Serdar Yılmaz Ser: ‘Filmlerimi çalıştığım objelerle sergilemeyi seviyorum‘

18 Temmuz 2013

Birçok uzun metraj filmde sanat yönetmeni olarak imzası hatta bu alanda ödülleri bulunan Serdar Yılmaz Ser ile kısa film serüvenini konuştuk. En Son Kızarmış Tavuk filmini çeken, öncesini Merdiven’le kuran şimdi de üçlemenin son ayağı Su Birikintisi’ni çekmeye başlayacak olan Ser tarzını daha çok video art olarak tanımlasa da aslında eserlerinin ‘kısa film’ olduğunu söylüyor. Bir yandan da Kızarmış Tavuk’un uzun metrajını çekecek olan Ser sinemayla kurduğu ilişkiyi  ‘kare’ üzerinden yorumluyor ve giderek daha absürt ve güzel işlere imza atacak gibi de görünüyor…

Serdar Yılmaz Ser

Banu Bozdemir

Öncelikle şuradan başlayalım sohbete. Kızarmış Tavuk’un uzun metrajını yapmak istiyorsun değil mi?

Kızarmış Tavuk aslında kendi içinde bir bütün, bir üçleme. Merdiven, Kızarmış Tavuk ve Su Birikintisi. Su Birikintisi’ni önümüzdeki ay çekeceğim.

Merdiven ilginçti, açıkçası tarzını çok fazla bilmiyordum. Merdiven bana farklı geldi, kadının yalnızlığı ve kendine yetebilmesiyle ilgili  değişik bir kısa film…

Evet, aslında bir döngü üzerine. Evin içinde ve sonrasında dışarıdaki döngü üzerine. Bunun üzerine merdivenle kamusal ve özel alan arasındaki merdiven ilişkisi. O merdiveni kendisinin taşıyor olması Ortaçağ kalesi. Kapıdır, açıldığında köprüdür ve istemeyen hiç kimse giremez o eve, ulaşamaz.

Kızarmış Tavuk posterEvet, sanat yönetimi de çok başarılıydı, zaten senin sanat yönetmeni olmanın izleri vardı filmde. Bir örnek dekorlar…

O tür göstergeleri seviyorum, sonuçta diyalog az ve anlatım dili olarak görselliği seviyorum. Sürekli çizim yapıyorum. Storyboardlar çizerim, mekanla ilgili çizimler yaparım.

Storyboard çizimi çok iyi ama kullanılan bir yöntem değil pek, özellikle de kısa filmde. Senin tercih etme nedenin?

Yaptığım filmlerde kareyi çok önemsiyorum. Gereksiz şeylerin olmaması, tam hayal etiğim gibi olması o karenin. Nasıl bağlayacağımı da taa baştan kurgulamış oluyorum. Sinema birçok sanat dalının bir araya geldiği bir şey. Resim heykel okumuş olmam, uzun yıllardır sinema filmlerinde sanat yönetmenliği yapıyor olmam… Renkleri tam kurgulamayı çok seviyorum. Sete girdiğimde daha çok oyunculukla uğraşmayı seviyorum. Ama bir yandan da sponten biriyim. Belli bir hazırlık bana güven veriyor bana. Su Birikintisi’nin tüm çizimlerini yaptım. Kızarmış Tavuk’un yaklaşık 14 tane resmini yaptım. Son final sahnesi bir performansla bitiyor. Çünkü görsel sanatlar eğitimi aldım, sinema eğitimi almadım. Sinema benim için gereklilikle ilgili bir şey. Yaptığım işler de içsel yolculuk gibi..

