Hepimiz evde film izlemeyi seviyoruz ama korku türünün ev sineması mefhumu içinde ayrı bir yeri var, 80’ler video çılgınlığından beri bu böyle… O yıllarda, ucuza çıktığı için salonlarda gösteril/e/meyen bir sürü korku filmi video kulüplerin raflarını işgal etmişti. Bu kiralama dükkanlarının arşivlerinin neredeyse yarısını korku filmleri oluştururdu. O şahane zamanları hatırlıyorum; hafta sonu geldiğinde arkadaşlarımla şehirdeki bütün video kulüplerini dolaşır, listelerindeki en sağlam (görünen) korku filmlerini kiralar ve Cuma akşamından Pazar gece yarısına kadar devam eden bir korku filmi maratonu gerçekleştirirdik, üstelik bunu neredeyse her hafta sonu yapardık!
Artık başka zamanlarda yaşıyoruz. Netflix, artık bunu evden çıkmadan yapmamıza imkân sağlıyor ama eski tadı kaldı mı bilinmez. Netflix kütüphanesinde yerini alan Korku Sokağı Üçlemesi, her bölümde farklı alt türlere öykünen filmlerden oluşuyor. Yapımcılığını Chernin Entertainment’ın üstlendiği Korku Sokağı serisi film uyarlaması 2015 yılında geliştirilmeye başlandı ve yönetmen koltuğuna Leigh Janiak oturdu. Orijinal hikâyede Kyle Killen imzası var ama senaryo Phil Graziadei ve Leigh Janiak tarafından yazılmış. Seriyi, pandemi ve yayın hakları sıkıntıları yüzünden 2019’da tamamlanmış olmasına rağmen henüz izleyebiliyoruz.
Korku Sokağı (Fear Street) markasını, korku yazarı RL Stine’nin yaklaşık 50 kitaptan oluşan eserleri oluşturuyor ancak filmler bu eserlerden birebir uyarlama değil. Daha çok, isim hakkını ve serbest esinleri içeren bir çalışma…
Sondan geriye sayıyoruz; ilk kısım, tam tükenmişken Wes Craven harikası Scream (Çığlık) ile yeni bir soluk kazanan slasher türüne saygı duruşu niteliğinde ve bir 90’lar nostaljisi yaşatmayı amaçlıyor. Bu bölüm harika bir açılış yapıyor, bir AVM’de gece yarısı işlenen bir cinayete şahitlik ediyoruz. Bu sekans filmin bize Scream’in izlerini takip edeceğini düşündürse de, senaryo oldukça tuhaf bir şekilde açılarak bambaşka bir yere gidiyor ve ne yazık ki tünelin sonunda Mahmut Hoca var!
Korku Sokağı serisindeki kâbus hikayelerinin çıkış fikrini, 1666’da asılan bir cadı olan Sarah Fier’in Shadyside kasabasını ve insanlarını lanetlemesi oluşturuyor. Ölümünden önce, Sarah Fier kanlı bir ayinle elini kesiyor ve birisi elini onun vücuduyla bir araya getirene kadar Shadyside kasabasının gençlerine musallat olmaya yemin ediyor. “ABD’nin katil başkenti” olarak namlanan Shadyside’ın aksine, kötü hiçbir şeyin olmadığı, zengin insanların yaşadığı, sıfır suç oranıyla övünen huzurlu bir belde daha var; Sunnyvale… Buranın gençleri, Shadyside gençleriyle rekabet halinde ve kasabanın lanetiyle dalga geçmeyi seven tipler. Üstelik manyak katiller de onlardan yana… Bilerek ya da kötü şans yüzünden katilin yolunu çıkmadıkça paçayı sıyırıyorlar.
Bana sorarsanız, filmin senaristlerinin parlak bir buluş olduğunu düşündüğü iki düşman kasaba fikri pek çalışmıyor ve düşman kasabaların birbirine aşık genç kızları fikri de Netflix yine yapmış yapacağını dedirtiyor. Biri filmin yapımcılarına bunun bir Shakespeare hikayesi olmadığını hatırlatmalıydı.
Bu düşman kasabalar fikri açıkça ve gereksiz bir şekilde Romeo ve Juliet oyununu anımsatıyor. Orada da Montegue ve Capulet aileleri arasında geçmiş yıllara dayanan bir düşmanlık vardır. Oyun, bu ailelere mensup iki grup genç arasındaki sokak kavgası ile başlar. Şehir muhafızları kavgayı durdurur vs. Filmdeki olay gelişimi oyundakiyle neredeyse aynı. Ne gerek vardı, bu fikir senaryoyu oyalamaktan başka bir işe yaramıyor deyip geçiyorum. Bu arada, ABD’de gerçekten Shadyside adında bir kasaba var ama filmdekinin aksine huzurlu ve eğlenceli bir yermiş.
Korku Sokağı 1994’ün yaratıcı ekibi, bu ilk bölümde oyuncakçı dükkanına girmiş çocuk gibi davranıyor. 90’lar nostaljisi iyi güzel ama neden filmde birkaç 90’lık kasetin iki yüzünü birden dolduracak kadar dönem hiti dinlediğimizi anlayamadım. 90’larda çıkmış bütün hit şarkılardan oluşan devasa bir soundtrack fikri yapanlara hoş görünmüş olabilir ancak uygulamada çalışmıyor. Bu konuda biraz daha ekonomik davranabilirlerdi. 90’lar filmi yapmak fona dönem hitlerini dayamaktan daha fazlası olsa gerek ve buradaki uygulama kötü bir yemeği sosa bulayarak durumu idare etmek gibi görünüyor.
Açıkçası bu bölümün 90’larda geçtiğini hissettiren çok az şey var. Mavi floresan ışıklar ya da Scream manyağı gibi koşan maskeli bir katil bu hissi oluşturmaya yetmiyor, çünkü filmdeki hiçbir karakter 90’larda yaşar gibi davranmıyor. Seyirci mutlaka hissedecektir, bunlar 90’lar kostümlü partisine davet edilmiş Z kuşağı gençleri… Netflix’in elinde, Stranger Things gibi bu konuda güçlü referanslar oluşturacak işler var ama Korku Sokağı 1994 onlardan biri olmayacak.
Serinin ilk filmi benim için bir hayal kırıklığı… Seyircide özdeşlik yaratamayan sevimsiz final kızı, onca şey yaşanırken kasabadaki hiç kimsenin olaya dahil olmaması gibi koca senaryo delikleri ve 90’lar nostaljisi yaşatmaya çalışırken bir tür çorbasına dönüşme talihsizliği… Filmden aklımda kalanlar bunlar olacak.
Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com