Sergio Leone, 1929’da Roma’da bir sessiz film yönetmeninin oğlu olarak dünyaya geldi. 1948’de Bisiklet Hırsızları (Ladri di Biciclette, 1948) filmiyle yönetmen yardımcılığına başladı. İşbilir ve hayalgücü zengin bir kişi olarak aranan bir yönetmen yardımcısı oldu (toplam 58 film). Özellikle McCarthy’cilik yüzünden İtalya’ya kaçmış Amerikalı yönetmenlerle çalıştı (Wyler’ın Ben-Hur’u, Wise, Zinnemann). 1959’da Gli Ultimi Giorni di Pompei yönetmeni Mario Bonnard hastalanınca, senaryoda imzası da olan Leone filmi tamamladı. Ardından yönettiği (Il Colosso di Rodi) bir “antik western” olarak büyük ticari başarı kazandı. Daha sonra Aldrich için Sodom and Gomora senaryosunu yazdı. Ancak yönetime katılması tepkiyle karşılandı. Filmde ikinci yönetmen mi, yoksa ikinci ekibin adı silinen yönetmeni mi olduğu belirsiz kaldı. Her durumda bir eskiçağ filmleri ustası olarak doğmuştu artık. ABD’ye yaptığı bir yolculuğun ardından kendi yolunu çizdi. 1964’de Bob Robertson takma adıyla, Roberto Roberti takma adını kullanan babasına bir saygı olarak, bir avuç parayla Per un Pugno di Dollari‘yi (A Fistful of Dollars) çekti ve spaghetti westernin yaratıcısı oldu. Bu tür, bir 10 yıl beyazperdeleri sardı. Bu çizgideki filmlerini 1973’te yapımcı olarak çektiği Il mio nome e Nessuno (My Name Is Nobody) ile noktaladı. Bu filmin yorgun kahramanının tek isteği silahını atıp köşesine çekilmekti. Bu arada Per Qualche Dollaro in Piu (For a Few Dollars More, 1965) ve Il Buono, Il Brutto, Il Cattivo (The Good, the Bad and the Ugly, 1966) ile önceki türünü sürdürdü ve “dolar” üçlemesini bitirdi. Uluslararası bir üne ulaştı ve Batı’da Kan Var‘ı çekti (C’era una Volta in West, 1968). Senaryosunu Bertolucci ile birlikte yazdığı bu film, western üstüne vasiyetnamesini oluşturdu. Daha sonra Yabandan Gelen Adam‘ı yaptı (Gui la Testa, 1971). Amerika’yı konu olan bu yeni üçlemenin son filmini çekebilmek için yapımcı olarak birkaç film gerçekleştirmesi gerekti.
Raul Walsh, 1965’te “western bitti, seyirci artık istemiyor” diyordu. 1968’de Batı’da Kan Var, Fransa’da 13,5 milyon seyirci topladı. Tasfiyeci görüşler, hemen filmin kopya ve taklit olduğunu haykırdılar. Unuttukları, ABD westerninin de üzerinde oynanan geçmiş tarihin yüceltilmiş görüntüsünden başka bir şey olmadığıydı. Westernde Batı, “Amerikan Rüyası”nı temsil eder. Yeni bir ülkede yeni bir insan. Kendi halinde yaşayan sığır çobanı, kahraman ve “fatih” kovboy halinde dönüştürülmüştür. Gelenek ve görenekleri, değer yargıları ve giyim kuşamının tarihsel gerçeklere ters düşüşü ve çarpıtmalar artık önemli değildi, kızılderili soykırımını haklı göstermek gerekliydi. İşte Sergio Leone, bu düşsel Batı görüntüsünü altüst etti. Sakallı, uzun saçlı, hırpani, üstü başı kir pas içinde tipleri anlattı. Bu kişileri harekete geçiren temel etmenler, çıkar, açgözlülük ve korku oldu. Tüm eylemleri acımasız bir şiddete dayandı. Bunda haklıydı ama tiplerine gösterdiği titizlik, öyküyü aşar durumdaydı. Çünkü ona göre “western, bir film türü olmaktan çok, düşlerimizin yurdudur.” Gerçekten de Leone’de gerçeklik, onun kendi evrenine uyarlanmış durumdadır. Yönetmen sağlam bir yapı içine düşüncelerini ve hayallerini yerleştirmektedir.
