Tüm Amerika’yı zekâsıyla fethetmiş, milyon dolarlar kazanmış, Seref “The” Turk, yıllardır ayrı kaldığı ülkesine dönerse ne olur? Türkiye bıraktığı gibi midir, yoksa vatan toprağı da yavaş yavaş Amerikalaşmaya mı başlamıştır? İşte tüm bunların altından filizlenen Amerikalı, sinemamızda alışılmış kalıpları yıkan başarılı bir komedi denemesi. Başından sonuna dek farklı atmosferiyle dikkat çekmeyi başaran filmin yönetmenlik koltuğunda Şerif Gören otururken, başrollerde ise Şener Şen ve Lale Mansur yer almaktadır.
20 Yıl önce gittiği Amerika’da, büyük bir iş adamı olarak Seref “The” Turk lakabını alan Şeref, yıllar sonra ülkeye ayak basarken; aklında yalnızca eski sevgilisi Melek’i bulmak vardır. Tabii, bir de Melek’i kendinden ayıran iş adamı Hamit’ten intikamını almak. Amaçlarını bir an önce yerine getirmek için yola çıkan Şeref’in başına gelenler ise pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. O, türlü aksiliklerle uğraşırken, hayatta ona oyununu oynamış ve aradığı eski sevgilisi Melek’i, hayat kadını Angel olarak karşısına çıkarmıştır. Bu ikilinin birbirleriyle olan ilişkisi, Şeref’in küçük bir Amerika’ya dönen Türkiye ile olan imtihanı ve en önemlisi de baş düşmanı Hamit ile yaşadıkları ise freni patlamış, yerinde duramayan, dinamik bir komediyi önümüze getirmektedir.
Film daha henüz ilk dakikasında, Star Wars’un sinema literatürüne kattığı efsane kayan yazı jeneriğiyle açılışını yaparken, nasıl bir anlatıyla karşımıza geleceğinin sinyallerini de vermekte. Nitekim film içerisinde yer alan kovalamaca sahneleri, polislerin kendi içerisindeki diyalogları, bize alıştığımız Amerikan filmlerinden de kesitler sunmakta.
Amerikalı, sinemamızda çoğu zaman çuvallayan parodi türünün başarılı bir örneği olarak karşımıza çıkıyor. Hollywood’un yıllarca insanlara ezberlettiği klişelerle, kült olmuş yapımlarıyla birer birer dalga geçen film, üzerine bize has arabesk unsurlarını da hikâyenin içine monte ettiğinde tadından yenmez bir eğlence hâlini alıyor. Aslında bu noktada senaryonun da hakkını vermek gerekiyor. Amerikalı-Türk sentezini başarılı bir şekilde ortaya koyan film, böylelikle bir yandan şimdilerde daha fazla belirginleşen küçük Amerika olma çabamızı gözler önüne sererken, bir yandan da bu değişimde Türklüğümüzden ne denli ödün veremediğimizi resmediyor. Sonuç olarak bu ikilem de, basa bas ilerleyen bir komedi olarak önümüze geliyor.
Filmi ele avuca sığmaz bir eğlence olarak betimlememizdeki yegâne unsurlardan biri de, absürt komedinin tüm şablonlarını en ince ayrıntısına kadar kullanmasında gizli. Ancak şunu da belirtmek lazım; absürt komedi öyle herkesin kolay kolay yapabileceği, yaparken de başarıya ulaşabileceği bir iş değil. Amerikalı ise, başından sonuna dek, absürtlükten bir an olsun vazgeçmeyerek, tüm bu saçmalıklardan büyük bir güldürü çıkarabilmeyi başarıyor. Dönemin popüler kültüründen sonuna kadar beslenen, şimdilerde kült olarak bahsettiğimiz Evde Tek Başına, Temel İçgüdü gibi filmleri tiye alışıyla da, eğlencesini bir tık yukarılara taşıyor.
Tabii, film bir yandan Hollywood’dan aldığı referanslarla Amerikalı olabilme özentiliğimizi resmederken, bir yandan da İstanbul’a özgü bir intikam hikâyesini servis etmekten geri durmuyor. Yıllar önce, cebine uyuşturucu konularak hapse gönderilen Şeref’in ülkeye dönüşü, Yeşilçam’ın klişelerinden olan, “Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı, hatırladınız mı?” cümlesini de akıllara getiriyor. Keza buna ek olarak, Beyoğlu’nun arka sokaklarında cereyan edenler, insanların gözünü kırpmadan adam öldürebilmesi, böylesine batı merkezli bir anlatıda özümüzü de yüzümüze vuruyor.
Filmi türevlerinden ayıran en önemli unsurlarından biri de cesareti. Bu yalnızca, Arabesk (1989)’ten sonraki ilk absürt filmimiz olmasıyla alakalı değil. Bir komedi anlatısı olmasına rağmen, şiddetten ve cinsellikten sonuna kadar beslenmesi ve bunu yaparken de filmin ritmini yukarılarda tutabilmeyi başarabilmesi, Amerikalı’nın takdire şayan noktalarından en önemlisi. Tabii, burada yönetmen Şerif Gören’e de ayrı bir parantez açmak gerekir. Onun filmografisinin son başarılı işi olarak addedebileceğimiz Amerikalı, gerek parodi yoğunluğuyla gerekse deneysel havasıyla sinema tarihimizin en spesifik filmlerinden biri. Bu yapıyı kuran ve başarıyla işleten Şerif Gören’in de bu nedenle bir alkışı hak ettiği aşikâr.
