Daha önce de söylemişimdir, savaş/korku (horror/war) olarak isimlendirilen melez türe karşı aşırı bir düşkünlüğüm vardır. Tür dahilindeki filmleri sektirmeden izlemeye çalışırım. İlginç bir türdür savaş/korku; benim gibi birçok takipçisi olmasına rağmen hem fazla üretim yoktur, hem de bu üretimlerin çoğunun takipçileri memnun edecek düzeyde olduğu söylenemez.

Savaş Korku Filmleri

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

En çok beslendiği kaynak İkinci Dünya Savaşı’dır. Naziler hakkında dönen büyü, paralel evren, başka boyutlardaki canavarlar ve yaratıklar ile iletişime geçme çabaları, UFO ve süper asker üretimi gibi gerçekliğinden yüzde yüz emin olunamayan çılgın şehir efsaneleri, türü fazlasıyla besler. Hatta ‘Nazi occult/horror’ ismiyle oluşan alt türe ait filmleri çıkardığımızda elimizde çok fazla örnek de kalmaz.

Hikâyenin ana yapısı da çok farklılık göstermez. Çoklukla günümüzde geçen hikâyenin kahramanı olan bir grup asker, basitmiş gibi görünen bir operasyonla ya da bir tesadüf sonucu bir sığınağa gider ve beklenmedik doğaüstü ya da olağanüstü bir tehlike ile yüzleşir. Hikâyede çok farklılık olmayınca, diğer unsurlar daha önemli konuma geçer. Daha çok atmosfer odaklı filmler olduğundan, mekân seçimi ile yaratılan gizem ve merak duygusunun uzun süre korunması, önem sırasında belki de en başa geçiverir. Diğer önemli bir unsur da askeri timin karşı karşıya kaldığı tehlikenin niteliğidir. Tehlikenin dayandığı şehir efsanesinin ve tehlikenin bizzat kendisinin ilginçliği, aşırılığı ya da inandırıcılığı gibi detaylar, filmin çekiciliğini arttırır.

Bu yazıyı yazmamdaki asıl amaç, savaş/korku türüne ait filmlerin bir listesini çıkarmak. Dolayısıyla zaman içinde eklemelere açık bir yazı olacak. Öne çıkan başarılı örneklerin yanı sıra kötü olanları da listeye ekledim. Yanlarındaki küçük notları okumadan filmlerin peşine düşmeyin diye uyarımı da yaparak listelemeye başlayayım. Ayrıca Nazi zombi filmlerini listeye dahil etmediğimi de hatırlatmak isterim.

R-Point (2004): Kong Su-chang tarafından yazılıp yönetilmiş olan Güney Kore yapımı film, izlediğim andan itibaren favorilerim arasına girdi. 1972’de Vietnam’da geçen hikâyenin kahramanı olan dokuz kişilik tim, öldüğü düşünülen başka bir timden gelen mesaj sonucu, kayıp askerleri aramak üzere mesajın geldiği yere yani R-Point denen bölgeye gider. R-Point’i, Uzakdoğu korku sineması ile problemi olmayan herkese gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim.

Savaş Korku 1

GP506 (2008): Bu da Kong Su-chang tarafından yazılıp yönetilmiş olan Güney Kore yapımı bir film. Yapı ve konu itibarıyla diğeri ile büyük ölçüde örtüşse de, GP506’in problemi tamamen farklı. GP506, Güney ve Kuzey Kore arasındaki bölgede yer alan nöbet yerlerinden birinin adıdır. Burada görev alan askerler, üç ay boyunca hiç izin kullanamaz ve nöbet yerini terk edemez. GP506’de askerlerin çoğunun ölümü ile sonuçlanan bir katliam meydana gelmiştir. Askeri polis olayı araştırmaya gelir ve sağ kalan tek(!) askerden olan biteni dinler. Aşırı ‘flashback’ kullanımı bir parça kafa karışıklığı yaratsa bile ilginç konusu ile izlemeye değer bir film.

