70’li yıllarda İran, Pehlevi hanedanının son üyesi olan Şah Muhammed Rıza Pehlevi tarafından yönetilmekteydi. Otoriter, Amerikanperver ve sermaye yanlısı Şah’ın muhalifleri üç tarz-ı siyaset etrafında toplanmıştı: Milliyetçilik, İslamcılık ve Sosyalizm. Şii İslamcı muhaliflerin lideri olan Ruhullah Humeyni gitgide etkinliğini artırırken muhalefetin diğer ögelerini görmezden gelmeye başladı. 1979 yılının Ocak ayında Şah’ın ülkeyi terk etmesi üzerine Humeyni İran’a geri döndü. Ülkenin ruhani lideri oldu ve İslam Cumhuriyetini kurdu. Bir korku filmini andıran Humeyni döneminde İslamcı olmayan muhalefet bir daha başını kaldıramayacağı bir biçimde ezildi. Özgürlük ve kadın hakları namına ne varsa ağır baskı ve sansür altında yok edildi. İran Irak Savaşının da etkisiyle harabeye dönen ülkede Humeyni döneminden geriye kötü hatıralar, tahrip edilmiş bilim, kültür ve sanat ile her nasılsa canlılığını kaybetmemiş bir sinema kaldı.
İran doğumlu yönetmen Babak Payami, Afganistan ve Kanada’da geçirdiği yıllardan sonra 1998 yılında İran’a geri döndü. 1997 yılında Muhammed Hatemi liderliğindeki reformcuların iktidara gelmesi bu kararı vermesinde etkili olmuştu. Payami’nin yolu başka bir muhalif yönetmen olan Muhsin Mahmelbaf (Mohsen Makhmalbaf) ile kesişti. Mahmelbaf İran Yeni Dalgası’nın önemli yönetmenlerinden biri idi. İslam Devrimi destekçisi olarak başladığı sinema serüvenine Humeyni devri ve sonrasında yaşanan sosyal huzursuzlukları resmederek devam etmiş ve en sonunda rejimin ve muhafazakarlığın muhalifi olmuştu. Payami’nin yönetmenliği ve Mahmelbaf’ın da senaristliği ile ortaya çıkan birliktelik 2001 yılında meyvesini vererek yazımızın konusu olan Raye Makhfi / Secret Ballot / Gizli Oy filmine dönüştü.(1)
Gizli Oy, İran’ın güneyinde, Basra Körfezi’nde bulunan Kiş Adası’na seçim görevlisi olarak gönderilen bir kadın memur (Nassim Abdi) ile ona yardımcı olarak görevlendirilen bir askerin (Cyrus Abidi) çoğunlukla Arap kökenli İran vatandaşlarının yaşadığı bir adada geçirdiği seçim macerasını anlatıyor. Film hem İslam Devrimi ile hesaplaşma hem de birinci dört yıllık devresini tamamlamak üzere olan reformcu Muhammed Hatemi yönetiminin yaşattığı hayal kırıklığı ile yüzleşme amacı güdüyor. İlk bakışta gerçekçi bir film izlenimi verse de İran’ın İslam Devrimi ve demokrasi / reform serüveninde karşılaştığı zorlukların alegorisi olarak görülebilecek bir dizi olayın peşpeşe dizilmesinden oluşan yolculuk kurgusu sayesinde sembolizme kayıyor.
Filmin dramatik yapısı kadın seçim görevlisi ile ona refakat eden asker arasındaki çatışma üzerine kurulu. Bu çatışma ülkedeki reformcu-muhafazakar çatışmasının alegorisi olarak kullanılıyor. Rejimi temsil eden asker eril, muhafazakar, şüpheci, duyarsız ve kadınlara karşı ayrımcı olan bir erkektir. Seçim görevlisi ise kendinden isteneni yapmak yerine doğru bildiğini savunan, körü körüne itaat etmeyen, konuşkan, umutlu ama toy bir kadındır. Bir kadın ve bir erkeğin karşı karşıya geldiği bir sürtüşmeye rastladığımıza göre burada Hamid Dabashi’den çok işimize yarayacak bir fikri alıntılamanın zamanı geldi. Dabashi, İran: Ketlenmiş Halk adıyla Türkçeye çevrilen kitabında şahane bir benzetme kullanır. Humeyni’nin ölümünden sonra İran’da otoritenin işe yaramayan iki parçaya bölündüğünü belirtir.(2)
