blankBir Hasan Karacadağ korkusu olan D@bbe’yi gördükten sonra bir daha Hasan Karacadağ bir şeyi olan hiçbirşeyi görmemeye yeminliyken, İçimdeki fantastik olsun çamurdan olsun (filme gönderme yaptım!) mottosuna dayanamayıp bugün kendimi en yakın sinema salonuna attım…. ve bu defa bir daha asla gnctrkcl (geneceterekecele!) gününde sinemaya gitmemeye yemin ederken buldum. 35 yaşında en yakışıklı ve verimli zamanlarında olan bendeniz, tamamı liselilerden oluşan gürültücü bir kalabalık için “liselim” şarkısını içinden ama bu defa nefretle söyleyen zavallı bir Ümit Besen gibi dayanmaya çalıştım. Ama filmi tek başıma izlemeye ve olabildiğince damıtarak gerçekten önyargısız bir kritik yapmaya kararlıydım. Önyargı konusunda kendimi ne kadar aşabilirim bilmiyorum çünkü, büyük beklenti:çok büyük hayal kırıklığı sözcüğünün bendeki anlamı Kore yapımı Kairo filminden sekans sekans araklanan! (bundan daha iyi uyan bir kelime bulamadım.) D@bbe, Yeni Türk korku ve fantastik sineması için umutlarımı tüketen film olmuştu. Ama bir yandan da umutluydum, Çünkü Okul adlı filmlerinden nefret ettiğim Taylan Biraderler’de Küçük Kıyamet ile muhteşem bir rövaşata golü atmış ve hem fantastik hem de iyi film olabilen bir yapıma imza atmışlardı.

Please click for english article

Semum’a bu haleti ruhiyeyle başladıktan hemen sonra X-Men jeneriği tadında akan jenerik de abartılı bir semum nedir, semuuum! ön girişi yapılırken eyvah! eyvah! demedim değil, ama neyseki ilerleyen zamanda bu defa karşımızdaki D@bbe gibi yaratığından daha ürkünç bir hilkat garibesi değil en azından hikayesi yürüyen bir filmdi…

Canan ve Volkan, mutlu bir evlilikleri olan genç bir çifttir. Yıllardır hayalini kurdukları gibi bir evin sahibi olmuş ve sonunda da bir sürü ikea mobilyası ile birlikte taşınmışlardır. (ikea çok akıllı bir strateji izleyerek neredeyse tüm dizi ve filmlere bu mobilyaları bedelsiz olarak veriyor) Hayatlarında herşey son derece yolunda gidiyor gibidir. Ta ki… Bir gün, sesindeki nöron yüzünden travesti sanılmaktan başka hiç bir endişesi olmayan Canan hiç kimsenin anlam veremediği garip davranışlarda bulunmaya başlar. Kendisine hakim olamamakta, sanki bir şey tarafından konrol ediliyormuşçasına davranmaktadır. Volkan eşinin bu durumuna çok üzülmekte ve kendince bir çıkış yolu aramaya çalışmaktadır. Canan’ın arkadaşı Banu ve Volkanın arkadaşı ? ayrıca asabi bahçıvan ve cinayet zanlısı yan komşu bu olan bitene pek üzülmektedir. vs vs.

blank


Böyle dalga geçer gibi yazdığıma bakmayın, aslında filmin öyküsü kendi içinde tutarlı ve ağır da olsa sağlam bir işleyişe sahip ama senaryonun geneli bazında baktığımız zaman Semum biraz kafası karışık bir film… Amityville Laneti, Exorcist, Shining, Constantine, Arka Pencere, Skeleton key, Hayvan Mezarlığı, Pumpkinhead… bu saydığımız filmlerle Semum bazı anlarda güçlü bir etkileşime giriyor ama içlerinden birine benzemek yerine bir kolaj oluşturmayı deniyor ve belli bir ölçüde de olsa bunu başarıyor diyebiliriz. Ama keşke Karacadağ korku sinemasının 70 yılda bulduğu ve oturttuğu tüm klişeleri, oyuncak dükkanına düşmüş bir çocuk gibi tek bir filmde harcamaya kalkmasaydı. Gücünü doğu öykülerinde alan ve İslami referansa sahip böyle bir filmde dahi Paganist bir sembol olan 13* rakamının rol alması “eh yani artık!” dedirtiyor…

Hasan Karacadağ, şu günlerde katıldığı programlarda ve verdiği röpörtajlarda D@bbe’de yaptığı hatalardan ders aldığını ve D@bbe’nin aslında Japonya yeraltı video piyasası için yapılmış bir iş olduğundan bahsediyor… Evet, Semum’u izledikten sonra bazı hatalardan ders alındığı alenen ortada gözüküyor fakat D@bbe’nin artık yönetmeni tarafından bile reddedilişinin bahanesinin “biz aslında bunu Japonya için yapmıştık!” denmesi biraz acıklı olmuş çünkü neredeyse bütün korku hikayelerinin uzun saçlı, ayağı ıslağa basan kıza dayandığı Japon korku sinemasında bile D@bbe fazla araklanmış duracaktır. (ama en azından komiser niye kimono giyiyordu? sorusunun bir cevabı verilmiş oldu: Japonlar için!)

