Yıllar boyunca yüzlerce festivale katıldım. Dürüst ve acıklı bir itirafım var; hepsi birbirine benziyor, bunun için adeta yarışıyorlar. Aynı kişilerin yönettiği aynı danışma kurullarının görevlendirildiği aynı film seçicilerin aynı filmleri önünüze sürdüğü “yaptık oldu” tadında organizasyonlar.
Bir zamanlar bunları takip edip katılmak da heyecan vericiydi elbette. Gittiğimiz eğer bir prömiyer film festivali ise kafamızı filmlere gömer gerisiyle ilgilenmezdik. Ülkemizde bunu yapabilen 3-4 organizasyon var. Bu yıl sansüre kurban edilen Antalya Altın Portakal, Adana’nın Altın Koza’sı ve İstanbul Film Festivali. Peki, diğerleri? Yeni film sunamayan da açığını konuklarını gezdirerek, yedirerek içirerek kapatırdı.
Bakın aslında burada kocaman bir organizasyon yanlışını açığa çıkarmak istiyorum. Lafımın özeti şu; bu festivalleri yapanlar o şehrin sinemaseverlerinden ziyade İstanbul’dan getirdikleri konukları düşünüyor, bu yüzden de şehirdeki sanat takipçileri tarafından ya umursanmıyor ya da nefretle karşılanıyordu. 3-5 yıl yapıldıktan sonra gözden düşen, iptal edilen bu festivalleri katılan konukları dışında kimse hatırlamaz.
10 yıl boyunca yapılan ve sonlanan Malatya’nın film festivali buna iyi bir örnektir. Festival ilk yılında tematik yapısıyla diğer film festivallerinden ayrılıyordu… Festival ön jürilerinin ısrarla görmediği ve hatta aşağıladığı “komedi” türüne yönelen bu festivalde, bu sayede farklı bir seçki izleme imkanına kavuşmuştuk. Salonlar ağzına kadar dolu, halk film izlerken mutluydu ancak 2. yıldan itibaren Altın Portakal ya da Altın Koza taklitçisi bir yapıya bürünerek Malatyalıların ilgisini kaybetti. Sonraki yıllarda bomboş salonlar ve hazin son!
Nihayet Fethiye Film Festivali’nden bahsetmeye başlayabilirim. Bunun için nereye teşekkür etmek lazım bilmiyorum ama ilk kez düzenlenen bu film festivali, direktöründen film seçicisine, konuk koordinatöründen yer göstericisine kadar yerel sanatseverler tarafından oluşturuldu ve yürütüldü. Gözlerdeki amatör ışıltıyı görmekle birlikte orada olduğum sürece yapılan her şeyin profesyonel bir titizlik içinde halledildiğini gördüm.
Odağı kısa film ve belgeseller olan festivalde bir ödül dağıtılmıyor ancak Fethiye’de olmanın kendisi bir ödül olduğundan film yapan ve değerlendiren insanların festivale ilgisi büyüktü. Festivalde birkaç uzun metraj film gösterimi de mevcuttu ve seminerler-sunumlar gibi şeyler de atlanmamıştı.
“İyi de bunları her festival yapıyor” diyeceksiniz. Evet, hepsi yapıyor ya da yapmaya çalışıyor ama asıl şaşırtıcı olan bu yapılanlara büyük bir iştahla katılan Fethiyeli sinemaseverlerdi. Gösterimler hep dolu salonlarda yapıldı, seminerlerde ve sunumlarda boş sandalye kalmadı. Herkes ilgiyle Fethiye’nin film festivaline katıldı ve bu etkinliğin onların hayatlarına entelektüel bir katkı yaptığını görmemizi sağladı. Bu pek çok şehirde gerçekleşmeyen bir büyü adeta.
Fethiye’de köklü bir film festivalinin yeşermemesi için hiçbir sebep yok. Düşler Tarlası filminin, “sen inşa et, onlar gelecek” diye ünlü bir repliği vardır ya hani, Fethiye Fotoğraf ve Sinema Sanatı Derneği’nin (FEFSAD), Fethiyeli sinemaseverleri düşünerek inşa ettiği bu festivalin daha ilk yılında bu kadar benimsenmesi mutluluk verici. Bu sayede şehirde güçlü bir sanat takipçisi topluluk olduğunu görmüş oldum.
Dernek başkanı Canan Tor ve arkadaşlarının büyük gayretle ve neredeyse hiç destek almadan, büyük başarıyla gerçekleştirdiği 1. Fethiye Film Festivali’nde olmak benim için çok mutlu ediciydi. Bu sayede ben de yıllar önce kaybettiğim bazı duygulara yeniden kavuştum. İlerki yıllarda bir ödüle kavuşur mu bilmem, bu konuda Yüksel Aksu’nun, “ödülün ismi Altın Keçi” olsun gibi yerinde bir önerisi de var ama filmlerin yarıştırılmadığı bir festivalde olmak çok güzel.
Fethiye Film Festivali’nin ömrünün uzun olmasını ve hep o şehrin sanatseverlerini önemsemesini dileyerek yazımı bitiriyorum.