Üçlemeyi biraz anlatman gerekse…

Merdiven daha çok objeler üzerinden bir ilişki var. Üç basamaklı merdivenle geçirdiği bir gün, Kızarmış Tavuk’ta 4.5 metrelik bir tavuk var. Demir atölyesinde yaptım, üzerine polyester giydirdim. Işıklı. Yine sokaklar ve ev yine. Sokakta daha vahşi bir ortam var evde ise daha güvenli gözükmesine rağmen yine vahşi bir ortam var. Evde üç kadın var bu sefer. Anneanne, anne ve kız torun var. Ve evde gizlice kalan bir adam var perdenin arkasında ve kız yemek yemeğe zorlanıyor. Büyük bir but ağzına tıkıştırılmaya çalışılıyor ve o kızın yardımcısı o perdenin arkasındaki adam. Ve sonra o adamın büyük kızarmış tavuğu çektiğini görüyoruz. Tiyatral bir ortamda. Film önce Brooklyn Film Festivali’ne gitti, insanların tepkisi ilginçti. Sonra işte Cannes’da gösterildi.

Kızarmış Tavuk 1

Bizim kısa festivallerimizde pek bir yolculuğu olmadı galiba…

Merdiven çok gösterilmişti. Aslında tam anlamıyla kısa film mantığıyla örtüşmeyebilir, bir anlamda video art. Ama bana göre kesinlikle bir kısa film. İkisinin arasında duruyor ve bir anlamda da durumsal bakış. Kızarmış Tavuk’u sergide çok kişi gezdi ve objelerle beraber gördüler. Yaptığın film bir salonda izlenir ama burada film için yaptığım eskizler, tavuğun butlarından yaptığım ilginç bir düzenleme. Haliyle herkes o ortama girince filmin de ortamına girmiş oldu. Kısa film festivallerinde arka arkaya gösterilen ve birbirinin etkisini yok eden film izliyoruz ve bir anlamda algı karmaşası yaşıyoruz. Peter Greenaway ve Miranda July. Aslında video sanatçısı kökenli insanlar onlar da.

Kutluğ Ataman’ı da örnek verebilir miyiz?

Evet, ama Ataman biraz daha sinemaya döndü, baştaki deneysel tavrı yok. Bir de son olaylarda nerede olduğu beli olmayan tavrı, muallak ya da nerede durduğu belli aslında. Neyse buna da değinmek istedim. Kızarmış tavuk’ta yapmak istediğim pek çok şey var. Çocukken yazmak ve çizmek çok ilişkili bir şeydi benim için. Haliyle ikisini birbirinden çok ayıramıyorum, tam yazmaya başlıyorum, yarısından sonra çizmeye başlıyorum. Sinema benim için açılım, kendimi ifade aracına dönüştü uzun yıllardır.

Resim okurken hep kafanda sinema yapma fikri var mıydı?

Vardı. Marmara Güzel Sanatlar’da resim okurken ikinci sınıfta ilk belgeselimi çektim. Kontrol belgeseli. Silahla yaşama üzerine. Kartondan kalaşnikoflar yaptım, pek çok kişi onlarla İstiklal’de gezdi. Orada gizli bir kamerayla hepsini kaydettim. Kartondan da olsa ona nasıl baktıklarını çektim. Sonra polislerle konuştum, yanımda ses kayıt cihazı vardı. Silahlarla nasıl yaşadıklarını vs anlattılar.

Tam da günümüze denk düşen bir belgesel olmuş… Şimdi yapsan belki çok daha farklı bir şey çıkacak ama…

Aslında daha çok obje bağımlılığından çıkan bir işti. Bir objeyle nasıl onun kontrolü altına girdikleri gibi. Bir polis neden kalaşnikofla gezer, nasıl bir kimliğe ve güce bürünür? Haliyle belgeseli biraz öyle kurguladım. Sonra Kırmızı ve Mavi Bereliler diye bir film çektim. Onda da yazdığım bir metinin görüntü üzerine düşmesi vardı. Hollanda’da bir buçuk yıl yaşadım. Oranın bir belgeselini yaptım. Hollanda’daki üç günümü, gitmeye yakın sürecimi, oradaki beş yılık ilişkimin bittiği dönemle ilgili şeyler… Egoist bir dönemdi.  Kızarmış Tavuk sonraki dönem ama üç tane işimi genelde sergi olarak sundum ve performans haline getirdim. Diğer işlerimi gezerken onları çektim ve kendilerini gösterdim. Kontrolün kolay bir şey olduğunu anlatmak istedim. Mobese kameraları da bir anlamda bunun göstergesi. Yani sürekli birşeyler yaptım, psikoloji temelli master yaptım. BU arada sürekli sinema sektöründe çalışmaya başladım.

