80’li yılların sonunda bir Japon magazin gazetesinin muhabiri, 1962’de ününün zirvesindeyken sinemayı bırakıp bir kasabada tek başına yaşamaya başlayan ve bir daha hiçbir basın üyesiyle görüşmeyen, fotoğrafı dahi çekilemeyen Setsuko Hara’yla karşılaşabilmek umuduyla onun evine gitmiş. Evin etrafında dolanırken arka kapının kilitli olmadığını fark etmiş. Gizlice içeri girip gözetlerken Hara’yı bahçesiyle ilgilenirken görmüş ve heyecanla fotoğraflarını çekmeye başlamış. Yaşlanmış ama hala dinçliğini ve cazibesini korumakta olan Hara onu fark edince adama kızarak yanına çağırmış. Şaşkın muhabirden makinedeki filmleri hemen kendisine teslim etmesini istemiş. Muhabirin Hara karşısında eli ayağına dolaşmış ve ikiletmeden belki meslek hayatının en önemli fotoğraflarını çıkarıp vermiş. Hara, öğle vakti olduğu için muhabire aç olup olmadığını sormuş. Ona körili sebze pilavı ikram etmiş ve yemeğini bitirince de evi terk etmesini rica etmiş. Hara oturup düşünceli halde bahçesine bakarken muhabir de biraz uzağında pilavı afiyetle yiyip teşekkür etmiş ve karnı dolu ama fotoğraf makinesi boş halde çıkıp gitmiş.[1]
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci
Bu hikâyenin doğruluğu kuşkuluysa da Setsuko Hara’nın sinemadan uzaklaşıp kimseye özel yaşamıyla ilgili tek bilgi dahi vermemesi ama yer aldığı 103 filmle[2] hayranlarının gönüllerini doyurmaya devam etmesine dair bir özet gibidir. Daha çok Yasujiro Ozu’nun Banshun (Late Spring, 1949) ve Tokyo Monogatari (Tokyo Story, 1953) filmlerindeki karakterleriyle tanınan, Japon Sinemasının gelmiş geçmiş en iyi oyuncularından biri olan Setsuko Hara’yı, sinemayı bıraktıktan sonra tam 52 yıl boyunca akrabaları, bazı arkadaşları ve yaşadığı kasabadaki birkaç dükkân sahibi dışında hiç kimse yakından göremedi. Ne bir davete, gösterime, konferansa katıldı ne röportaj verdi ne filme alınabildi ne de net bir fotoğrafı çekilebildi. Bazı anma törenlerine basının haberi olmaksızın katılmış olduğuna dair anlatılanlar varsa da kanıtlı değildir. Telefonla yapılan bir görüşmedeki 2-3 cümleyi geçmeyen demeçlerine de röportaj demek olanaksızdır. Yaşamı boyunca hiç evlenmeyen, herhangi bir dönemde sevgilisi olup olmadığına dair bilgi edinilemeyen Hara’nın, akrabalarına vasiyet ettiği şekilde ölümü bile ilk başta kimselere duyurulmadı ve 5 Eylül 2015’te göçüp gittiğini dünya ancak 2 ay 20 gün sonra öğrenebildi.
Japonya’nın divası diye anılan, halkın sevgilisi olan, mahallenin sıcakkanlı güzel kızıymış gibi yakınlık duyulan, yürekleri bir gülücüğüyle eritip bir gözyaşıyla dağlayan, ailemizin “Noriko”su nasıl oldu da şöhretinin pek çok getirisini elinin tersiyle iterek bahçeli küçük evine kapandığı bir yaşamı seçti?
Bu yazıda, Japonya tarihinin ve Japon sinemasının en çetrefilli zamanlarında hem sinemanın zirvesinde yer almış hem de toplumun örnek aldığı bir ideali temsil etmiş olan bu olağanüstü oyuncunun şaşırtıcı sinema yaşamını ve sonrasında ortadan kayboluşundaki gizemi, pek bilinmeyen ayrıntıları da kullanarak aralamaya çalışacağım.