Kanımca Hasan Karacadağ’ın yumuşak karnı filmleri için seçtiği konular yada kullandığı dini referanslar değil ki bence bu dini referanslar filmlerinin etkisini katlarca güçlendiriyor, Oyuncu seçimi… D@bbe’de en ufak bir oyunculuk yeteneği olmayan ve muhtemelen bir daha asla beyazperde de görmek zorunda kalmayacağımız gençler filmin tüm yapısını çökertmişti. martin Scorsese yada Pasolini gibi ustalar da aktörlükle alakasız kişileri filmlerinde oynattılar ama açıkcası Kundun’da oynayan budistler’in resim halleri bile o kadar grafikseldi ki, ille de oyuncu olmalarına gerek yoktu! Semum’da daha isim yapmış kişilerden seçilmiş bir kast olsa da, başarılı bir oyunculuğa rastladığımızı söyleyemeyeceğiz. Ayça İnci rolünün hakkını vermek için elinden geleni yapıyor ama Burak Hakkı’nın her an komediye kaçma eğilimi olan abartılı mimikleri ve Spiker diksiyonuyla konuşan kazma! bahçıvan tiplemesi filmde ne zaman gözükseler salonda kahkahalar başlıyordu. Yönetmen ne kadar uğraşırsa uğraşın extreme sahnelerde oyuncu çok önem kazanıyor, Örneğin; Babam ve Oğlum filminde Çetin Tekindor’un oğlunun ölümünü öğrendikten sonra üstünü başını yırttığı sahne kötü bir oyunulukla, her an rezil bir komediye dönüşmenin eşiğindeyken, Tekindor usta sayesinde kalbimizi ısıtan, gözyaşlarımızın boğazımızı yaktığı bir gerçeklik haline geliyordu. Alternatif bir casting’i düşünmek gerekirse Burak Hakkı’nın yerine Binbir Gece’de oynayan Tardu Flordun, Volkan rolünün hakkını verir, Semum çıkaran imam rolüne de Çetin Tekindor yakışırdı. Bahçıvanı söylemek bile istemiyorum çünkü filmde gözüktüğü tüm sahneler kesilip atılsa film hiçbir şey kaybetmez aksine çok şey kazanırdı…

Film güzel gözükmek uğruna bazı ciddi mantık hataları da içeriyor; Volkan, Canan’ın kedisini sabah eziyor, hemen ardından bahçıvan kediyi gün batarken gömüyor, sonra aynı gün öğle vakti Canan kedisini arıyor! Bu arada kedi ile ezilme sahnesinde efekt falan değil de kedi sanki gerçekten eziliyormuş gibi geldi. Bu durum hayvansever dernekleri ile Karacadağ’ın arasını açabilir benden söylemesi!

blank
Yine olumsuz bir eleştiri olacak ama Filmde kör parmağım gözüne şeklinde verilen psikaytrist ve İmam yani Bilim ve Din çatışması (ve bu kavgadan din’in kesin galip olarak ayrılması) memleketin şu günlerinde biraz acıklı bir yaklaşım olmuş… Yani neredeyse başı ağrıyınca bile üfürükcülere koşan insanları ve onları üfürenleri mazur görün tadında bir telkin söz konusu ve film burada hem tarafsızlığını hem de masumiyetini yitiriyor gibi geldi bana…

Filmin belkemiğini oluşturan Cgi efektlerine gelecek olursak artık ortalama bir Playstation oyununda dahi daha iyilerine rastlamak mümkün ama yine de ileriye dönük olarak cesurca ve dozunda kullanılmış diyebilirim. Gerçi bu ille de Cgi diye tutturmanın mantığını da anlamıyorum ya! kişisel fikrim ustaca yapılmış makyaj efektleri ve animatronikler ile (Rick Baker, Stan Winston yada Tom Savini’nin uygulamaları gibi) çok daha yüksek bir inandırıcılık ve seyrici tatmini sağlamak mümkün. Cgi, Beowulf’ta olduğu kalitede olmaz ise, yapılan işi ucuzlatmaktan, çizgi filme dönüştürmekten fazla bir katkı sağlamıyor. Ayrıca Semum tiplemesinin Iron Maiden’in ikonu haline gelen Eddie’ye aşırı benzeyişi de gözden kaçmıyor!