Dini otorite bir eli felçli olan ruhani lider Ali Hamaney’dir. Siyasi otoriteyi de köse olduğu için İslam Devrimi yöneticilerinin iktidar simgesi sayılan sakaldan yoksun olan cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani temsil etmektedir. Dabashi bu dikotomiyi Firdevsi’nin Şahname’de hikayesini anlattığı hükümdarlardan biri olan Cemşid’in ikiye bölünüşüne benzetir. Tahmurs’tan sonra tahta geçen Cemşid hem dini otoriteyi hem de siyasi otoriteyi elinde toplayan bir hükümdardır. Adaletli ve iyi kalplidir. Halkına iplik eğirme, dokuma, madencilik, denizcilik ve silah yapımı gibi pek çok zanaatı öğretir. Ülke onun zamanında çok müreffeh hale gelir. Bu mutlu dönem boyunca -ki 300 yıl sürdüğü söylenir- kimse ölmez. Kendi görkeminden gözleri kamaşan Cemşid şeytana uyup tanrılığını ilan eder. Buna çok kızan tanrılar Cemşid’in başına türlü belalar açar. En sonunda Dahhak adlı Arap hükümdarı onu tahttan indirir. Dahhak Cemşid’in testereyle ikiye bölünerek öldürülmesine karar verir.(3) Dabashi, Rafsancani dönemi sonrasındaki seçimler konusunda ise bundan daha isabetli bir dikotomiye işaret eder: 1997 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhafazakarların adayı Natık Nuri yaşlı görüntüsü ve ak sakalı ile Humeyni tarzı bir baba imgesidir. Rakibi Muhammed Hatemi ise güleryüzü, sevecenliği ve özenli giyimi ile adeta müşfik bir anne imgesidir. Dabashi’ye göre 1997 seçimlerinde İran halkı açık bir şekilde annesini seçmiştir. Maalesef Hatemi 2005 yılında cumhurbaşkanlığının 2. dönemini, verdiği sözleri tutamamadan tamamladığı için reformcuları hayal kırıklığına uğratmış bir lider olarak tamamlar ve Fariba(4) lakabı ile anılmaya başlar. 1997 yılında bilinçaltında kadınlara teveccüh ederek başlayan reform süreci 2005’te maalesef Hatemi’nin şahsında kadınlara hakaret ederek sonlanır.
Dabashi’nin bu tespiti adeta filmin dramatik yapısını özetlemektedir. Reformculuğun simgesi bir kadın, muhafazakarlığın simgesi de bir erkektir. Dahhak tarafından ikiye bölünen Cemşid’in iki yarısı veya Humeyni’nin ayırdığı kadın ile erkek film boyunca birkaç kez bir araya gelir. İlk seferde zorunluluktan dolayı bir araya gelirler. Asker emir gereği seçim görevlisine refakat etmek zorundadır. Yolda sürekli kavga ederler. İkinci sefer bir araya gelmeleri merhametten dolayıdır. Asker, 14 yaşındaki bir kızdan ötürü “Bu yaşta gelin olabiliyor da oy kullanamıyor mu?” sorusuna verecek bir cevabı olmayan seçim görevlisinin çaresizliğine acır, direksiyona yeniden geçer. Üçüncü defa bir araya gelmeleri ise el yıkama sahnesinde olur. Bu sefer içtenlik ve yardımlaşma vardır. Birbirinin eline kovadan su dökerler. Dördüncü bir araya geliş ise üstü kapalı bir ilan-ı aşktır. Seçim görevlisi, askerin de oy kullanmasını ister. Asker ise oy pusulasına seçim görevlisinin adını yazar. Görevli şaşırıp itiraz eder. “İyi ama ben aday değilim ki.” Asker cevap verir “Ben bunları (adayları) tanımıyorum. Seni tanıyorum.” Dahhak’ın böldüğü Cemşid’in iki parçası, seçim görevlisinin uçağa binmeden askere attığı son bakışın zamanüstülüğünde sonsuza kadar bir araya gelir veya sonsuza kadar ayrılır.
Filmin anlatımında pek çok sembolün kullanıldığını söylemiştik. Kullanılan sembollerden ilkini açılışta görürüz. Bir uçak oy pusulalarının ve gerekli evrakların bulunduğu tahta kasayı paraşüt ile adaya atar. Seçim memuru deniz yoluyla gelip bu sandığı alacak ve çevredeki yerleşim birimlerini dolaşarak seçmenlerin oy kullanmasını sağlayacaktır. İşte gökten düşen sandık simgesi, muhalefeti ezilip yerle yeksan edilmiş bir ülkede seçim yapmanın anlamsızlığına vurgu yapar. Bu simge, Hatemi dönemindeki “reformcu” hükümetin yargısız infazları ve protestoculara karşı sergilenen zorbalığı eli kolu bağlı bir biçimde izlediği de göz önüne alınınca daha büyük anlam kazanır.
Film bahsettiğimiz koşullar altında seçimin anlamsızlığının yanında “Rejim neden reformcu kanadın iktidara gelmesine izin verdi ve 8 yıl Hatemi’ye ve reformculara tahammül etti?” sorusuna kafa yormamızı talep eder.