ÇOCUKLUĞU ve OKUL YILLARI
17 Haziran 1920’de Masae Aida adıyla doğan Setsuko Hara ailedeki 3 erkek 5 kızdan oluşan çocukların sonuncusuydu. Doğduğunda pek görülmedik şekilde esmer bir bebekti, hatta bu yüzden onu ilk başta erkek sanmışlardı. Göz açıklığı da bir Japona göre çok büyüktü. 12-13 yaşlarına geldiğinde ona okulda “5 cm gözlü” lakabı takılmıştı çünkü gözlerinin her biri kenardan kenara 5 cm uzunluktaydı. Setsuko Hara matematik ve beden eğitimi derslerinde çok başarılıydı, yazarlık konusunda da yetenekliydi. Yalnızca resim dersinde pek iyi değilmiş. Lise yıllarıyla ilgili ise hemen hiç bilgi yoktur. Devam ettiği özel kız lisesi, 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan bombardımanıyla yıkılmış ve çıkan yangında eski öğrencilerle ilgili tüm kayıtlar yok olmuştur.
Setsuko Hara’nın liseye başladığı dönemde ailesinin ekonomik durumu kötüleşmeye başlamıştı. Bu yıllardaki Japon siyasi gündemi karmaşa içindeydi. 1930’lar Japonya’da yayılmacı ve faşist politikaların yükselmeye devam ettiği, aşırı sağın giderek ülkeyi sarmakta olduğu yıllardı. Yüzyıl başından beri girilen savaşları hep kazanmış olan ve en son Mançurya’yı istila etmiş bulunan Japon ordusunun kendine güveni tamdı. Japonya, Milletler Cemiyeti’ni terk etmiş kendi bildiğini okuyor, endüstriler de bundan payını alıyordu. Hara’nın babası bu sıralarda tekstil ticaretinden uzaklaşıp bir ofiste az bir maaş karşılığı çalışmaya başladı ama kalabalık ailesini geçindirmek kolay olmuyordu.
Ailesinin giderek kötüleşen durumu Hara’nın okumasına engel oldu. Gönülsüz de olsa lise 2. sınıftayken okulu bıraktı. Okulun o dönemki müdürü, öğrencisi için okul masraflarını karşılamayı teklif ettiğini ama Hara’nın ailesinin bunu kendilerine yakıştıramadıkları için kabul etmediğini söylemiştir. Hara’nın 2. ablası, yönetmen Hisatora Kumagai ile evliydi ve Tokyo’da yaşıyorlardı. Hara okulu bırakınca Kumagai onu Tokyo’ya götürdü. Böylece ablası ve eniştesiyle birlikte yaşamaya başladı. Temizlik, çamaşır, bulaşık gibi ev işlerinde onlara yardım ediyordu. Setsuko Tokyo’da uygun bir okul bulup eğitimine devam etmek niyetindeydi. Neşeli, oyunbaz ve çocuksu doğallığı küçük çocuklarla iyi anlaşmasını sağlıyordu bu yüzden de ilkokul öğretmeni olmaya karar vermişti. Ama eniştesi Setsuko’daki oyuncu ışığını çoktan görmüştü. Onu oyunculuğu denemesi için ikna etti.
OYUNCULUĞA GİRİŞİ
Henüz 15 yaşını tamamlamamış olan Hara dünya güzeli sayılmasa da çekici bir kızdı. Neşeli bir cazibesi ve sıra dışı bir görünümü vardı. Ünlü yönetmen Satsuo Yamamoto, sonradan 6 filminde başrol verdiği Hara ile ilk karşılaştığındaki düşüncelerini şöyle aktarır: “Japon gibi değildi. Ataları arasında yabancı kişilerin olabileceğini düşündüm. Gözleri büyük ve derin bakışlı, burun kemeri yüksek, boyu uzun ve bedeni Avrupalı bir duruşa sahipti. Abisi o zamanlar Toho’da kameraman olarak çalışıyordu. Onunla konuştuğumda dedesinin eskiden Şimoda’da çalıştığını söyledi. (Şimoda 1854’te Japonya’nın yabancılarla ticarete başladığı ilk limanlardan biriydi.) Bu da düşüncemde haklı olabileceğimi gösteriyordu. İşte Hara öyle güzel bir kızdı. Sıradan Japon kadınlarından ayrıştığı bir yüzü, duruşu ve ifadesi vardı.”[3]
Kumagai, Nikkatsu stüdyosundan birkaç yetkiliyi evine davet etti. Böylece Setsuko’nun rahat ettiği bir ortamda onun doğal halini görmelerini sağlayacaktı. Bunda da başarılı oldu. Onu görür görmez etkilendiler ve hemen bir anlaşma imzalandı. Setsuko okul hayallerini bıraktı, o sırada maddi sıkıntı yaşayan ailesine önemli bir destek sağlama fırsatını zaten geri tepemezdi.