Outpost (2008): Steve Barker’ın yönettiği filmin senaristi Rae Brunton. İngiltere yapımı Outpost için türün zirvesinde yer alıyor desek sanırım yanılmış olmayız. Bir iş adamı, kiraladığı bir grup paralı asker ile Doğu Avrupa’da yer alan, II. Dünya Savaşı’ndan kalma bir sığınağı bulmaya çalışır. Uzun süredir kimsenin uğramadığı sığınakta, umulmadık sürprizler onları beklemektedir. Listedeki filmler arasında “mutlaka izlemeniz gerek” yaftasını en çok hak edenlerden biri.

The Bunker (2001): Clive Dawson’ın yazıp, Rob Green’in yönettiği İngiltere yapımı film, türün öne çıkan örnekleri arasında yer alıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında bir sığınakta mahsur kalan bir Alman timi, etraflarını saran Amerikan askerlerine karşı direnmeye çalışır. Zaman ilerledikçe akıl sağlıklarını koruyamayan askerler, sığınağın boğucu havasının da etkisiyle yavaş yavaş delirmeye başlar. Savaş/korku türüyle ilgileniyorsanız mutlaka şans vermeniz gerekenlerden biri.

Savaş Korku 2

Deathwatch (2002): Michael J. Bassett’ın yazıp yönettiği İngiltere/Almanya ortak yapımı film, benim şahsi olarak en sevdiğim filmlerden biri. 1917 yılında bir grup İngiliz askeri, ön saflarda yer alan Alman sığınağını ele geçirir. Esir aldıkları Alman askeri, sığınaktaki kötücül bir varlıktan bahseder ve derhal sığınağı terk etmeleri için uyarıda bulunur. Müthiş bir atmosfere sahip Deathwatch, izleyeni etkisi altına almakta fazla zorluk çekmiyor.

The Objective (2008): Yönetmenliğini Daniel Myrick’in yaptığı ABD yapımı film, tür meraklılarının ilgisini çekmekte zorlanmayacak bir yapıya sahip. Gizli bir görev için Afganistan’a gönderilen CIA ajanı Benjamin Keyes, hepsi işinin uzmanı bir grup asker ve gönüllü bir Afgan rehber ile Afganistan’ın içlerine, Taliban’ın bile girmeye cesaret edemediği bölgeye gider. Görünürdeki amaç, Taliban’a karşı direniş oluşturmak için cemaatin ruhsal lideri Muhammed Abban’ın desteğini sağlamaktır ama dağlarda onları Taliban’dan bile korkunç bir düşman beklemektedir. X-Files tadında bilim kurgu havası da olan The Objective, izlendiğine pişman etmeyen ilginç bir örnek.

Dog Soldiers (2002): Sevdiğim İngiliz yönetmenlerden biri olan Neil Marshall’ın yazıp yönettiği film, İskoçya dağlarında tatbikat yapan bir grup askerin kurtadamlar tarafından ablukaya alınmasını konu ediyor. Dog Soldiers, listedeki diğer örneklerden kurtadam filmleriyle fazlasıyla yakın ilişkiye girmesi nedeniyle ayrışsa bile tür içinde anılması gereken önemli bir film.

Savaş Korku 3

Djinns (2010): Hugues ve Sandra Martin tarafından yazılıp yönetilmiş olan Fransa/Fas ortak yapımı film, bir kurtarma görevi nedeniyle Kuzey Afrika’da bulunan bir Fransız timinin başına gelen korkunç olayları anlatıyor. Hiçbir anında ilginç olmayı başaramayan, türün zayıf örneklerinden biri.

Blood Creek (2009): David Kajganich’in senaryosunu yazdığı ABD yapımı filmin yönetmeni ise eski dost Joel Schumacher. Town Creek yakınlarında kamp yaparken kaybolan Victor, bir gece ansızın geri döner. Yanına kardeşi Evan’ı da alır ve kendisini esir alanlardan intikam almak için bölgeye geri döner. Ancak Victor’ın başına gelen basit bir kaçırılma olayından çok daha fazlasıdır. İşin ucu Nazi Almanyası’na kadar uzanır. Blood Creek, ilginç konusuna rağmen heba edilmiş işlerden biri olarak sinema tarihinin karanlık çukurlarında yok olmaya mahkûm ne yazık ki. Schumacher’in düşüşe geçen kariyerinin zayıf örneklerinden biri.

