Atıf Yılmaz ile yapılan röportajların derlendiği “Rejisör Atıf Yılmaz”(1) adlı kitaptaki çeşitli röportajlarda Atıf Yılmaz tarafından sürekli tekrarlanan bir eleştiri vardır: Cumhuriyet’in bizi köklerimizden ve kültürümüzden kopardığı. Hiç katılmam, üretim tarzının bir yansıması olan ve günlük hayatın kendisinden başka bir şey olmayan kültüre hem bulutların üzerinde yüce bir yer vermesini idealistçe bulurum, hem de kültürü her gün her saniye dokunan, örülen, üretilen bir şey olarak değil de geçmişten miras alınan bir şey olarak görmesine şaşırırım. Kitapta katılmadığım bir nokta daha vardır ki Atıf Yılmaz, Değirmen (1986) ve Şekerpare (1983) gibi filmlerini çok beğenmez.(2) Bendeniz ise pek beğenirim ve defalarca izlesem doymam.

blank

Şekerpare, 1980 yılından sonra kriz nedeniyle tasfiye sürecine giren Arzu Film’in 3 yıl sonra çektiği ilk filmdir. Normal filmlerinin yanı sıra komedi filmlerinde de kalburüstü bir yönetmen olan Atıf Yılmaz’ın yönettiği filmin senaryosunu Yavuz Turgul yazmıştır. Senaryonun uyarlandığı eser Turgut Özakman’ın Şehnaz isimli oyunudur.

“Karakola Bir Hıyar Geldi!”

blankOsmanlı’nın son döneminde, Tanzimat’tan sonraki bir dönemde, muhtemelen 2. Abdülhamit döneminde bir Nazır’ın damadı olan Ziver (Şener Şen), Galata havalisine bakan Karakolun SerKomiseridir. Nazır Paşa’nın nüfuzunu kötüye kullanan Ziver Yardımcısı Hurşit (Şevket Altuğ) ile birlikte Galata esnafını haraca kesmektedir. Karakoldaki diğer bekçiler ve zabitler buna itiraz etmeden, bilakis bu düzenekten kendi paylarına düşeni alarak yaşayıp gitmektedir. Karakolun makus talihi, sürgün gelen Cumali (İlyas Salman) ile değişecek midir? Cumali enayilik derecesinde dürüst bir bekçidir. Yeni tayin edildiği karakolda dönen dolapları bilmemekte ve Ziver’i bir dürüstlük abidesi olarak gözünde büyütmektedir. Cumali dürüst davranışlarıyla Galata’daki düzene çomak sokmaya başlarken Ziver’in bu enayilik derecesinde dürüst bekçi için planları vardır. Nazır Paşa’nın evlatlığı Peyker’i (Ayşen Gruda) hamile bırakan Ziver, olay açığa çıkmadan Cumali ile evlendirip kurtulmayı planlar. Cumali ise Letafet’in (Neriman Köksal) randevu evinde “tanıştığı” Şekerpare’ye (Yaprak Özemiroğlu) sırılsıklam aşık olur. Ziver entrikaları ile Cumali’yi Peyker ile evlenmeye mecbur etmeye çalışırken o muhitin kabadayısı Galatalı (Ali Taygun), Letafet ve randevu evinin bilumum ahalisi Cumali ile Şekerpare’yi bir araya getirip düzenbaz Ziver’i alt etmek için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Şekerpare’nin, Atıf Yılmaz’ın film hakkındaki olumsuz düşüncelerinin aksine çok başarılı olmasının ve 35 yıldır hangi kanalda rastgelirsek gelelim TV kumandasını bir kenara bıraktırmasının pek çok nedeni var. İlk (ama en önemli olmayan) neden şu. Bu bir Arzu Film yapımı. Arzu Film eski şaşaalı dönemlerini çoktan geride bırakmış olsa da Arzu Film ekolünden yetişme bir senarist (ve yönetmen) olan Yavuz Turgul ve Arzu Film ekolünden gelme birinci sınıf oyuncularla Şekerpare bizi bir zaman makinesine koyarak 70’li yıllara, Arzu Film’in şenlikli ortamına geri gönderiyor. İkinci ve belki de en önemli neden de Şener Şen. Giovanni Scognamillo’nun deyimi ile seksenli yıllardaki starlık dönemine kadar hep “hareketli karikatürleri” canlandıran Şener Şen, hiçbir komedi oyuncusuna nasip olmayan genişlikte rol yelpazesi ile tıpkı babası Ali Şen gibi kötülüğü, gaddarlığı sevimliliğe katık ederek rolünün üstesinden geliyor. Evet, Şener Şen yüksek oynuyor. Abartı mimikler, aniden değişen surat ifadeleri, tükürme, körleme, taklit, tokatlama ve küfür gibi kaba komedi öğelerini öyle ustaca kullanıyor ki aslında kolaylıkla faciaya dönüşebilecek olan bu yüksek oyun çorbası yıllarca unutulmayacak bir resitale dönüşüyor. Film boyunca hiperaktif bir şekilde elinden gelenin en iyisini sergileyen Şener Şen’in bir uçmadığı kaldı derken bir de bakmışsınız “Baskın var!” sahnesinde bu önemli eksiği de gideriyor! Bir eliyle kapı tokmağını tutan Şen’in iki ayağının havalanıp kapıya yapıştığını görünce insan, gülme mesaisini tamamlayıp derin bir nefes alıp şöyle diyor: Şener Şen’in yakın dövüş sanatlarına birazcık ilgisi olsaymış Türkiye’den de bir Jackie Chan çıkarmış! Ani ifade değişiklikleri, aşırı mimikler, küfürler, karikatürize edilmiş duygu patlamaları, Şener Şen’i komedyenlikten güçlü bir dram oyunculuğuna taşıyan oyuncu kumaşının kalitesinden gelen ustalıklı zamanlama duygusu ile öyle kritik ve doğru anlarda patlıyor ki insanlar 35 yıl sonra da bunlara karnını tuta tuta gülüyor. İlyas Salman’a ise tanrı vergisi gerçekçiliği ile karşı kefeyi başarıyla doldurmak kalıyor. Üçüncü sebep ise şu: Tahminen 2. Abdülhamit devrinde geçen filmin göndermeleri, çekildiği devre, henüz Özal devrine yeni adım atmış olan Türkiye’ye oluyor. Bu göndermelere sebep olan çarpıklıklar günümüzde henüz giderilmediği, giderilmek bir yana ağırlaşarak sürdüğü için 35 yıl sonra da geçerli. Özellikle Ertem Eğilmez/Arzu film ekolü güldürü filmlerinde karşımıza çıkan  ve sosyal devletçi bir kapitalizmden acımasız ve yalın bir kapitalizme geçen Türkiye’nin yaşadığı sancıları ve büyük travmayı biri uyanık ve üçkağıtçı, biri de dürüst iki insanın çatışmasını merkeze alarak anlatıyor. Ertem Eğilmez/Arzu Film ekolünün 70’li yılların sonundaki hayal kırıklığı ve travmayı yansıtan ve geleneksel Türk Tiyatrosu ve gölge oyunuyla güçlü bağları olan bu çatışmayı Maho-Bilo diyalektiği olarak adlandırıp ayrıntılı bir şekilde tartışmak istiyorum.

