Sinema Denemeleri 8: Senaryoda Ön Çalışma

22 Kasım 2023

Geçen ay Uluslararası Film Araştırmaları Sempozyumu’nda Ömer Kavur’un Gece Yolculuğu filmiyle ilgili bir bildiri sundum. Sunumların bitiminde, beraber aynı oturumda yer aldığımız akademisyen arkadaşlarla bazı konuları tartıştık, bunlardan biri de oryantalizm ve self-oryantalizmdi. Kabaca, “Batı’nın bizi nasıl gördüğü” ve “bizim kendimizi ‘Batılı/Öteki gözüyle’ nasıl gördüğümüz” diye özetleyebilirim. O konuşmada verdiğim bir örnekten yola çıkarak senaryoda ön hazırlığın niye önemli olduğunu örneklendirmeye çalışacağım çünkü son yıllarda birbirinden önemli filmlerimizde, dizilerimizde çok fazla maddi hata ya da kültürel çözümleme noksanlığı gözlemledim, biraz özensizlik var gibi. Göz tırmalayan, zihin kurcalayan hatalarla tıka basa dolu bir sinema ve dizi tarihimiz var. Biz daha kendi kültürümüzü, tarihimizi iyi bilmiyoruz ki başkaları bilsin.

Aziz Nesin’in Tunç Okan’ın Otobüs (1975) filmine getirdiği meşhur bir eleştiri vardır, sunumda örnek verdim, başka bir yazımda da paylaşmıştım diye hatırlıyorum. Aziz Nesin, ülkesinin kültürüne çok yabancı bulduğu Otobüs filmini neden beğenmediğini anlatırken (filmde Tuncel Kurtiz’in bir duvar üstünde çömelerek uyurken buzlanmış kanala düşerek öldüğü sahneyi anımsatarak) şöyle bir gerekçe öne sürmüştü: “Hiçbir Türk sırtını bir yere yaslamadan uyumaz, bunu da herkes bilir.” Mükemmel bir örnek. (Bu arada, nedense Tunç Okan adını “Bay Okan” diye değiştirmiş, isteyen IMDb’den bakabilir. Aziz Nesin duysa isabet olmuş diye gülümserdi.)

blank

Malatya Film Festivali’nde seyrettiğim Eve Dönüş: Sarıkamış 1915 (2013) adında sağlam bir filmimiz var, kar altındaki Kars’ta geçiyor. Gerilimi yüksek, iyi bir filmdir. Ama halk arasında ’93 Harbi diye bilinen Osmanlı-Rus Savaşı’nı 1893’te geçiyor zannedip kritik bir yerde bariz bir hata yapmışlar, filmin tarihçi danışmanları da ıskalamış. Kalmış öyle. Osmanlı-Rus Harbi, Rumî takvime göre 1293 yılında geçtiği için öyle biliniyor, Miladi takvime göre 1877-78 yıllarına tekabül ediyor. Böyle bir hata yaptın, karakterlerden birinin yaşıyla ilgili hiç inandırıcı olamayan bir durum ortaya çıktı. Araştırmak lazım.

Cem Yılmaz’ın Yahşi Batı’sını (2009) final bölümü hariç, çok severim, iyi film. Ama Cem Yılmaz senaryoyu yazarken Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın sadece 1910’lu yıllarda etkinlik göstermiş bir istihbarat örgütü olduğuna açıp bakmadığı için filmde bariz bir hata var. Cem Yılmaz’ın canlandırdığı karakterin dedesinin babası Aziz Vefa güya Teşkîlât-ı Mahsûsa’da görev yapıyormuş. 4 Mart 1881 ile 19 Eylül 1881 arasında Amerikan başkanlığı görevini yürüten James A. Garfield suikasta uğrayıp hayatını kaybetmiş, o yüzden başkanlığı sadece 6 ay sürmüş. Yani 1881’de (ekrana da geliyor bu bilgi), Abdülhamid Dönemi’nde (Sultan da görünüyor) geçen filmde Teşkîlât-ı Mahsûsa’dan bahsediliyor. Ki Cem Yılmaz’ın aynı filmde şöyle bir repliği de var: “Oğlum, açın da bir Google’a girin, bakın be! Dönemin Amerikan Başkanı Garfield”. Sen açıp bakmamışsın be abi, sen. “Osmanlı İstihbaratı” deyip geçeydin. 1881’de Teşkîlât-ı Mahsûsa diye bir yapılanma yoktu. Öyle kaldı bu hatalı bilgi bu güzel filmde.