War of the Dead (2011): Finlandiyalı Marko Mäkilaakso’nun yönettiği Litvanya/İtalya/ABD ortak yapımı film, türün klişelerinden acemice faydalanarak çekilmiş, kötü bir örnek. Nazilerin II. Dünya Savaşı sırasında ölümsüz süper askerler üzerine deney yaptıkları, terk edilmiş bir Rus sığınağına giden ABD’li ve Finlandiyalı askerlerden oluşan timin hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor. Türün sıkı hayranlarının bile canını sıkma potansiyeline sahip.

Outpost: Black Sun (2012): Evet, çok sevilen Outpost’un (2008) devam filmi. Hiç tükenmeyecek gibi görünen ‘zayıf devam filmleri’ listesine rahatlıkla eklenebilecek yeni bir halka daha. İşin kötüsü üçüncü film de yolda: Outpost: Rise of the Spetsnaz.

Savaş Korku 4

Dead Mine (2012): Oyunculuklar, diyaloglar ve dövüş/öldürme sahneleri çok ama çok sıkıntılı. Fakat öte yandan konusu da bir o kadar ilgi çekici. Türe delicesine bağlıysanız Endonezya yapımı filme bir göz atabilirsiniz. Yoksa izlenmese de olur.

Iron Sky (2012): Finlandiyalı Timo Vuorensola’nın yönettiği Finlandiya/Almanya/Avustralya ortak yapımı film, Udo Kier’in varlığı ile bir parça daha değer kazanıyor. Mizahi unsurların gereğinden fazla ön plana çıkması nedeniyle korku türünden bir parça uzağa düşse bile, Naziler ve UFO ilişkisi ile gayet güzel dalgasını geçiyor. Eğlenmek için iyi bir tercih olabilecek, sıkmayan bir seyirlik.

Nazis at the Center of the Earth (2012): Meşhur kopyalama şirketi The Asylum’un Iron Sky’ın şöhretinden faydalanarak çektiği çöp film. Uzak durmakta fayda var.

Savaş Korku 5

The Keep (1983): Ünlü yönetmen Michael Mann’ın elinden çıkma İngiltere yapımı The Keep, Romanya’daki bir kaleyi korumakla görevli Alman askerlerinin kalede bulunan bilinmeyen bir güç ile mücadelesini konu ediyor. Jürgen Prochnow, Gabriel Byrne ve Ian McKellen gibi isimlerin de desteğiyle elini güçlendiren film, mutlaka uğramanız gereken duraklardan biri.

El páramo / The Squad (2011): Yönetmenliğini Jaime Osorio Marquez’in yaptığı Kolombiya/Arjantin/İspanya ortak yapımı bir film. Kolombiya’nın ıssız arazilerinden birine konuşlanmış askeri bir üs ile bütün bağlantı kesilir. Üssün terörist bir saldırıya maruz kaldığını düşünen yetkililer, olayı araştırmak için bölgeye dokuz askerden oluşan bir manga gönderirler. Üsse varan askerler korkunç bir katliamdan arda kalanlarla karşılaşırlar. Askeri üste zincire vurulmuş dilsiz bir kadın dışında yaşayan hiç kimse yoktur. Dış dünya ile iletişime geçemeyen askerler, düşmanın kim olabileceği hakkında fikir sahibi olamazlar. Peki, bu garip sessiz kadın da kimdir? Terörist midir? Kurban mıdır? Ya da doğaüstü güçlere sahip daha kötücül bir varlık mıdır? Askerler arasında paranoya kök salar. Korkunun esiri olurlar ve öğrendikleri korkunç sır sonrasında insanlıklarını kaybedip birbirlerine vahşice saldırırlar. Çok farklı bir konusu olmamasına rağmen ilgimi fazlasıyla çeken bu filmi henüz izleme şansım olmadı.