Böylece 1935 yılında 4 filmde birden oynayarak sinemaya hızlı bir giriş yaptı. O yıl oynadığı 4. film olan Midori no Chiheisen (Green Horizon, 1935) adlı yapımda, ölümcül hastalığı olan bir dansçı kız rolündeydi. Sonda sevgilisiyle birlikte intihar ettiği bu filmde çok beğenilmişti. Oyunculuğa başladığı yıl insanlar adını öğrenmeye başlamıştı ve bu ağlak melodramın gişe başarısı ünlü yönetmenlerin dikkatini onun üzerine çekmişti. Sadao Yamanaka da bunlardan biriydi ve yeni filmi için onu seçti. Setsuko Hara’nın geniş kitlelerce bilinir hale geleceği bu yapım bir kabuki (Japon halk tiyatrosu) oyunundan uyarlanan Kochiyama Soshun (Priest of Darkness, 1936) filmiydi.
Hara, henüz çocuk denecek yaşta, erkek kardeşiyle birlikte ailesinden kalan suşi tezgâhını işleten bir genç kızı canlandırır. Onami, erkek kardeşinin tersine son derece ağır başlı, sorumluluklarının farkında olan ve yaşından büyük olgunluğa sahip bir karakterdir. Birkaç gün eve uğramayan kardeşini film boyunca her yerde arar durur. Sonunda kardeşi eve döner ama yüklüce borçlandığını ve ödeme yapmazsa başına gelecekleri anlatınca ablası ona iki tokat yapıştırır. Başka da bir şey demeden, kardeşinin kurtulması için kendini zengin derebeyine satmak üzere evden çıkar gider.
Setsuko Hara’nın bu filmdeki oyuncu duyarlılığının izleri, onu sonradan neden genelde gerçekçi ve çözüm odaklı, duygularını asaletle ve beceriyle saklamasını bilen ve her zaman olumlu tavrını koruyan karakterler için seçildiğinin ipuçlarını taşır.
JAPON-ALMAN PAKTI ve SETSUKO HARA’NIN YÜKSELİŞİ
Japonya, Çin’i istilasını sağlamlaştırmaya ve direnişleri bastırmaya çalışırken Nazi Almanya’sıyla da bir yakınlaşma içine girmişti. Almanlar kültürel işbirliği yapmak ve propaganda filmlerindeki tecrübelerini Japonlara da sunmak niyetindeydiler. Leni Riefenstahl’ın ünlenmesini sağlamış olan Alman dağ filmlerinin önemli yönetmeni Arnold Fanck, Japonya ziyareti sırasında Hara’yı Priest of Darkness filminin setinde görme şansı bulmuştu. Görür görmez de Japonya’da çekeceği filmin başrolünde onu oynatmaya karar verdi.[4] Setsuko Hara, Atarashiki Tuchi (New Earth, 1937) adlı bu filmle yıldızlığa adım atacaktı.