Bu haddinden fazla uzun Semum yazısı ile umarım canınız sıkmamışımdır. Yukarıda yazdığım yazının geneline bir olumsuzluk hakim olabilir ama sonuçta söylemek istediğim; Hasan Karacadağ’ın bu defa ilerisi için umut veren bir filme imza attığı fakat hala bazı eski alışkanlıklarından vazgeçemediği ve bunun da en çok filmine zarar verdiğidir. Semum, Küçük Kıyamet kadar önemsenecek bir film değil ama mutlaka ilgiyi hakediyor ve bence rahatlıkla şu ana kadar çekilmiş hayal gücü ve düşsel etkileşimi en güçlü fantastik Türk filmi oluyor. Keşke Karacadağ Küçük Kıyamet’e çok yakışan dingin, sakin ama tedirgin edici işleyiş yerine biraz daha 80’ler filmlerine yakın duran muzip tempoyu tercih etseymiş ve filme bilinçli bazı komedi ögeleri yerleştirseymiş… Çünkü kendini çok ciddiye alan ve neredeyse hiç espri yapılmayan bu filmdeki bazı sahnelere (bunların çoğu oyuncu performansından kaynaklanıyordu) izleyiciler oldukca güldüler. Karacadağ’la bir araya gelip gelecekteki projeleri ve filmle ilgili samimi düşüncelerini tartışmayı çok isterim. bu arada filmde Canan ile Volkan’ın kedinin ölümünün ardından konuştukları sahnede Canan’ın planlarına dikkat ederseniz çok hoş bir gönderme mevcut… Bu tür şeylere bizim filmlerimizde rastladığımızda çok seviniyorum doğrusu.

Semum kritiği, olumlu, olumsuz pek çok eleştiri aldı ve almaya devam ediyor. “Öteki Sinema” yazılarının böylesine ciddiye alınmasından son derece memnunum. Bu arada “Beyazperde” gibi vizyonu ciddi ve hızlı takip eden sinema sitelerinden Semum ile ilgili hala yayınlanmış ciddi bir kritik yok. Sanırım bu filmin gişesini olumsuz yönde etkilememek gibi bir düşünceden kaynaklanıyor. Bu sebepden dolayı bağımsız bir sinema blogu olmak bir kez daha mutlu etti bizleri.

Bu yazının amacı Semum’da geçen bir sahneyi açıklama ihtiyacına dayanıyor. Filmde baş karakter Canan’ın çok sevdiği kediyi, eşi Volkan’ın istemeden arabasıyla ezerek öldürdüğü bir sahne mevcut. Bu arada asıl kritiğe ek olarak vermek istediğim bir şey de; Semum’un Bir kedi ve bir insan dışında kimsenin ölmediği bir korku filmi olması. Bu olumlu yada olumsuz manada kulllanılmamış, bir tesbittir sadece. Mesela çok sevdiğim bir korku kültü olan “The Changeling” filminde de pek kimse ölmez.

Neyse bu yazıya konu olan sahneyle ilgili olarak yazdığımız, “Bu arada kedi ile ezilme sahnesinde efekt falan değil de kedi sanki gerçekten eziliyormuş gibi geldi. Bu durum hayvansever dernekleri ile Karacadağ’ın arasını açabilir benden söylemesi!” tahminine cevap olarak Semum filminin görsel efekt ekibinde çalışan bir arkadaşımızdan şöyle bir mail aldım:

Merhaba, Ben Semum’un görsel efekt ekibinde çalışan kompozitörlerden biriyim ve kritiğinizde değindiğiniz kedi ezilmesi planı hakkındaki yorumunuzu okuduğumda çok mutlu oldum, o plan bana aitti çünkü. Çok kısa bir süre ekranda kaldığı için gerçek gibi algılamış olabilirsiniz, ekte o planı gönderdim, aslında kare kare incelendiğinde çok tatmin edici olmadı benim açımdan ama sizin sinemada öyle algılamanız beni sevindirdi dediğim gibi:)

Saygılar&Sevgiler…

Buna gerçekten de ihtiyaç vardı çünkü bahsi geçen sahne kesinlikle çok başarılıydı ve sinemada izleyenlerin buna verdiği reaksiyonda aynı ölçüdeydi. “hah işte snuff çekmişler, gitti zavallı kedi!” diye içimden geçirmedim değil… Bence bir efekt, efekt olduğu ne kadar saklıysa o kadar başarılı oluyor. E-posta’nın sahibi ile aramızda geçen mail trafiğinden sonra kendisinden izin alarak burada da bundan bahsetmeyi uygun gördüm.