Hangi filmler mesela?

Gölgesizler, Sis ve Gece, Cenneti Beklerken, Gelibolu, Kara Köpekler Havlarken, Pandora’nın Kutusu, Ara, Bir Avuç Deniz, Celal Tan ve Ailesi, Tatil Kitabı. Bütün projeleri kendi sinema filmim gibi algılıyorum ve bir yandan da bir enstalasyon yaptığımı düşünüyorum. Hikaye ve konsepte göre tasarım yapıyorum. Çok fazla sevmediğim bir iş almıyorum. Nerde durduğunu tespit edip ona uygun davranınca öyle işler geliyor. Çok güzel işler de yer aldım ama benim hayallerimde önemliydi. Onun üzerine senede bir iş yapmaya başladım. Kendi işlerime daha fazla ağırlık verdim.

Kısa bir es verebilir miyiz bir şey sormak istiyorum… Merdiven’de bir kasap var, orada bir et olgusu ön planda. Kızarmış Tavuk’ta da malum. Hayvanlarla ya da yeme durumuyla ilgili bir tavrın mı var diye düşünmedim değil!

İlginç. Benim için en kötü rüya çok kötü bir yemek yemektir. Bana göre kötü kokan, bozulmuş bir yemek ya da yemeye zorlanmak benim için kötü. Bazı kareler var tabi. Şişlenmiş, dönen tavuk başka hiçbir Avrupa ülkesinde yok. Biz de böyle şeyler var, tezahürat kültürü de biz de var, ortak bir ses olma hali. Kızarmış tavuk büyük bir simge. Başına gelmedik kalmamış. Onu büyüterek insanların yiyemeyeceği bir obje haline getirdim. Onu bi anlamda sokakta yaşayan, ateş yakan insanların arasına attım. Bize sürekli ev senin en mahrem yerin dayatması yapılır. Aslında çocuklukla ilgili konuştuğumda en travmanın yaşandığı yerlerdir. Dışarı çıkınca kendini kollasın zaten ama evde sevgiyle gelen bir baskı vardır.

Kızarmış tavukta yoğun olarak ev var…

Evet, zaten oradaki karakterler uzun metraja taşınacaklar, mesela o adam niye geldi o eve. O üç kişinin arasındaki diyalog, ilişki o perdenin arkasındaki adamla birlikte nasıl değişiyor. Film olarak baktığında çok absürt bir durum aslında.

Uzun metrajda da o etkiyi mi vereceksin seyirciye?

Evet, ama bir yandan da şöyle bir şey var. Ben onu mümkün olduğu kadar absürt ve deneysel değil gerçek yaşamın içerisinde vereceğim. Bana göre Merdiven’de absürtlükler var. Hiçbir kadın merdivenle dolaşmıyor ama mümkün olduğu kadar doğal çektim. Kızarmış Tavuk’ta da o doğallığı yakalamaya çalıştım. Dört beş deneysel film festivali filmi ısrarla istedi, gönderdim. Sonra da filminizi deneysel bulmadık diye mesaj attılar. Tam da aradığım şey. Doğal hayatın içinde bulduk dediler, ben de o zaman sizin hayatınızda 4.5 metrelik tavuklar var dedim. O gerçekliği umarım uzun metrajda da başarabilirim.

Kısa film absürdü kaldırır ama uzun metrajda onu nasıl verdiğin önemli bir yandan da.

Yazdığım ilk drafta Sinelink’e yolladım ve kabul gördü. Kendi içinde duruşu ve farkı olan işlere daha bir ilgi var. Bizim izleyicimizde biraz değişim gerekiyor, deneyselin komedi olması gerekmiyor. Çöp toplayan adamlar var ya, her gün iki tekerlekli bir araçla dolaşıyorlar mesela. Çiçek taşıyan ve satan adamlar. Baktığında absürtler. Çok fazla fikir veren bir ülkede yaşıyoruz aslında.