Almanya’da Die Tochter Des Samurai (Samuray’ın Kızı) adıyla gösterilen filmde, Avrupa’da eğitim görmüş Japonların ülkelerine dönmeleri ve yeni sömürgeleri olan Mançurya topraklarının işlenmesinde görev almaları öğütlenir. Film aynı zamanda Japon gelenek ve kültürel öğelerini, geleneksel değerlere dönüşü yücelten bir propaganda filmidir.[5]
En başta Japonya’nın Alman teknolojisi desteğiyle sanayideki makineleşmesi, tıkır tıkır işleyen fabrikalar, sevinç içinde çalışan işçiler görülür. Mançurya’da barış sağlandığında buranın geliştirilmesi için yapılacak pek çok iş olduğu belirtilir. (Barıştan kasıt, bölgeyi geri almak için savaşan Çinlilerin kesin yenilgiye uğratılmasıdır.) Filmde ayrıca Japonya’nın doğal ve mimari güzellikleri bol bol gösterilir, kültürel öğeleri tanıtılır. Sumo güreşleri, kabuki tiyatrosu, yerel giysiler, çubukla yemek yeme adetleri gibi ayrıntılarla Japonlar Alman halkına tanıtılıp sevdirilmek istenmiş gibidir.
Hara’nın canlandırdığı Mitsuko, 8 yıldır Avrupa’da eğitim gören üvey abisiyle evlendirilmek üzere hazırlanmaktadır. Üvey abisi ise bu evliliğe karşıdır. Japonya’ya Alman sevgilisiyle döner ve Mitsuko’yu yalnızca bir kız kardeş gibi gördüğünü söyler. Büyükler tarafından belirlenmiş kadere boyun eğmeyi reddeder. Avrupa’da çağdışı Japon geleneklerinden uzakta, özgürlüğe alışmıştır ve bunu korumak ister. Japonya’ya döndükten sonra eğlenmek için bile “Avrupa Oteli”ne gider. Asıl dehşet verici olan ise Mitsuko’nun evlenmeyi dört gözle bekleyen ve üvey abisine layık dört dörtlük bir Japon kadını olabilmek için çırpınıp duran bir kız olarak gösterilmesidir. Onun kendisini istemediğini duyduğunda bunalıma girer. Ama film ilerledikçe üvey abisi yabancı kültür etkisinden kurtulup toprağının ve vatanının değerini anlamaya başlar ve sonunda reddedildiği için intihar etmek üzere bir volkana çıkan Mitsuko’yu kurtarıp onunla evlenir. Mitsuko’nun onun için canından bile vazgeçecek olmasından etkilenmiştir, aşkla sevmese bile ona kul köle olsun diye yetiştirilmiş genç karısını kabullenir. Birlikte Mançurya’da toprağı işlemeye başlarlar ve Mitsuko da hemen bir bebek sahibi olmuş gösterilir. Bir Japon askerinin gözcülüğü ve koruması altındaki tarlada mutlu mesut şekilde film sonlanır.
Kadının proje evlilik için küçük bir çocukken hazırlandığı, 8-10 yaşından beri görmediği, tanımadığı birini kocası olarak kabullenmiş bir kız olarak gösterildiği, sevip sevmeme seçeneklerinin bulunmadığı ataerkil toplum yapısının kutsanıp toprakla da bütünleştirildiği ayrıca Çin’in işgalinin de buna yedirildiği bir filmdir. Sonraları pek çok kez evlenmeyi reddetme seçeneğine ve gücüne sahip kadınları canlandıracak olan Setsuko Hara’nın henüz 16 yaşındayken oynadığı bu propaganda filminde kucağında bebeğiyle iğreti bir görüntü vermesi tabii ki engellenememiştir.
Tüm bunlar o yıllarda normal karşılanan şeylerdi. 4 Şubat 1937 akşamı Tokyo’nun en görkemli salonunda galası yapılan film öylesine çok sevildi ki Setsuko Hara bir gecede tüm ülkece tanınan bir yıldız haline geldi.[6] Filmin Nazi Almanya’sındaki galası için Almanya’ya davet edildi. Stüdyo yetkilileri ve eniştesinin de bulunduğu küçük bir ekiple birlikte uzunca bir yolculuk yapacaktı. Hara’nın yolculuk için yaptığı hazırlıkları ayrıntılarıyla gösteren fotoğrafların dergilerde yayınlanması, o günlerde nasıl da basının odağına yerleşmiş olduğunu gösterir.