Öteki Sinema için yazan Murat Tolga Şen


** 13 sayısının uğursuzluğu ise iskandinavlar’ın dinlerindeki bir öyküye dayandırılmaktadır. bu öyküye göre düzenbaz tanrı loki, diğer 12 tanrının katıldığı bir şölene 13. olarak giderek eğlenceyi bozmuştur. bu olay iskandinavlar’ın en gözde tanrısı balder’in ölümüyle sonuçlanan kavgaya yol açmıştır. bu boş inanç öylesine güçlüdür ki, bazı kimseler 13 kişiyi aynı masaya oturtmaktan kaçınır, hatta ünlü otellerin bazılarında 13 sayısını taşıyan oda ve kat yoktur.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

7 Comments Bir yanıt yazın

  1. SEMUM filmi için gayet iyi niyetli yazılar yazmış. İyi niyetli diyorum çünkü Murat arkadaşımız Öteki Sinema diye adlandırılan Kült Korku filmleri ve Fantastik filmleri irdeleyen ve üstünde tartışmalar yapan bir siteyi yönettiğinden SEMUM filminide bu çerçevede değerlendirmiş. Tabi yazılarında hiçbir maddi çıkarı olmadığından ve tıpkı benim gibi bir sinema sever olduğundan gayet usluplu bir dille eleştiriler yazmış. Hiçbir kuruma veya kuruluşa maddi bağlantısı olmadığından yazdıklarının tarafsız Türk Seyircisi Gözlüğü ile yazıldığına inanıyorum. Hal böyle iken bile SEMUM kritiğini yaparken fazla insaflı olduğunu düşünüyorum. 9 yaşımdan beri (şu an 37 deyim), sinema filmi izlemek benim için bir hayat tarzı olmuştur. Dayımın Kocaeli bölgesinde 7 adet sineması vardı. Bende tatil zamanlarında hergün o sinemalarda sabahtan akşama kadar film izlerdim. Aklınıza ne gelirse seyrettim. Sonra videolar çıktı. Hafta sonları 12 kaset film izlediğimi hatırlıyorum ve bunları yaparken ben 13 yaşımdaydım. Bugüne geldiğimizde ise evdeki arşivimin sadece binlerce nitelikli filmden oluştuğunu düşünürsek yıllar boyu izlediğim film sayısı sanırım milyonu bulmuştur. Yıllar geçsede Türk Sineması sında olup bitenler hiç değişmedi. Neden Türk Sineması gelişmedi diye tartışmak istemiyorum çünkü Türk lerin hayat görüşü ve düşünce tarzının ekonomik ve eğitim süreci ile bağlantılı olarak sınırlı kalmasından kaynaklandığını bilen ve gören birisiyim. Dolayısıyla birçok Türk filminin yaratıcı düşünceden uzak, boş beyinleri meşgul eden içeriği sınırlı filmlerden oluşması normal bir sonuç oluyor. Ancak kendini geliştirebilen ve hayal güçleri gördükleri ile sınırlı kalmayan kişilerin var olması ile Türk Sineması kalkınabilir. Bu bağlamda SEMUM filminin ne kadar basit kaldığı, içeriğinde barındırdığı bir çok yabancı içerikli korku filminin sahne alıntıları ile dolu olmasından anlaşılıyor. Öteki Sinema da yazılanlar aslında SEMUM filmine pirim bile yaptırmıştır. Eminim o yazıları okuyanlar -yaw bu kadarda olamaz, gidip bir göreyim şu filmi .. demiştirler.

    Arkadaşlar, paranıza yazık. Nitelikli bir film izleyecekseniz Cloverfield a gidin. Şimdi diyecekseniz o bütçeyle böyle filmi bende yaparım. Sakın ha demeyin. Filmi film yapan bütçesi değil, özgün içeriğidir. Bknz. Blair Cadısı…. Fazla söze gerek yok. İyi seyirler….

  2. Semum’u da Musallatı da izledim.Kendince korku filmi takipçisi olarak Semum’u küçük bir adım musallat’tan önde buldum.Uluslaraarası korku camiasında Semum’un hasan Karacadağ’ı iyi noktalara taşıyacağına inancım tam.Kısa ve öz olarak,
    semum’u sevme sebeplerim;
    1-ağır ağır akan ama gayet bilinçli ilerleyen ve çarpıcı olmasa da tatmin edici bir twistle sonlanan öyküsü

    2-Japon korku sineması,islami temalar ve the exorcist’in şeytani havasını aynı potada ertimeyi başaran yönetim biçimi.