Zone Troopers (1985): Danny Bilson ve Paul De Meo tarafından yazılan, Bilson tarafından yönetilen ABD yapımı filmin çok ilgi çekici bir konusu var. II. Dünya Savaşı sırasında İtalya’da bulunan bir grup Amerikan askeri, ormanda yere çakılmış bir uzay gemisi bulur. Gemiden haberdar olan Almanlar, bir tim yollayarak hem uzay gemisini hem de Amerikalıları ele geçirmek ister. Seksenli yılların çılgınlığından nasibini fazlasıyla alan Zone Troopers, tam da o yılların uçlarda dolaşan senaryolarına iyi bir örnek.

The Devil’s Rock (2011): Paul Campion’ın yönettiği Yeni Zelanda yapımı The Devil’s Rock, Normandiya Çıkarması’ndan hemen önce Channel Adaları’na gelerek, burada mevzilenmiş Alman toplarını yok etmekle görevlendirilen iki komandonun başından geçenleri anlatıyor. Topların konuşlandığı sığınakta onları Alman askerlerinden çok daha büyük bir tehlike beklemektedir. Çok ekstra bir özelliği olmasa bile sıkılmadan izlenebilen, vasat bir seyirlik.

Savaş Korku 6

The Devil’s Tomb (2009): Keith Kjornes’in senaryosunu yazdığı, Jason Connery’nin yönetmenliğini yaptığı ABD yapımı filmde, Cuba Gooding Jr, Ray Winstone, Henry Rollins ve Ron Perlman gibi önem verdiğimiz oyuncular yer alıyor. CIA’in görevlendirdiği bir grup paralı asker, Ortadoğu’daki bir çölün altında arkeolojik çalışma yapan bir bilim insanını kurtarmak için yola çıkar. Çok geçmeden, kumların altındaki sırrı öğrenen askerler, öğrendiklerinden pek memnun kalmazlar. Terazide aksiyon kısmı bir miktar daha ağır basan The Devil’s Tomb, türe çok fazla katkıda bulunamıyor ama vakit geçirmek için rahatlıkla seyredilebilir.

Red Sands (2009): ABD yapımı filmin yönetmen koltuğunda Alex Turner oturuyor. Ortadoğu’da bir operasyonda görev alan bir grup asker, sırf sıkıntıdan bir heykeli parçalarına ayırır. Bunu yaptıklarına pişman olacakları hiç akıllarına gelmez. Fransız yapımı Djinns ile çok benzeşen Red Sands, her yönüyle zayıf bir film.

1942 (2005): Singapur/Japonya ortak yapımı filmin yönetmeni Kelvin Tong. Sene 1942, İkinci Dünya Savaşı. Kuala Lumpur açıklarındaki ormanlık alanda birliklerinden ayrı düşen farklı rütbelerdeki beş Japon askerinin geri dönme çabasını anlatan 1942, kasvetli atmosferi ile ilgi çekse bile sıkıcı olmaktan kurtulamıyor. Hiç de fena olmayan bir finali olmasına rağmen türün meraklıları dışında kimseye tavsiye etmem.

Savaş Korku 7

Outpost: Rise of the Spetsnaz (2013): İngiltere yapımı Outpost serisinin üçüncü ayağı. Serinin yaratıcılarından ve ilk iki filmin yapımcılarından biri olan Kieran Parker, bu sefer yönetmen koltuğunda. Daha önceki filmler günümüzde geçiyordu, ancak bu filmde olayların başladığı yere ve zamana gidiyoruz. Sene 1945; Doğu Avrupa’da bulunan bir Alman sığınağının yerini keşfeden bir grup Rus askeri, başlarına gelecekleri bilmeden sığınağa malzeme taşıyan bir konvoya saldırır. Sığınakta ‘süper asker’ yaratmak için insanlık dışı deneyler yapılmaktadır. Rise of the Spetsnaz, düşük bütçesi nedeniyle ilk iki film kadar görkemli olmasa da, daha küçük bir hikâye anlatmasından dolayı ayağını yorganına göre uzatmasını bilen bir film. Fazlasıyla klişe ve tahmin edilebilir senaryosuna rağmen kendini izlettirmesini biliyor.