GOEBBELS, DIETRICH, STANWYCK… HARA DÜNYA TURUNDA
12 Mart 1937’de yolculuğa çıkacağı gün tren istasyonu hayranlarıyla dolmuştu. İstasyonda çalışan biri, o güne kadar istasyonda böyle bir izdiham yaşanmadığını söylüyordu ve manzarayı daha önce duyulmamış bir çılgınlık olarak tanımlamıştı. 2 binden fazla hayranı onun adını haykırarak istasyonu inletiyordu. İzdiham öylesine büyüktü ki Hara bir an korkuya bile kapılmıştı. Onu görebilmek için polislerin bağrışlarına aldırmadan vagonların etrafında dört dönen çıldırmış kalabalığa bir pencereden kısa bir süre selam vermekle yetindi ve hemen kompartımanına döndü. Sonunda tren hareket ettiğinde hâlâ vagonların peşinden koşturan insanlar vardı.[7] Japonya’nın ünlü sinema yazarı Inuhiko Yomota, “Japonlar Setsuko’yu çok sevdiler çünkü artık Batı’ya utanmadan gösterebilecekleri bir yıldızları olmuştu.” diye yazmıştır. Hara hem Avrupai görünümüyle övülüyor, magazin dergilerinde atalarının Hollanda, Amerika veya Rusya’dan olabileceğine dair dedikodular dönüyor hem de en has Japon kadını, Japon kadınının sembol ismi olarak anılıyordu.[8]
Sibirya demiryoluyla 2 hafta süren bir yolculuktan sonra 26 Mart’ta Berlin’e ulaştılar. Hara Almanya’da da büyük bir ilgiyle karşılandı. Berlin’de trenden indiğinde karşılayanlardan başka istasyonda çok sayıda Alman vatandaşı vardı. Ülkede o gün ulusal tatil başladığından yolculuğa çıkacak olanlar istasyonu doldurmuştu. Kimonosu içinde Setsuko Hara’yı gördüklerinde topluluk hemen onun çevresini sardı. Sıcak gülüşü ve güzelliğinden hemen etkilenen topluluktan ona ikramda bulunanlar oldu. Hara yolculuğa çıkmadan bir ay önce Almanca çalışmaya başlamış ve gezisi sırasında ona yetecek kadar da öğrenmişti.[9] Ona hoşgeldin diyen, sorular soran Almanlara kendi dillerinde karşılık verince Hara’yı daha da çok sevdiler.
Herhalde Japonya’dan sonra Almanya’da da böyle bir ilgiyi beklemiyordu. Onun için yapılan karşılamalar, sokakta etrafını sarmalar, gezdiği yerlerde kalabalık halinde eşlik etmeler sonraki günlerde de sürdü. Tüm bunlar ona rüya gibi gelmiş olmalı.
Japonya ile ilişkiler Alman basınında da yüceltiliyordu ve Berlin’e gelen Hara bir Japon yıldız olarak tanıtılmıştı. Hara, Japon büyükelçisinin eşlik ettiği bir davette Joseph Goebbels’le de bir araya geldi. Hep birlikte çekilmiş fotoğraflarına bakıldığında, hemen yanında görevini en aşağılık şekilde yerine getirerek Alman halkına ihanet eden bir adamın durmakta olduğundan habersiz, taze ününün şatafatını sessizce ve kendini kaptırmadan yüklenmeye çalışan henüz çocuk yaştaki bir kız görülebilir. Filmin galası ulusal tatil başlayacağı ve Nazi liderleri de tatile çıkacağı için Hara Berlin’e gelmeden üç gün önce yapılmış, galaya Hitler de katılmıştı. Galaya yetişemese de Nazilerin Japonya ile iyi ilişkiler kurma politikasının bir ayağı olan Almanya gezisi sürdü. Film Almanya’da da çok sevildi ve 2.600 salonda gösterime giren ve 2 ay boyunca gösterilen film toplamda 6 milyon Alman tarafından izlenerek rekor kırdı.[10]
Hara ve yanındakiler Almanya’daki şatafatlı günlerin ardından Londra’ya ve Fransa’ya geçip buradan da New York’a ve Hollywood’a gittiler. Hara Amerika’da Josef von Sternberg, Marlene Dietrich, Barbara Stanwyck, Luise Rainer gibi yıldızlarla da tanışma fırsatını elde etti. Buradaki gezilerde ne olup bittiği Almanya’daki gibi belgelenmemiştir ama tanıştığı kişiler filmi gördülerse herhalde pek hoşlarına gitmemiş olmalı. Nazi yönetiminden nefret eden sanatçılardı bunlar. Ayrıca Setsuko Hara Amerika’dayken Japonya Çin’le yeni bir savaşa girmiş bulunuyordu ve Amerika Çin’e destek veren ülkelerden biriydi. Sonuçta Hara 4 ay süren gezisini tamamlayarak 28 Temmuz’da ülkesine geri döndü. Artık bir yıldızdı ve döner dönmez Japonya’nın en büyük stüdyolarından Toho ile anlaştı.