    3-Çok ciddi araştırmlar sonucu yazılmış olduğu belli olan semum(şeytan’ın askeri deniyor) yaratığının iğneleyici diyalogları

    4-Bazı anlarda afallatan dejavu kurgusu

    sevmeme sebeplerim

    1-Efektler…ahh o cgi kokan kötü kompozitler…!

    2-Bazı oyunculuklar.misal;Burak hakkı.Ne işi var o adamın bu filmde anlayabilmiş değilim.

    3-Exorcisti fazlaca andıran bazı gereksiz planlar.

    SONUÇ:İlerisi için umut vaat eden bir yönetmen Hasan Karacadağ.
    Not:Fuzzy isimli arkadaşın yorumu çelişkilerle dolu ve kesinlikle objektif değil.Ayrıca semum’u izlediğini de düşünmüyorum.Full önyargı!

  3. Haa şunu da ekleyeyim ki,(spoooiler!!)13 sayısının aslında B çıkması güzel bir bağlantı.Bedeni yavaş yavaş ele geçirilen kadının içine düşmüş olduğu paranoyak durumu yansıtması açısından iyi bir bağlantı.Çünkü kadın çevresindeki garip olan herşeyi katil zanlısı komşusuna bağlıyor ve bu anlamda duvardaki bir küfü komşunun plakasının 13 rakamıyla ilişkilendiiyor.Yani kendi görmek istediği gibi görüyor.B harfini 13 olarak görmesi bu ruh halini yansıtmak için kullanılmış.

  4. Filmi bilmem de “fuzzy” adlı arkadaş çok fantastik geldi bana. “…yıllar boyu izlediğim film sayısı sanırım milyonu bulmuştur.” Hey maşallah!!
    En iyi ihtimalle bu arkadaş (hiç uyumadığını düşünürsek) 160 bin küsür film izlemiştir :)
    Aynı anda 6 film izleyebiliyorsa diyecek bi’şey yok tabii ki.

    İyi kötü, haftada 4-5 film izleyen biri olarak, sinema hakkında diyeceğim tek şey var: Kötü veya iyi, her filmde, tek bir kare bile olsa mutlaka hoşlanılacak bir şey vardır. Önemli olan o kare için harcadığınız vakti içinize sindirebilmektir. Benim daha sindirememişliğim yok. O yüzden “fuzzy”vari acımasızlıklara (çok) kızıyorum.
    Bütün sinemacıları(nitelikli veya niteliksiz) da gözlerinden öpüyorum.

  5. Semum filmini bende Dabbe felaketinden sonra çok büyük bir önyargıyla izledim. Galiba bu yüzden o kadarda kötü olmayan hatta yer yer geren sahneleri olan bir film olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar çok orijinal sahneleri ve fikirleri olmasada yinede ortaya çıkan görüntüler bir yere kadar başarılı sayılabilir. Taki son sahneye kadar semumla imamın cehenneme gittiği sahnede filmin tüm ciddiyeti gidiyor ve birden çocuk filmine dönüyor. Zaten az olan Türk korku sinemasının nadir örneklerinden biri olarak böyle bir hata görmezden gelinemez bence. Oyuncu seçimleride aynı şekilde niye illaki jön tipli mankenlik yapmış ama çok yetenekli olmayan oyunculardan seçiliyor anlamıyorum. Korku filmlerinde tanınmamış oyuncu kullanmakta son derece etkili bir yöntem olabiliyor. Musallattan sonra Semumuda türün iyi örneklerinden biri olarak göremiyorum.

  6. çok süper olmuş, devamını bekliyoruz Hasan Karacadağ’dan…

  7. Bir insan uyuduğu saatler dışında yemek ve tuvalet banyo ihtiyacini da gecersek ortalama 75 yillik bir ömürde ( ki film izlemeye başlama yasini 7 olarak kabul edelim kundakta olmaz o iş) taş catlasin 80 bin film seyredebilir…bu da bir ütopya olduguna göre…işi film seyretmek olan en sinefil elestirmenin bile ulasabilecegi sayı maksimum 30 bin film…lütfen fuzzy, ben büyük sinemaseverim diye boyle sacmalamayalim ..

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Box (2009)

Richard Kelly’nin üçüncü uzun metrajlı film The Box, yönetmenin bir
blank

Sukiyaki Western Django (2007)

Sukiyaki Western Django oldukça eğlenceli, yer yer kanlı, aksiyon dolu,