Frankenstein’s Army (2013): Richard Raaphorst’un yönettiği bu Hollanda/ABD/Çek Cumhuriyeti ortak yapımı filmin konusu, türün önde gelen yapımlarından pek de farklı değil. II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ön cephede görevli küçük bir Rus timi, varlıklarından haberdar olmadıkları başka bir Rus timinden yardım çağrısı alır. Telsizde belirtilen koordinatlara gelen tim, boş bir kasaba ile karşılaşır. Akla hayale gelmeyecek bir cehennemin içine düştüklerini fark etmeleri uzun sürmez. Frankenstein’s Army, senaryosu ile olmasa bile garipliğin sınırlarını zorlayan makina-insan karışımı denekleri ile fazlasıyla dikkat çekiyor. Ortaya çıkan işe bakıldığında bütün enerjisini bu grotesk deneklerin tasarımına harcadığı görülüyor. Yoksa senaryodaki herhangi bir ‘twist’ daha önce görmediğimiz türden değil. Öyküsünü ‘found footage’ (buluntu film) kalıpları içerisinde anlatmayı tercih eden Frankenstein’s Army, türe meraklı bünyelerin, akla zarar tasarımları görmek adına olsa bile ilgisini çekecektir.

The Enemy (2011): Dejan Zecevic’in yönettiği Sırbistan, Bosna, Hırvatistan ve Macaristan ortak yapımı filmdeki mevzu da aslında listedeki diğer türdeşlerinden çok farklı değil. Sene 1995. Eski Yugoslavya toprakları üzerinde devam eden savaş sona ereli sadece yedi gün olmuştur. Sınır bölgesindeki mayınları temizlemekle görevli bir grup asker, savaşta yıkılmış metruk fabrikadaki duvarlardan birinin içerisine hapsedilmiş birini bulur. Sorgulamak üzere yanlarına aldıkları gizemli yabancı aralarına katıldıktan sonra, evlerine dönmek için sabırsızlanan askerler arasında garip bir huzursuzluk baş gösterir. Kimisi yabancının şeytanın ta kendisi olduğundan dem vururken, kimisi ise delinin teki olduğunu düşünür. Askerlerin sırayla ölmeye başlamasıyla gerginlik iyice artar. Dini ve felsefi metinlerden kırıntı düzeyinde alıntı yaparak oluşturmaya gayret ettiği gizem ve merak unsurlarını seyirciye aktarmakta pek zorlanmayan The Enemy, otobanda 50 ile giden otomobil misali ağır ilerleyen temposu ile izleyene sıkıntılı anlar yaşatmakta da iddialı. Türe Balkanlardan gelen vasat bir katkı.

blank

23:59 (2011): Acemi birliklerin eğitim gördüğü, bir ada üzerine kurulu askeri kampta geçen filmde, (gene) intikamcı bir hayaletin hışımına uğrayan askerlerin başından geçenler anlatılıyor. Dragon ve Lim’in başı çektiği bir grup asker, hayalet gördüğünü söyleyen Tan ile dalga geçmektedir. Bu şakaları bertaraf etmekte güçlük çeken Tan, Jeremy ve Chester’ın yardımıyla ayakta durabilmektedir. Gece vakti yapılan bir eğitim yürüyüşü sırasında Tan hayatını kaybeder. Cinayetlerin devam edeceğini hisseden Jeremy, adadaki büyük(!) sırrı kendi başına çözmeye karar verir. Gilbert Chan’ın yazıp yönettiği Singapur yapımı film, korku sinemasında defalarca işlenmiş bir hayalet öyküsünden besleniyor. Düşük bütçesi nedeniyle sadece askeri bir yatakhaneyi ve etrafındaki ormanı mekân olarak kullanmasına rağmen, atmosfer yaratma konusunda hiç de fena olmayan 23:59, öyküdeki ilgi çekici detayların üzerine yeterince gidemediğinden, görece basit kalan bir hayalet öyküsüne saplanıp kalıyor. 78 dakika gibi ekonomik bir süreye sahip olduğundan kendini can sıkmadan izlettirmeyi başarıyor ama akılda kalıcı bir etki yaratmaktan çok uzak.