Maho-Bilo Diyalektiği

blank

Ertem Eğilmez, piyasayı çok iyi koklayan bir yönetmen. İşe ilk olarak kaba komedi filmleriyle başlıyor ama tutmayınca direksiyonu ustaca melodramlara kırıyor ve aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni oluyor. Burada kapitalizmi emekleme aşamasında olan bir ülkede kitlelere sınıf değiştirme ütopyası pazarlama işi var. 70’li yılların başında yeni arayışlara giriyor çünkü melodram cazibesini yitirmiş. Kapitalizm emekleme evresinden çıkmış yalpalaya yalpalaya yürümeye çalışıyor, haliyle kapitalizm yalpalarken ülke çok sarsılıyor ama hala umut var. 70’li yıllarda çektiği filmlerde insanlara gene ihtiyaç duydukları bir şeyi satmaya çalışıyor. Ama bu sefer ütopya değil, kaybetmek üzere oldukları, özledikleri bir şeyi veriyor onlara: Mahalle, aile, dostluk sadakat ve iyilik üstüne efsane komediler çekiyor. Bütün dünyası para olanlara karşı ailenin, mahallenin insani değerlerin gücüyle karşı çıkan kahramanları anlatıyor. Eğilmez Erich Fromm’u okumuş mudur bilemem ama adeta “Sahip Olanlara” karşı “Var Olanları” anlatıyor. Arzu Film’in son evresinde ise, Erkek Güzeli Sefil Bilo, Banker Bilo gibi filmlerle “Sahip Olanlara” karşı “Var Olanlar” veya “Paraya, Güce ve İktidara” karşı “Sevgi, Dostluk ve Bağlılık” formülü sert bir revizyona tabi tutuluyor. Temel karşıtlık aynı kalsa da artık güçlüleri, zalimleri ve mülklüleri temsil eden Maho’nun  karşısına çıkan bir mahalle veya bir aile değil tek bir kişidir: Bilo. Aslında Karagöz Hacivat oyununu andıran bu karşıtlık ülkece yaşanan büyük hayal kırıklığının da veciz bir ifadesidir.