Şener Şen Meselesi
Filmin sinemamız için önemli olduğu noktalardan biri de, Şener Şen’i son kez bir komedi filmi içerisinde görmemiz. Hatta olaya başka bir pencereden bakarsak eğer, usta oyuncunun 1990’dan sonra, içinde Yavuz Turgul olmadan dâhil olduğu tek proje Amerikalı.
Şener Şen-Yavuz Turgul ilişkisi sinemamız içerisinde en çok tartışılan konulardan bir tanesi. Ancak ben bu noktada, olaya daha farklı bir noktadan bakmak istiyorum. Türk Sinemasının en büyük komedyenleri kim diye sorsak, ağız birliği yapmışçasına Kemal Sunal, Şener Şen, Sadri Alışık cevapları gelecektir. Evet, belki Sadri Alışık bir dönemden sonra komedi filmi yapmamıştır ancak üretkenliğinden, sinemanın içinde yer almaktan bir an olsun vazgeçmemiştir. Nitekim Kemal Sunal’ın da üretkenlik anlamında ne denli önde olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak gelin görün ki, tek bir gülüşü içimizi ısıtmaya yeten, ekranda göründüğü tek bir saniye bile hayranlık uyandıran Şener Şen’i son 20 yılda yalnızca 4 kez beyazperdede gördük. Nitekim bu yapımların hiçbiri de komedi filmi değildi. Bir oyuncunun, daha doğrusu duayen bir oyuncunun, daha ciddi projelerde yer almak istemesini anlayabilirim, ancak bu kadar az ekranda görünmek istemesini benim aklım kesmiyor.
Amerikalı, bu noktada Şener Şen için bir dönüm noktası niteliği taşımakta. 1990’da Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni’ni, 1992’de Gölge Oyunu’nu Yavuz Turgul ile birlikte çeken usta oyuncu, Şerif Gören ile Amerikalı’da çalıştıktan sonra ise bambaşka bir portre çizmektedir. Eşkıya ile birlikte başlayan sinemasındaki değişim, fiziksel olarak da bambaşka bir görüntüye evirilmesine sebebiyet vermiştir. O, artık güldüren adam değil, ağlatan adam olmayı, birazda yaşı gereği babacan karakterlere can vermeyi seçmiştir. Bu vakitten sonra, Şener Şen’i yeni bir komedi filmi içerisinde görebilir miyiz bilmiyorum ancak, bir sinemasever olarak; üretmeyi ve daha da ötesinde güldürmeyi reddettiği için ona sitemde bulunmayı kendimde bir hak olarak görüyorum.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
İlginç 11 Eylül Detayı
Özellikle eskiden izlemiş olduğum filmleri yazmadan önce, bir kez daha izleme alışkanlığım vardır. Böylelikle hem unuttuğum o güzelim filmleri tekrardan hatırlarım, hem de önceden gözüme çarpmayan detaylar var mı diye ince eleyip sık dokurum. Amerikalı’yı izlerken ise daha önce fark etmediğim çok ilginç bir noktayla karşılaştım. Filmin bitiş anında, karakterlerin daha sonrasında neler yaptıkları ile ilgili bilgiler akmaktadır. Şeref ve Melek, Amerika’ya gidip orada evlenmiş, Melek evinin kadını olmuştur. Ancak Melek’in, “evde tek başına” kalmayı çok seven oğlu Can ile ilgili verilen detay ise bir hayli ilgi çekici.
“Can ise hayatından memnun. Artık New York Sokaklarında tek başına… Son gelen haberlere göre New York Polis Ordusu Washington’dan takviye istemiş. İki gökdelenin yerle bir olduğu söyleniyor.”
1993 yapımı bir Türk filminde, 2001 yılında yerle bir olan İkiz Kulelerin bahsi geçiyor yani. Amerika’nın yakın tarihinin en büyük psikolojik çöküntüsü olan 11 Eylül saldırılarının, absürtlüğün dibine vuran Amerikalı filminde geçmesi ise, tesadüfün böylesi dedirtecek cinsten.[/box]
Not: Film ile ilgili araştırma yaparken, bu ilginç detayın benim tarafımdan keşfedilmediğini fark ettim. Bu keşif ilk olarak sinematikyesilcam.com sitesinde verilmiş. Bilginin ilk çıkış kaynağı kutsaldır, bu noktada biz ancak aracı oluyoruz.
Bağlayacak olursak, Amerikalı; Hollywood parodisini ve absürt komediyi başarıyla harmanlayan, sinemamızda pek de görmeye alışık olmadığımız türden bir komedi denemesi. Amerikan popülizmiyle, Türk arabesk kültürünün iç içe geçmiş hali olan film, Şener Şen’in usta oyunculuğuyla şahlanan, sinemamızın en nev’i şahsına münhasır yapımlarından bir tanesi. Her ne kadar, aradan geçen onca yıla rağmen, Şener Şen’in en kıyıda köşede kalmış filmlerinden bir tanesi de olsa; Amerikalı hâlâ güldürmeyi başarabilen, farklı olarak nitelendirebileceğimiz en değerli filmlerimizden.