Japonya Çin’e karşı, yedi yıl içinde en az 10 milyon Çinli sivilin ve 4 milyondan fazla Çin ve Japon askerinin can vereceği yeni bir savaş başlatmıştı. Henüz savaşın 6. ayında Çin’in o zamanki başkenti Nanking’i ele geçirmek üzere harekete geçen Japon ordusu, 20 gün boyunca geçtiği yerlerde yaptığı katliam ve tecavüzlerde bazı kaynaklara göre 40 bin, bazılarına göre ise 300 bin kişinin ölümüne neden oldu. Nanking Katliamı veya Nanking Tecavüzü diye anılan bu korkunç olaydan tabii ki Japon halkı habersizdi. Yapılan propaganda “New Earth” filmindeki gibi Japonya’nın “Yeni Dünya”sı/yeni vatanı olan Çin topraklarına uygarlık götürmek ve topraklarını işleyerek verimli kılmak üzere bu ülkede bulunulduğuydu.
JAPON FAŞİST İKTİDARIN FİLM SANSÜRÜ
İkinci Dünya Savaşı geliyorum diyordu ve dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Japonya’da da 1939 yılında yeni bir sansür kanunu yürürlüğe girmişti. Filmlerin önce senaryoları sonra kendisi ayrı ayrı sansür kurulunun onayından geçmek zorundaydı. [11] Çin’de süregiden savaş ve giderek Uzakdoğu adalarına yayılma ve Pasifik’i bir Japon gölüne çevirme stratejisinin devamlılığı için faşist-emperyalist yönetimin yoğun propaganda ile halkını arkasında tutması gerekiyordu.
Film stüdyoları, İçişleri Bakanlığı’na bağlı sansür kurulunun ağır denetimi altına girmişti. 1941’de Mihver Devletlerce üretilmemiş tüm filmlerin ithalatı ve herhangi bir şekilde gösterimi yasaklandı. Bir süre sonra da -Ağustos 1941- ham film ithalatına kota koyuldu. Hükümet film şirketlerine, yalnızca hükümetle ortak geliştirilecek projelere ham film sağlayacağını duyurdu.
İktidar tarafından yaptırılan filmlerin ana amacı Japon kimliğini yüceltmek, geleneksel ve feodal yapıyı destekleyerek Japonya İmparatorluğunun genişlemesinin kader olduğu düşüncesini oluşturmaktı. Japon ruhu -ki bu Japonya’nın varoluşu ve hedefleri için tam adanmışlık demekti- övülüyor ve bu ruha sahip kahramanların özverileri yüceltiliyordu. Aynı zamanda ülkenin herhangi bir şekilde kötü, fakir veya zayıf gösterilmesi yasaktı.