Maho-Bilo diyalektiği Ertem Eğilmez’in filmlerinin yanı sıra aynı dönemde çekilen filmlerin de (Çiçek Abbas, Dolap Beygiri vb.) temel konusu olur. Aslında dürüst ve namuslu bir sinemacının adil bir toplum düzeni özleminin ifadesi olan Maho-Bilo diyalektiği toplumcu (sosyalist) olarak adlandırılabilecek seviyeden uzaktır. Dünyadaki temel çelişkiyi algılamadaki benzerliğe rağmen (Sermayeye karşı Emek ==> Maho’ya karşı Bilo) temel çelişkiyi iki insan tipinin karşıtlığı olarak algılar. Bu iki insan tipini çelişkinin nedeni olarak sayar. Bu insan tiplerinin oluşumuna neden olan, birinin diğerine baskın olmasını, onu sömürmesini ve bunu şartları devamlı hale getirmesini sağlayan altyapı ile hiç ilgilenmez. Düşünceyi maddenin, durağanlığı hareketin, sonucu sebebin, tepkiyi de etkinin önüne geçirerek arabayı atın önüne koşar. Felsefi ve tarihsel bir maddeciliği temel almadığı için baş aşağı duran idealist bir diyalektiktir, toplumculuktan uzaktır. Ama tekrar edelim; namuslu ve dürüst sinemacıların temiz özlemidir, çok değerlidir.

Arzu Film = BKM ve/veya Şaban = Recep İvedik midir?

blank

70’li yılların görkemli Arzu Film güldürüleri ile günümüz gişe komedileri arasında özdeşlik kurmak günümüzde hayli revaçta olan bir indirgeme tarzıdır. Aslında Arzu Film güldürülerinde insanları cezbeden şeyin bir çeşit yararsız nostalji duygusu olduğunu ima eder ve şunu der: Dün bunları beğenmeyen insanlar vardı ama siz bugün beğeniyorsunuz. Bugün beğenmediğiniz berbat gişe komedileri de yarın beğenilir olacak. Bu yalnızca bir indirgeme olarak kalsa canımız yanmazdı ama indirgemeye destek olarak kullanılan benzerlikler düpedüz yanlış çözümlemeye dayalı hatalı çıkarımlardan kaynaklanır. Bu indirgemenin sahipleri doğruluğu su götürmez bir saptama ile işe başlar: (Çünkü gerçeği tüm gücünüzle kendinizden itip uzaklaştırmak için bile öncelikle onun bir yerine temas etmeniz şarttır, yoksa itemezsiniz!) “Ertem Eğilmez/Arzu Film halka görmek istediklerini pazarlıyordu.” Evet doğrudur. Sonuna kadar katılırız. “Bugün de BKM aynı şeyi yapıyor.” Sadece BKM’nin ilk dönemleri için (Arzu Film’in de epey hakkını yiyerek) kabul edilebilecek olan bu önerme günümüz için geçerliliğini yitirmiştir. Hele hele “Şaban=Recep İvedik” gibi bir önermenin kabul edilebilir tarafı yoktur. Açıklayalım:

Arzu Film, bir gişe sinemacısı olarak, karşılaştırmaya konu olan devrede insanlara görmek istedikleri şeyleri pazarlamıştır. Ama kartlarını kazanmakta olan lümpen kötülüğe değil insanların çarpık üretim sistemi yüzünden kaybetmek üzere olduğu değerlere, iyiliğe, dostluğa, bağlılığa, yardımlaşmaya oynamıştır. Recep İvedik, BKM ve diğer güncel gişe komedileri ise orta sınıfı silindir gibi ezmek için üst sınıflar tarafından salınmış lümpenliğe oynamaktadır kartlarını. Sonuçta her ikisinin amacı aynı olsa da araç belirleyicidir ve amacı kendine benzetir!

Sonuç Yerine

Bugün hayatın her alanında yaşanan tel tel dökülme halinin sebeplerini merak ediyorsak dün neyi yapamadığımıza bakmamız gerekir. Önce modern kolektif bir yaşam tarzını besleyecek bir üretim tarzı kuramadık. Sonra beslenemediği için zaafiyet geçiren kolektif yaşam tarzımızı kaybettik. Sonra da kaybettiğimizi geri getirmeyi talep eden düşler kurmayı bile unuttuk. İşte bu filmler bu yüzden hala seviliyor ve izleniyor. Çünkü bizi düzelme yoluna sokacak gerçekçi umudu hatırlatıyor. Gerçekçilikle işiniz yok mu? Öyleyse Şaban=Recep İvedik, ittirin gitsin!

[box type=”info” align=”” class=”” width=””](1) ’Rejisör’ Atıf Yılmaz, Derleyen: Müjde Arslan, Agora Kitaplığı, 2007.

(2) A.G.E, Sf:106 [/box]

blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Bir Cüneyt Arkın Filmi: Babanın Oğlu (1975)

Babanın Oğlu, Cüneyt Arkın’ın klasik avantür filmlerinden toplumcu yapısı ile
blank

Five Easy Pieces / Beş Kolay Parça (1970)

Five Easy Pieces, Nicholson, Eastman ve Rafelson’un normal hayatlarında temsil