Nefret edilen yönetmen Uwe Boll’dan bu sefer şaşırtıcı bir film! Hakikaten bir gün bir Uwe Boll filmiyle ilgili övgü dolu sözler söyleyeceğimi rüyamda görsem inanmazdım. Ucuzca bir film olmakla beraber, ara sıra temposunu düşürüp sıkıcılaşsa da, SEED, son derece nihilist, son derece acımasız, sadist ve oldukça depresif bir film. Birden çok sahnede izleyicinin karnına bir yumruk gibi iniyor.

seed-posterAmerika’da bir idam mahkumu, elektrikli sandalyede infaz edilirken, vücuduna 3 defa 45’er saniyelik sürelerle elektrik verildikten sonra ölmezse, yasaya göre serbest bırakılıyormuş. Film böyle başlıyor. (Vaaaaaaaay bu nasıl iş falan deseniz de ben size söyleyeyim bir kere bu hikaye külliyen yalanmış. Ben de filmden sonra internetten baktım. Bir şehir efsanesiymiş bu sadece, öyle bir yasa yokmuş.) Neyse, film başlıyor. Yüzü deri bir maskeyle kapalı, uzun saçlı (Rob Zombie‘nin Michael Myers’ini anımsatan) Seed isimli seri katilimiz televizyonda postu için öldürülen hayvanların görüntülerini izliyor. Gerçekten bir ara internette benim de gördüğüm, PETA tarafından yayınlanan, tamamen gerçek ve son derece rahatsız edici bir video bu. Film bu görüntüleri kullanarak bir yandan hayvanlara karşı yapılan bu dehşete dikkat çekerken, bir yandan da izleyiciye belden aşağı bir yumruk atarak başlıyor. Cannibal Holocaust‘tan (1980) ve dönemin diğer yamyam filmlerinden aşina olduğumuz gerçek hayvan katliam görüntüleri akıllara geliyor. Ama Uwe Boll bunu Ruggero Deodata’yo göre daha akıllıca yapmış tabi, orası ayrı… (Rugerro Deodato’nun Cannibal Holocaust’ta bir domuzu sadece film icin tüfekle öldürmesinin savunulacak hiç bir yeri yok).

Tahmin edebileceğiniz gibi seri katil Seed’e elektrikli sandalyede 3 kere elektrik şoku veriliyor. Seed ölmüyor. Ölmeyince hapishane müdürü de Seed’i canlı canlı gömüyor. Ve olaylar gelişiyor… Seed bir nevi Jason Voorhess gibi bir karakter olmuş. Jason gibi onun da ölümsüzlüğünün hiç bir açıklaması yok. Sadece bitmek bilmeyen bir nefreti var. O yüzden Seed nasıl ölmedi, nasıl hala yaşıyor gibi soruları bir kenara bırakarak izlenmesi gerekiyor.

seed

SEED, 2008’de New York Horror Film Festival‘de en iyi özel efekt dalında ödül sahibi. Gerçekten de filmde birkaç tane korkunç vahşi ve oldukça iyi kotarılmış şiddet sahnesi var. Sırf bu sahneler için bile SEED, bir korku filmi hayranı için kaçırılmaması gereken bir film. Filmin ışıklandırması, ses efektleri ve müzikleri usta işi. Butcesi 9.5 milyon $.

seed1

Eski bir bilgisayar oyuncusu olarak, Uwe Boll’un Alone In The Dark‘ı alıp ucuz ve aptal bir filme dönüştürmesine oldukça tepkiliyim. Uwe Boll’un kendisinden nefret eden sinema yazarlarıyla boks maçları yapmasını falan da şarlatanlık olarak görüyorum. İki ay önce en son Postal‘ı (2008) izledim. Hani çok rezalet bir film demeyeceğim ama Uwe Boll Postal’ı almış Scary Movie ve Hot Shots karışımı saçma sapan birşey yapmış. Oyunu zamanında büyük bir keyifle oynamış biri olarak Postal’a daha güzel bir film yapılsın isterdim. Ama napalım… İşte bütün bunlardan sonra SEED’i izleyince insan şaşırıyor. Uwe Boll’u affetmek için henüz erken. Ama SEED kesinlikle geceyarısı sineması sevenler için göz atmaları gereken bir vahşet filmi.

blank

Can Evrenol

University of Kent’ten “Sanat Tarihi” ve “Film Theory”mezunu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde seçmeli sinema dersi vermekte. MEHTAP ve OMEGA VATAN isminde iki kısa romanı var. Yeni sinema filmi SAYARA (2024) çok yakında!