Eskiçağ filmleri ve westernlerden oluşan Leone’nin sineması geniş kitleye dönük bir sinemadır. Bu kitlenin istediği nedir? Gösteri, büyük heyecanlar. İtalyan duyarlılığı, burada onur kavramı ve öz duygusunun egemenliği altına girer. Birkaç Dolar İçin’de ve Batı’da Kan Var’da anlatılan aile intikamıdır. Daha geniş bir çerçevede bakarsak, Leone hep çatışmaları ve trajik biten uzlaşmazlıkları konu edinir. Sonlarda düelloların yer alışı kuraldır. Hesaplaşma, “rosa del conti” öyküyü açıklığa kavuşturur ve haklı çıkarır. Bu baştaki dayanılmaz acıyı (kız kardeşinin iğfalini, erkek kardeşin öldürülmesini) gideren gerçek bir arınma bölümü olur. Geçmişin anısı (Leone “geriye dönüş” ten yararlanır ve bunu kötüye kullanır), onu silen bugüne kılavuzluk eder. Kemer tokası bağlanmıştır. Son sahne hep belli bir mekanda geçer. (İyi, Kötü ve Çirkin’de mezarlık, Batı’da Kan Var’da yuvarlak avlu…) Evrenin simgesi antik arenadır bu; orada insanın tutkuları sonsuz bir trajedi biçiminde canlanır. Bu bölümlerde aşırı bir tiyatrolaştırma, başkahramanların büyük bir soğukkanlılık içinde görkemli sunuluşları (Eastwood, Van Cleef) kaçınılmaza doğru zorunlu yürüyüşü yansıtan törensel bir ağırbaşlılık, buna eşlik eden uzun bekleyişler ve kısa parlamalar, çevrinmeler ve omuz çekimleri söz konusudur. Leone, “yavaşlatılmış hareket”ten yararlanarak filmin ya da kimi sahnelerin süresini uzatarak, ayrımları genişletme ve yayma yoluna gider. Yabandan Gelen Adam‘da Rod Steiger’le James Coburn’un ilk karşılaşmaları 30 dakika sürer!
Bu dizge içinde, giriş bölümü temel bir işlev taşır. Filmin atmosferi bu bölümde kurulur. Bu “dolar üçlemesi” için de geçerlidir. Jenerik, gözkamaştırıcı güneş, çok kısa ve hemen hemen sessiz çekimlerin art arda gelişiyle, görüntü önceliğinde, filmin sonunda çözüme bağlanacak sorun sergilenmiş olur. Her şey yerli yerine oturur. Burada dramatik ve lirik operadaki ilke uygulanacaktır. Her kahramana özgü müzik temaları, filmde zaten ya birbirine bağlıdır ya da çatışır. Müzik (hep Ennio Morricone’nin imzasını taşır), olay örgüsüyle hey aynı biçimde eklemlenir; eşlik eder ama yorumlar da; anlatı sürecinin bir parçası olur. Çekimden önce bestelenir, çekim sırasında parçalanıp dağıtılır! Batı’da Kan Var, efsaneler Batı’sına vedayı dile getiren bir müziğe dayanarak çekilmiştir. Son görüntü için kamera, tren yolundaki erkeklere içecek veren Cardinale’yi çerçeveye alır; yani uygarlık gelişmektedir. Sonra sağa doğru bir çevrinme yapar; kovboy Robards can çekişirken, öcünü alan yalnız adam Bronson uzaklaşır.