Kızarmış Tavuk 2

Sen de bunlardan ilham alıyorsun anladığım kadarıyla… Payına düşen ve düşmeyenle ilgili…

Kesinlikle. Farklı kültürlerle buluşması çok güzel yapılan işlerin. Ucunun açık olması da iyi. Tamamıyla yanıt vermesi bir manzara resmi gibi geliyor bana. Herkesin aynı şekilde algılaması istemem, soru sorabildikleri, farklı problemleri olan algılar görmek isterim. Mesela tavuk çeken adamı İsa’ya benzetti birisi.

Ben de kadın dünyasının dışına itilmiş erkekler olarak algıladım.  Evde gizli, dışarıdakiler de meczup, yalnız ve itilmiş gibi. Kadın dünyasına ilişkin bir eleştiri mi?

Çekirdek aile eleştirisi var aslında. Baba yok, anne ve kız anneannenin evinde gittiyse bir anda dengeler değişir. Orada birisi otorite olur. Anne pasifse bu nineye geçer. Kendi çıkış noktasını, kendi sesini arayan biri değilse bundan etkilenebilir.

O sallanma neydi?

Uzun metrajda trenle bağlantısı olacak. O ev, o oda aslında bir vagon olacak, uzaktan bir tren gelecek, onu sürükleyecek. O bir yemek vagonu aslında gitmeli o, hareket etmeli… Onun için koltuklarda mavi kılıf var. Aslında uzun metrajda bu daha fazla algılanacak. Kısa metrajda 13 dakikada o dünyaya girdiysen uzun metrajda daha fazla girersin. Bireysel düşünüyorum ve bu sıkıntılı bir durum aslında. Benim filmimde dört ana karakter olacak, izleyici açısından da ilginç olacak. Kiminle gitmeliyim, Merdiven’de o kolaydı tek karakter var. Kızarmış Tavuk’ta ise kız, anne ve anneanne arasında devam ederken sonunda başka bir yere kayıyor. Filmde dört karakterin de dönüşümü ve yolculuğu olacak.

Su Birikintisi nasıl olacak? 

Orada ayağı takılan bir su birikintisi olacak. Kızarmış Tavuk’taki babayı buraya bağlayacağım. Yağmur başladığında herkes bir köşeye kaçarken o da kaçıyor. Sonra etrafta su birikintileri oluşmaya başlıyor, o batığı su birikintilerinden mutluluk duyuyor. Bazen o kadar hızlı hareket ediyoruz ki çok şeyin farkına varmıyoruz. Ama farkına vardığımızda karanlık noktamızı aydınlatan bir şey olarak görüyoruz. Adam sudan çıktığında ayağına takılmış olarak çıkıyor. Sonra o kalabalığı su birikintisinin içinde görüyoruz adamın gölgesiyle beraber. Adam yoluna devam ediyor.

Bunda var mı herhangi bir yiyeceğe yakınlık, uzaklık vs… Animasyon olacak mı?

Yok, bu sokaklarda geçiyor daha çok. Belki su içme hali var, su var. Su birikintisinin küçülme hali var. Su birikintisini gerçekten yapacağım. Tridy movix eklemler olacak ama çok fazla değil.

Biraz absürt, masalsı işler yapıyorsun…

Evet, öyle diyebiliriz. Bizim sinemamız biraz ağır dramaya çok yer veriyor çekirdek aile yapısı sorgulaması pek yok. Sistemin içinde tıkanmış, kalıpların içinde kalmış çekirdek ailesi yapısı sorgulaması çok az. Her şey gerçeklik içerisinde olmalı gibi bir durum var, bana göre hayal kurmaktan korkuyorlar. Yargılanmaktan korkuyorlar!

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sezen Kayhan: ‘Kısa filmcilerin en büyük sorunu acelecilik’

İmparatorlukta Zor Bir Gün filminin yönetmeni Sezen Kayhan ile kısa

Mert İnan ve Cemre Yılmaz: ‘Kısa film parayla değil dayanışmayla güzel’

Kısa filmcilerden Mert İnan ve Cemre Yılmaz… Enerjileri, üretimleri ve