4 Comments Bir yanıt yazın

  1. Efsane dörtlü: Michael, Jason, Leatherface, Freddy arasına gireceğini zannetmiyorum ama ‘hatchet – balta’ filminin karakteri gibi b kategorisi karakterler arasına girer bu abimiz :)

  2. Uwe Boll’un yönettiği filmlerden sadece ikisini izledim. BloodRayne ve Alone In The Dark ve her ikisi de çok sıktı beni. Can, senin tavsiyene dayanarak izledim Seed’i. Diğerlerinden iyice bir film. Pişman değilim, tavsiyenden de memnunum ama ne yalan söyleyeyim, oyunculuğundan anlatım tarzına kadar neredeyse herşeyiyle zorlama geldiği için nefret ettim filmden. Gerçi bundan hemen önce Mamma Mia!’yı izledim, belki ondandır. (İki film birden :)) Bir tanesi ağzına kadar şeker doldurulmuş sıcak bir su, diğeri de bozuk sirke konulmuş soğuk bir su. İkisini de içmek doksan dakikamı aldı.
    Nefret demişken, benzeri bir hissi Rob Zombie’nin Halloween’i de vermişti. Tutuculuğumdan değil, Zombie’nin ayrıca zorlama tarzından. (Günün takıntısı: Zorlamalık) İşin komiği Zombie’nin yerlere batırılan filmi House Of 1000 Corpses’ı hiç de iyi bir film olarak görmemekle beraber sevdiğimi söyleyeyim. Zombie korku türü hastası olduğu için belli bir tarzı var. O yüzden çok da hor görmeyeyim. Ama Uwe Boll tam bir sömürgen. Gerçi pek çok sömürü filmini seviyorum ama bu tür neredeyse pornografiye varan ultra-şiddet (daha Türkçe’si ne olabilir acaba?) sömürülerinden hiç mi hiç hazzetmiyorum. Bu da benim sorunum. Ciddi söyleyeceği bir şey yoksa, şiddet ne kadar plastikse bir filmde o kadar kabul edilebilir benim için.
    O meşhur beş dakikalık kesintisiz sahneden bahsedeyim. Benim eleştirisini okuduğum pek çok yerde bu sahnenin vuruculuğundan ama efektlerinin kötülüğünden bahsediliyor. Ben başlarda epey gerildiğim için efektlerin kötülüğünden aksine memnun oldum. Ama bu tür bir sahneyle beni germesi bir filmin başarısı mıdır, onu bilmiyorum. Vuruculuğun da sadece “vur” kısmına katılıyorum. Yemin ederim şaka yapmıyorum. :)
    En önemlisi ise, ki ben de buna dahilim, nihilist tonda olan filmler niye bu kadar ilgimizi çekiyor, niye daha ciddiye alıyoruz, o da genişçe ve ciddi olarak tartışılması gereken önemli bir konu.

  3. Valla SEED’i tavsiye etmekten cok, kisisel olarak cok sevdigim bir film diye vurgulamam gerekirdi belki. Cunku filmin aptalligina diyecek yok tabi. Ama bu aptallikla beraber, hicbirsey umrunda olmadan sadece dehset, kotuluk ve yikim sacan ne oldugu belirsiz sacma sapan bir karakteri anlatan SEED’i cok sevmeden edemedim. Film sinir tanimiyor, mantik tanimiyor. Sadece vahset icin vahset! Bazen Mortal Kombat, bazen Jason, bazen Cannibal Holocaust havasinda. Hic bir zaman taviz vermiyor. Muzikler baya iyi. makyajlar ve efektler baya iyi (yer yer ucuz olsa da cok guzel bir ucuz) Ve korkunc karanlik bir finali var… Bunu sevdim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Ghost Ship (2002)

2002 yapımı Ghost Ship; bütçesi, oyuncu kadrosu ve pek tabii
blank

Mutfaktaki Yabancı: Kitchen Stories (2003)

Çoğunlukla mutfakta geçen Mutfak Hikayeleri (Kitchen Stories, 2003), çelişkileri anlatmak