Filmin kafa yormamızı istediği gökten düşen sandık simgesini şöyle yorumlalamak mümkün: Rejim 90’lı yıllarda sağlam temellere oturmak için bir restorasyona ihtiyaç duymaktadır. İran Irak Savaşı sonunda bir yıkıntı halinde olan İran, Humeyni’nin ölümünden sonra cumhurbaşkanı olan Ali Ekber Haşimi Rafsancani döneminde müthiş petrol gelirleri sayesinde bir yeniden imar ve yapılanma dönemine girmiştir. Rafsancani özel sektörü palazlandırmayı amaçlayan planlı bir devlet kapitalizmi uygulamaktadır. İçeride şahin bir söylem kullanırken dışa karşı daha ılımlı bir politika izler. Başa bela açmaktan başka işe yaramayan Devrim İhracı politikalarından büyük ölçüde vazgeçer. Zeki ve pragmatik bir lider olan Rafsancani rejimin kendi içinden türeyen ve İslam Devrimi’nden yana hayal kırıklığına uğrayan islami entelektüellerden oluşan yeni bir muhalefet hareketinin kendi döneminde türeyen restorasyon burjuvazisi ve şah döneminin seküler ve modernist, muhalefet kırıntılarıyla bir araya gelip kütle oluşturma eğilimini farkeder.(5) Yeni muhalefet kütlesi bir çeşit demokrasi arayışındadır. Burada “demokrasi”nin değil “bir çeşit”in altını çizmek yerinde olur. Zira peşinde oldukları şey bizim anladığımız anlamda demokrasi değildir. Üst sınıflarla orta sınıflar arasında bir anlaşmaya dayanan ve alt sınıfların sırtından geçinen bu “bir çeşit demokrasi” tarih boyunca her yerde, her zaman ve her yönetim biçimi içinde hatta monarşilerde bile kendine yer bulmuştur. Bu yüzden muhafazakar Rafsancani düzen içi muhalefeti yakınında tutmaya önem verir. Rafsancani’nin bu politikası rejim için tutkal olur. Rafsancani 2. dönemini tamamlayıp cumhurbaşkanlığından ayrılınca rejim tutkalını kaybeder. Muhalif kütle ile kaçınılmaz bir biçimde karşı karşıya geleceğini anlayan rejim bir emniyet sübabı arar. Bu emniyet sübabı da hiç kuşkusuz reformcuların iktidara gelmesine hiç olmazsa bir süreliğine göz yummaktır. Bu gerekçeye şunları da eklemek gerekir: İran rejimi, can düşmanı olan Saddam Hüseyin ve Irak’ın 1. Körfez Şavaşı (1990-1991) sonrasında başına gelenleri görerek gemiyi güvenli bir limana çekmek istemiş olabilir. 1997 sonrasında Hatemi’nin batı nezdindeki popülerliği ve batılıların gözünde topladığı sempati rejime beklediğinin de üstünde bir uluslararası saygınlık ve dokunulmazlık sağlamıştır.
Film ülkenin durumunu asker ve seçim memurunun yolculuk boyunca karşılaştığı olayları kullanarak anlatır. Askerin vatandaşlara olan şüpheci bakışı, kadınların erken yaşta evlendirilmesi ama aynı yaşta oy kullanması, bazı ücra yerleşim birimlerinde insanların teknoloji ve siyasi otoriteden uzak geleneksel bir yaşam sürmesi hep İran ölçeğine genellenebilecek ağır zihniyet bozukluklarına ve kangrenleşmiş sorunlara karşılık gelir. Finalde de yalnızca İran’a değil belki de tüm doğuya maledilebilecek plansızlık ve ayarsızlık abartılı hatta gerçeküstü diyebileceğimiz bir simgesel olayla anlatılır: Günün sonunda seçim görevlisini beklemesi gereken tekne onu almadan erkenden gitmiştir. Ama Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “…bizim memlekette aranan kaybolur. Şark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla herşey ayağınıza gelir.”(6) Görevliyi tekneyle aldıramayan rejim, oraya kargo uçağı göndererek aldırır.
İran sinemasının pek hararetli bir izleyicisi olmasam da Babak Payami’nin Gizli Oy’u sakin akışıyla, oyuncu ekonomisiyle, akıllıca kullanılmış sembolizmi ve mecazlarıyla, İsveç-Norveç çelişkisini bir mutfağa sığdırmayı başaran Bent Hamer’in Mutfak Öyküleri (2003) filmi kadar önemli bir yere sahip.
Öteki sinema için yazan: S. Özgür Ilgın
Dipnotlar
(2) İran: Ketlenmiş Halk, Hamid Dabashi, Sf:213, Metis Yayınları, 2008
(3) Şahname Cilt:1, Firdevsi Sf:65-83, M.E.B. Yayınları, 1992
(4) Bir kadın ismi olarak “büyüleyici, güzel kız” anlamına gelen “fariba” argoda “erkekleri kandıran, yalan söyleyen, baştan çıkaran kadın” anlamına da gelmektedir. Burada Hatemi için kullanılan “fariba” lakabı, sözcüğün argoda kullanılan anlamına gönderme yapar.
(5) Muhammed Hatemi ve filmin senaristi Mahmelbaf düzen içi muhalefetten gelen insanlardır. Hatemi, Humeyni döneminin İrşad ve Kültür bakanıdır. Mahmelbaf ise ilk başta İslam Devrimi destekçisidir.
(6) Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sf:10, Dergah Yayınları, 2002