Westernlerde o güne dek genellikle yer verilmeyen kadın, burada büyük önem taşır. Başta fahişe olan bu tip, filmin sonunda aşağı yukarı bir genelev sahibesi durumundadır. Cardinale tipi, özet biçimde, Batı’nın fethinin kadınlar düzleminde gösterilişidir. Yarın, aile gelecek ve kadın egemenliğine dayanacaktır. Salt erkekler arası oyunlar bitmiştir; kin ve dostluk, güvensizlik ve dayanışma arasındaki bulanık ilişkiler bitmiştir. İnançsız ve yasasız, geçmişsiz ve geleceksiz bu toplumdışı kahramanlar, düşmanca ya da grotesk bir çevre içinde sürekli kulağı kirişte “kim var orada”larla yaşayan bu yalnız kurtlar artık son bulmaktadır. Sergio Leone, içgüdüsel ilke ve mutlak bir dünyaya olan özlemini açıkça duyumsatır. Amerikalılar için kahraman okulu sayılan western, Leone için insanın özünü ortaya koyar. Kim iyidir? Kim kötüdür? Ya ikisinin de yanıtı, değişik koşullar içine yerleştirilen aynı insansa? İyi, Kötü ve Çirkin aşağı yukarı birbirlerinin yerini ve sanını alabilecek tiplerdir. Yabandan Gelen Adam’ın ahlaksız devrimcisi ve safyürekli haydutu aynı ön adı taşırlar: Juan/Sean. Leone, uyumlu bir biçimde bireyden topluluğa ve iktidar ilişkilerine geçer. İyi, Kötü ve Çirkin filminden başlayarak öne sürdüğü kimi siyasal görüşlerini gitgide daha açıkça dile getirir. Savaş ya da kapitalizmin yükselişi karşısında (Batı’da Kan Var’daki MacBein’ler katliamı “uygarlık” hiçbir anlam taşımaz. Her yerde tam bir kaos ve şiddet egemendir. Peki ne yapmalıdır? Boyun eğip teslim mi olmalı yoksa tek başına, kendisi için mi dövüşmelidir insan? Bunlar basit, hatta basitçi görüşlerdir. Tehlikeli görüşler Talion yasasından (göze göz, dişe diş) sonra, en güçlünün yasası ve en düzenbazın yasası mı?
Bu noktada Commedia dell’Arte’nin değişmez kurallarını buluyoruz: Toplum yergisi. Bir Avuç Dolar, Goldoni’nin İki Efendinin Uşağı Arlecchino’sundan esinlenmiş bir Kurosawa filminin uyarlamasıdır. Eastwood-Wallach ya da Steiger-Coburn ikilisi, sorumlu bir adamla soytarısı arasındaki klasik düo’yu yeniden yaratırlar. Gülmece, alay esin bolluğu ve kendine dıştan bakma sanatı ciddiyeti başarılı biçimde yenilgiye uğratır. Batı’da Kan Var’ın başlarında Kahraman Şerif’in (High Noon) bir parodisi vardır. Sergio Leone, Adım Hiç Kimse’de de kendi kendisiyle alay eder. Yönetmenin tuhaflık ve ölüme değin tutku ve zevkini (Rodos Devi’nde bi aşk sahnesi yeşilimtrak mumyaların arasında geçer) ve başarılı oyuncu yönetimini de eklemek gerekir. Clint Eastwood ve Lee Van Cleef’i dünyaya tanıtan Leone, ideal Amerikalı Hanry Fonda’dan da inandırıcı bir “pis herif” tipi çıkarmıştır. Bu, benzersiz ve asla yenilenmemiş bir başarıdır.
Yabandan Gelen Adam’dan sonra Leone “Amerika” üçlemesini bitirmek için 11 yıl beklemek zorunda kalacaktır.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Kaynaklar:
- Wikipedia.org
- Christopher Frayling, Spaghetti westerns: Cowboys and Europeans from Karl May to Sergio Leone
- Howard Hughes, Once Upon a Time in the Italian West: The Filmgoers’ Guide to Spaghetti Westerns
- Gelişim Sinema Dergisi, Ekim (1984)
[/box]
Çocukluğumun kült filmlerinin yönetmeni bu kadar güzel anlatılırdı. Teşekkürler Tolga. :)
bir günün tamamını tekrar ayırıp izleyesim geldi yeniden :)
Usta Leone’nin western filmlerinin popüler olmasındaki bir diğer etken de, Ennio Morricone’nin vurucu müzikleridir. Şu linkte: http://trustarvibrations.blogspot.com/2008/10/thats-spicy-meatballs.html “For A Few Guitars More-
A Tribute to Morricone’s Spaghetti Western Themes” isimli, -surf rock türünde- mükemmel bir cover albümü vardır. Keyifli dinlemeler.. ;)