1973 yılı mahsulü Scream Bloody Murder, Marc B. Ray tarafından yönetilmiş olan ABD yapımı bir film.
Sekiz yaşlarındaki Matthew, babası tarlada çalışırken, onu oturduğu yerden pek hoş gözükmeyen bakışlarla izlemektedir. Babasının kullandığı traktör bozulur, tamir etmek için traktörden iner. Matthew oturduğu yerden kalkar, traktöre biner ve hiç düşünmeden babasını ezer. Niyeyse hareket halindeki traktörden aşağı atlar. Fizik kurallarına aykırı bir durum oluşur ve nasıl olduğunu pek anlaşılamasa da sol eli traktörün altında ezilir. (Burada bir parantez açıp filmdeki traktörün bizim bildiğimiz traktörlere pek benzemediğini, paletli bir traktör olduğunu belirtelim.) Matthew, babasının ölümünden sonra yatılı olarak bir manastıra gönderilir.
Aradan seneler geçer. Onsekizli yaşlara gelen Matthew eve geri döner. Sol elinin yerine bir kanca takılmıştır. Onu evde tatsız bir sürpriz bekler. Annesi tam da o gün yeniden evlenmiştir. Matthew çılgına döner. Beklendiği üzere yeni babasına da farklı davranmaz ve onu da öldürür. Annesini her şeyin yoluna gireceğine ikna etmeye çalışırken yanlışlıkla onu da öldürür. Matthew’u artık evine bağlayan bir şey kalmamıştır. Evi terkeder ve otostop çekerek bilinmeyene doğru yola çıkar. Ama annesinin ve kafasında oluşturduğu baba figürünün hayaletleri onu rahat bırakmaz. Önüne geleni öldürmeye başlar.
Her şeyden önce Scream Bloody Murder’ın çok ama çok garip bir film olduğunu söylemeliyim. Hatta sinema tarihinin en hasta ruhlu filmi olduğunu iddia edebilirim. Çekildiği dönem 70’ler, malum senaryonun her şeyden önce geldiği yıllar. Tamam, ödipal kaygılarla senaryoya eklenmeye çalışılmış bir iki ayrıntı var ama film bu ayrıntılarla ilgilenmekten ziyade, bir an önce bir sonraki cinayete koşar adım ilerlemeyi yeğliyor.
Senaryo ve oyunculuklar yerlerde sürünüyor ama bu durum bazı sahnelerde kesinlikle izleyenin lehine çalışıyor. Bir iki sahneyle örnekleyeyim.
Arkasında cesetler bırakarak yoluna devam eden Matthew, resim yapmaya meraklı bir fahişeye aşık olur, onu kötü yoldan kurtarma niyetiyle ona kendince harika bir hayat sunmaya niyetlenir. (Burada fahişe ve anne rollerinin aynı aktris tarafından canlandırıldığını önemli bir not olarak ekleyeyim.) İlk etapta yeni bir yuva için ilk şart olan şahane bir evi gözüne kestirir ve gasp etmek üzere eve girer. Evdeki hizmetçiyi kolayca halleder. Evin sahibi çift bastonuyla zorlukla yürüyen yaşlı, yatalak bir kadındır. Ama yaşlı teyze Matthew’u bastonlarıyla öyle bir sopalar ki gözlerinize inanamazsınız. Hatta yaşlı teyze, eğer böyle bir ödül varsa, “ölmeden önce en sağlam mücadele eden kurban ödülü”nü sonuna kadar hakeder.
Sonlara doğru bir başka sahnede, eve kapattığı fahişe bir yolunu bulur ve Matthew’u üst katta bırakıp kaçmaya başlar. Hızla aşağı iner, sokak kapısını açar. O da ne? Matthew kapının arkasında kendisini beklemektedir. Matthew ne zaman ve nasıl aşağı indi? Belirsizdir. Akla en uygun yanıt teleportasyon(!) gibi dursa bile yönetmen bu soruyu da yanıtsız bırakır.
Bu arada kilisede geçen final sahnesinin müthiş olduğunun altını çizmek isterim. Yönetmen, final sahnesinde görüntü ve müzik itibarıyla bütün filmden birkaç gömlek üstün bir performans sergiliyor.
Oedipus Kompleksi (ya da Can Yücel’in deyişiyle Anam Avradım Olsun Kompleksi) mevzusundan da biraz bahsedelim. Psikoloji sözlüğünden alıntılarsak, “Oedipus Kompleksi: Psikanalitik teoride, karşı cinsten ebeveyne sahiplenmesi ve kendi cinsinden ebeveyni ‘saf dışı’ etmesi konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantazilerin toplamı. 3 ila 5 yaşları arasını kapsayan fallik evrede karşı cinsten ebeveynine sahiplenmeyi arzulayan çocuk, rakip olarak gördüğü kendi cinsinden ebeveyninden nefret eder. Freud’a göre erkek çocuğun Oedipus kompleksine girmesi, dolaysız bir süreçtir: fallik dürtülerin baskısıyla annesini arzular, onunla evlenmek ister. Erkek çocuk, cezalandırılma (iğdiş) korkusuyla annesinden vazgeçmek zorunda kalır; bu vazgeçiş sırasında cinsel dürtülerini yoğun bir şekilde bastırarak gizlilik evresine girer. Freud, bu adı Sofokles’in Oedipus Rex adlı tragedyasından almıştır. Söz konusu Yunan mitinde Oedipus, kendi babasını bilmeyerek öldürüp annesiyle evlenir. Freud’a göre baba otoriteyi, erkek çocuk ise ensest arzularını temsil eder. Hatta ilk babanın katledilmesini de bu çerçevede yorumlayarak, süperegonun gelişimini bu ilişki ekseninde değerlendirir.” Matthew, açılış sahnesinde sekiz yaşlarındayken babasını öldürür. Daha sonra onsekizli yaşlara geldiğinde kapatıldığı manastırdan eve döner. Annesinin tekrar evlendiğini görür. Annesiyle beraber yaşama hayalleri suya düşmüştür. Yeni babasını öldürmekte gecikmez. Hemen akabinde yanlışlıkla annesini de öldürür. Annesinin ölümünün arkasından Matthew kan ağlamaya başlar. Bu “kan ağlama sahnesi” direkt Oedipus Rex tragedyasından alıntıdır. Böylesi bazı sahneler belki de yönetmenin ‘arthouse’ tadında bir film yapmaya niyetlenmiş olabileceği hakkında ipuçları içeriyor ama genele baktığımızda bu niyetin gerçekleştiğini söylemek pek güç. Belki o niyetle başlayıp, sonrasında bazı imkansızlıklar nedeniyle kalan sahneleri “çalakamera” çekip tamamlamıştır. Kim bilir?
Pek sevdiğim Phantasm‘daki (1979, y. Don Coscarelli) unutulmaz The Tall Man karakterine can veren Angus Scrimm’in de kısa bir rolü olduğunu hatırlatayım.
Scream Bloody Murder, saçma sapan gibi görünse bile kesinlikle sıkıcı bir film değil. Dönemine göre inanılmaz hızlı ilerleyen temposu, dur durak bilmeyen cinayetleri ve akla zarar sahneleri ile keyifli olması garanti bir seyir vadediyor. Bir göz atmakta fayda var derim.
Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca
hemen bakıcam
Dün gece youtube’de komple upload halini bulup izledim. Kesinlikle hasta ve çiğ bir film. İnsanın üzerinde tuhaf bir etki bırakıyor :)