Son iki örneğimiz meşhur dizilerimizden. İlki, neredeyse tüm sinema-TV camiasını bir tartışma içine çekmeyi başaran ve son yılların en başarılı yapımlarından olan Bir Başkadır (2020) dizisi. Dizide bir cami hocası var, Settar Tanrıöğen’in başarıyla canlandırdığı Ali Sadi Hoca. Şimdi, dizide bu hocamızın karısı vefat ediyor, kalıyor kızıyla baş başa. Sonra öğreniyoruz ki, aslında o kız bir evlatlıkmış. Normalde bir problem yok ama filmde o hocanın temsil ettiği değerler o bilge hoca üzerinden tartışıldığı için, hoca da Sünni (ve Nakşibendi) bir hoca esas alınarak tasarlandığı için şöyle bir sorun doğuyor. Berkun Oya ne güzel çözümlemiş karşı cenahı diye atıp tutanlar var, ondan yazıyorum. Bu inanışın fıkhına göre, hocanın hanımı öldükten sonra evlat edindikleri kızla aynı evde yaşamaları doğru değil. Biliyorum, bazılarınız şaşıracak ama o baba-kız, isteseler evlenebilirler. Korkunç ama teknik olarak durum bu, tamam, kimse öyle bir şey yapmaz ama o baba-kıza o inanca göre nikah düşüyor çünkü kan bağı yok, onu da bilelim. Sonuçta hocanın evlat edindiği kızla aynı evde oturması, hanımı öldükten sonra sakıncalı. Şimdi eğer bir inanç biçiminin toplumsal otopsisini yapacaksanız ya oturup biraz araştıracaksınız ya da bu işleri bilenleri danışman yapacaksınız, mesele bundan ibarettir. Ama gelin bir de inanç propagandası yapanların bir dizisine bakalım.

blank

Babam hastalığı sırasında tüm gün yatağında yatmak, koltuğunda uzanmak durumunda kaldığı için bazı dizilere ve yarışma programlarına sarmıştı. TRT’nin Diriliş: Ertuğrul dizisine bayılıyordu, ikinci kez yayımlandığında tekrardan izlemeye başlamıştı. Ben de onunla ilgilendiğim zamanlarda o ne izlerse onu izliyordum ve Diriliş: Ertuğrul’un çeşitli sezonlardan en az 30 bölümünü baştan sona seyretmişimdir (kendi kuşağının en büyük aktörlerinden biri olan İlker Aksum’a hayranlığımın bir kat daha arttığını söyleyebilirim). Dizinin bir bölümünde diziye de adını veren Ertuğrul Bey’in (Engin Altan Düzyatan) karısı Halime Hatun vefat ediyor. Cenazede sahnesindeyiz. O ne? Ertuğrul Bey mezara inmiş. Engin Bey’i görelim diye mezarı çok sığ kazmışlar, yoksa dağda bayırda yaşayan göçebe toplumlar alçak mezar kazmamaları gerektiğini iyi bilirler çünkü vahşi hayvanlar eşeleyip yeni gömülmüş cesetleri yerler. Neyse Ertuğrul Bey mezarın içinde, hanımını ona uzatıyorlar ki defnetsin. Tabii babam anında “Yanlış yapmışlar. Ertuğrul mezara inemez çünkü bizde ölüm anında karı-koca arasındaki nikâh düşer” dedi. Baktım, Hanefi mezhebinin fıkhına göre haklı (bazı istisnalar var ama bu sahne o istisnalara örnek teşkil etmiyor). Neredeyse tümüyle bu öğretinin propagandasını yapmaya çalışan (mesela definden önceki cenaze sahnesini dikkatli izleyiniz) bir dizi için büyük bir hata.

Sonuçta bir şey yazıp bir eser meydana getiriyorsanız ve bir konuda bir iddianız varsa biraz araştırmanız lazım, senaryo ön hazırlığı bu yüzden önemlidir. Ha, eseriniz çok iyiyse bunların hepsi göz ardı edilebilir, değilse, eseriniz bu hatalar yüzünden ömür boyu sakat kalmış demektir, üstelik bizzat sizin tarafınızdan. Bu konuya devam edeceğiz.

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sibel Kekilli: Pornodan Taht Oyunlarına…

Almanya’da yaşayan bir Türk kadını olan Sibel Kekilli, kariyerine porno
blank

Grand Guignol

Günümüzde Grand Guignol terimi her türlü kurmaca vahşet, kesme, parçalama