P-51 Dragon Fighter (2014): Aşırı düşük bütçeli Mark Atkins filmi, II. Dünya Savaşı’nda geçen, akıl mantık sınırlarını zorlayan, ultra kopuk bir hikâye anlatıyor. Kuzey Afrika’da art arda yenilgiler alan Nazi Almanyası, savaşın seyrini değiştirmek için son kozunu oynamaya karar verir ve gizli silahını devreye sokar: Ejderhalar! Evet, yanlış okumadınız, ejderhalar. Saçmalıkta sınır tanımayan köpekbalığı filmlerine özenen P-51 Dragon Fighter, üzülerek izlediğimiz savaş uçağı-ejderha kapışması sahnelerinde özel efektler konusundaki acizliğiyle Amiga günlerine rahmet okutuyor.

Trench 11 (2017): I. Dünya Savaşı’nın son günleridir. İtilaf Devletleri’ne mensup karma bir manga, geri çekilmekte olan Almanya’nın boşaltmaya (ya da yok etmeye) fırsat bulamadığı gizli yeraltı sığınağını araştırmakla görevlendirilir. Bu tür filmlerde her zaman olduğu gibi umduklarından çok daha korkunç şeylerle karşılaşırlar. Trench 11, tür dâhilinde öne çıkan filmlerden biri olarak anılmayı hak edecek her türlü özelliğe sahip. Bilhassa tedirgin edici atmosferi ve titiz sanat yönetimiyle dikkat çeken film, türe düşkün bünyeleri hiçbir anında yarı yolda bırakmıyor.

blank

Overlord (2018): Genellikle düşük bütçelerle çekilen savaş/korku filmleri de nihayet A sınıfı bir yapıma kavuştu. 38 milyon dolarlık bütçesine karşılık sadece 41 milyon dolar hasılat elde edebilen Overlord, etkileyici pratik efektleri gibi pozitif, rahatsız edici senaryo gedikleri gibi negatif özellikleri bir yana, bilhassa türü sevenler için müthiş eğlenceli bir film. Kaçırmayın!

Ghosts of War (2020): II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde geçen filmde; beş Amerikalı asker, Fransız topraklarındaki boş bir malikâneyi korumakla görevlendirilir. Dışarıdan gelebilecek Alman askerlerine karşı hazırlık yapan Amerikalıların, asıl tehlikenin içeride olduğunu anlamaları uzun sürmez. Hayalet filmi şablonuyla savaş/korku filmi şablonunu tokuşturan Ghosts of War, yer yer etkili sahnelere sahip olmasına rağmen “sıradan” olarak fişlenmekten kurtulmasını sağlayacak hiçbir girişimde bulunamıyor.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

4 Comments Leave a Reply

  1. ya bu tarzda bir film vardı, 2006-2007 yapımı büyük ihtimalle. çölde geçiyordu konusu Abd askerleri kuyunun içinden çıkan bişeylerle savaşıyordu örümcek robotlar felan vardı net hatırlıyamıyorum sadece fragmanını cine-5 de izlemiştim o zamanlar sinemaya çıkacaktı ama bir türlü bulamadım.

  2. Herkese selamlar yazıyı yeni okudum ve pek de sürpriz sayılmayacak ,muhtemelen yazarın da “aaa evt o film de vardı ” diyeceği bir katkı yapmak istedim…80lerin video yıllarında son derece popüler olan, “zombilerin intikamı” diye tanınan “the Supernaturals 1986″….bir grup askerin bir ormanda zombilerle savaştığı bence gayet kült iyi bir filmdir…hatta zorlarsak ( ki bence hiç gerek yok) rahatlıkla ” predator 1987″ bu listeye eklenebilir eklenmelidir…saygilar

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Düş Kralı: Neil Gaiman

Bazen tanrının bazı insanlara daha fazla özen gösterdiğine inanıyorum. Özellikle
blank

Kırmızı Noktalı Zamanlar: Televizyonda Seks Filmi İzlemek!

Kırmızı noktalı zamanları hatırlar mısınız? Türkiye’nin özel televizyon macerasının başlangıcı