde durmayan figürler, küçük ama vuran kamera hareketleri gibi…
Her ne kadar filmi övmüş olsam da, eğer izleyecekseniz özellikle korku filmi izleyeceğim beklentisine kapılmayın derim. Festivalleri takip etmediğim/edemediğim için benim için oldukça sürpriz olan bu sağlam görüntülü, sağlam oyunculu ve kafa karıştıran hikayeli filmi kesinlikle tavsiye ediyorum.
Not #1: Karşılaştığım kimi Amerikan ve İngiliz izleyici yorumlarında filmin alt yazı ile izlenmesinin yarattığı problemlerden, filmi daha da zor bir hale getirdiğinden bahis ediliyor. Hatta gösterimi ya da dvd’si İngilizce dublajlı çıksın isteyenler de var ki büyük olasılıkla öyle çokacak. Türkler olarak bizim izleyiciliğimizi görseler de şükretseler mi, yoksa biz onlara bakıp da ne kadar azimliyiz diye gururlansak mi bilemedim. Siz ne dersiniz?
Not #2: Amerika, İngiltere, İtalya ve Fransa gibi ülkeler dışında ses getiren bir film çıktığında biz izleyiciler tuhaf beklentilere giriyoruz. Zamanında her Alman filminde erotizm, her uzak doğu filminde havada uçuşan insanlar görmek ister gibi şimdi de örneğin her fantastik İspanyol filminden El Laberinto Del Fauno gibi bir şeyler bekliyoruz. Ya da beğenmezsek bunları öne sürüyoruz. Bu sadece bizim için değil başka yerler için de geçerli sanırım. Herkes beğenip sevmek zorunda değil tabii ki, ama, örneğin Sauna’yı sıkıcı bulup beğenmeyen neredeyse herkesin hiç bir alakası olmayan Låt Den Rätte Komma’yı önermesi, yada onca gösterime çıkan özelliksiz film yanında slasher alt türünün kurallarını uygulamaktan başka bir hedefi olmayan Fritt Vilt gibi bir filmin “farksızlığından” şikayet edilmesini kendi adıma “ille de bir şey söyleyeceğim kolaycılığı” olarak değerlendiriyorum..
Not #3: Aman Spoiler içerir…
Aslında spoiler kapsamına girer mi bilmiyorum ama, filmi, sevdiğim ve yakınlarda tekrar izlediğim Event Horizon’a benzettim. Kuşkusuz Event Horizon’ın beslendiği kaynaklar gereği başka filmlere de benzetilebilinir. Yalnız kartlarını çok daha açık oynayan, “ünlü son cümlelerini” daha açıkça söyleyen Event Horizon’ın aksine Sauna’nın belirsizliğinin beni daha tatmin ettiğini söylemeliyim.
Öteki Sinema için yazan: Anıl “A:S:A” Seçkin
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Resmi site: http://www.bronson.fi/sauna
Fragman (Fangoria versiyonu): http://link.brightcove.com/services/player/bcpid2152702001?bctid=17418012001
[/box]
Selam Anil, yazdigin butun yazilari keyifle takip ediyorum
FInlandiyali bir arkadasim bu filmden bana bahsetmisti. Yazi cok guzel gorunuyor. Ancak ben yine de bulup izlemeden once okumicam galca. Nerden temin ederim filmi Anil?
Yazıyı baştan sona okudum. Sonra sona geldim. Etiktlerdeki “Paris Hilton” dikkatimi çekti. “Allah allah bir şey kaçırdım herhalde” diye bir daha okudum.. Ama yine bulamadım.. Üçüncü defa okumayayım diye sorayım dedim.. Ne alaka? :)
extremeb, tamamen benim hatam ama arada yapmak lazımmış demek :) yazının okunurluğu artıyor. :)
Can, Burada: http://cinemageddon.org/details.php?id=40756
altyazısı da burada: http://divxplanet.com/sub/s/120705/Sauna.html
(Fince biliyorsan iş değişir tabi :) )
Aslında Paris Hilton ile ilgili bir hata yok. Çünkü kendisi Repo! The Genetic Opera filminde oynuyor. Filminden bir fayda göremedim (evet, bu filme taktım kafayı) ama hiç olmazsa adından faydalanayım dedim. :)
Can, sana da mail atmıştım ama yavaş takipçiliğim sayesinde geç kalmışım. Sanırım bu yüzden 1950-1980 arası filmlerle günlerim geçiyor.
Anıl, Repo’da Sarah Brightman’ın seslendirdiği “Chase the Morning”i çok seviyorum ben… Onun hatırına filmi silmedim.
İzlemek isteyen olur diye videosunu ekliyorum.
Teessüf ederim, yazıyı etikette Paris Hilton olduğu için okumadım, zaten okuduktan sonra farkettim :P
Repo!’yu beğenmedim diye başkalarını yanlış yönlendirmek istemem. Fakat, Murat sana hak veriyorum, filmle ilgili aklımdaki tek olumlu şey Sarah Brightman’ın hem kendisi hem de sesi oldu. Bazı insanları kamera gerçekten seviyor.
—SPOILER—
Filmin sonuna gelince şu sayfadaki son posteri az anmadım, çok kınadım.
—SPOILER—
“B”, bir yerde hak veriyorum, filmi izledikten sonra yazıyı yazarken filmin kendi sitesinden indirdiğim duvarkağıdını (!) eklememeyi düşündüm. Fakat ancak o sahne geldiğinde, fotoğrafı görmüş bile olsanız “buymuş” denileceği için spoiler sayılmaz diye düşündüm.
Sauna’yı dün gece izledim ve çok beğendim. Ayrıca filmde Aki Kaurismäki’nin fetiş oyuncusu Kati Outinen’e rastlamak hoş bir sürpriz oldu kendi adıma.