Setsuko Hara’nın başrolde olduğu, genç ve idealist bir öğretmenin kırsal bölgedeki bir okulda fakir öğrenciler için yaptıklarını anlatan Wakai Sensei (A Young Teacher, 1942) bu yüzden başı derde girmiş filmlerden biridir. Genç öğretmen köyde öğrenci olarak doğru dürüst giysileri, iç çamaşırları bile olmayan çocuklarla karşılaşır. Onların durumlarını düzeltmek ve eğitimlerini eksiksiz hale getirmek için uğraşır. Bu film Japonya İmparatorluğunu yoksul bir devlet olarak gösterdiği gerekçesiyle sansüre takılmıştır.[12] Sansürün onayından geçebilmek için film yeniden kurgulanmış ve gerekli düzeltmelerden sonra ancak bir yıl sonra gösterilebilmiştir.
DÜNYA SAVAŞI ve SETSUKO HARA’LI PROPAGANDA FİLMLERİ
Yeni yasalarla çekim ve gösterim özgürlüğü azalmış, birçok yönetmen savaşı ve militarizmi savunan ulusal politika filmleri yapmaya yönelmişti. Bunlar halkı yüreklendirici, ulus sevgilerini kabartmak ve coşturmak amacını güden yapımlardır. Hükümetin yansıtmaya çalıştığı fikirlerin olumlanması sağlanır ve girişilen savaşlar normalleştirilir ama bu coşkulu çılgınlıkla değil ağırbaşlı bir duygusallıkla verilir. Setsuko Hara’nın da Japon halkının en sevdiği genç oyunculardan biri olarak bu filmlerde rol almaması düşünülemezdi.
Bir grup askeri öğrencinin eğitim macerasını anlatan Shido Monogatari‘de (A Training Story, 1941) bir tren makinistinin kızıdır ve filmin odaklandığı askeri öğrenciler arasında farklı bir yüz olarak var olur. Yine, Kessen No Ozora He‘de (Towards The Decisive Battle Of The Sky, 1943) bu kez Japon Hava Kuvvetlerinde yetişen pilotların askeri eğitimleri, yaşadıkları zorluklar, fedakârlıkları ve adanmışlıklarını gösteren sahnelerde, erkek görmekten sıkılacak seyircilere ferahlık vermek üzere filme konmuş gibidir. Küçük yaştaki öğrencileri askeri okullara yönlendirmek amacını taşıyan filmde savaş pilotu olmak isteyen güçsüz ve zayıf bir çocuğun onu yüreklendiren ablası rolündedir. Ikari No Umi‘de (Sea of Anger, 1944) Japonya’nın ünlü savaş gemisi tasarımcısı Jo Hiraga’nın, babasına düşkün düşünceli kızı rolündedir ve toplamda 3 dakika bile gözükmez. Midori No Daichi‘de (The Green Earth, 1942) Japonya’nın işgal ettiği topraklara bir kanal inşaatı için giden ve yerel direnişçilerle mücadele etmek zorunda kalan bir mühendisin karısını oynar. Japonya’nın Mançurya’nın kalkınması için mücadele verdiğini reklam eden filmde Setsuko Hara bulunduğu hemen her sahnede kucağında bebeğiyle görünür. Bebek, Japon ve Çin toplumu için yeni bir hayat kaynağını, kutlu bir doğumu simgeler ve onun parlak geleceği için bölgenin kalkındırılması gerektiği vurgulanmış olur. Tüm bu yapımlar içinde asıl anılması gereken ise Hawai • Maree Oki Kaisen (The War at Sea from Hawaii to Malaya, 1942) adlı yapımdır.
Pasifik’teki üstünlük iddiaları ve en son Japonya’ya petrol ambargosu uygulanmasının ardından ABD ile sürtüşmeler Pearl Harbor baskınıyla sıcak savaşa dönüşmüştü. Japonya’nın ABD donanmasına ve İngiliz amiral gemilerine büyük bir darbe indirdiği bu kutlu zafer, büyük bir filmle taçlandırılmak istendi. 2. Dünya Savaşı sırasında çekilmiş en görkemli savaş filmi olarak nitelenen, o güne kadarki en pahalı Japon filmi olan The War at Sea from Hawaii to Malaya gücünü son yarım saatindeki Pearl Harbor saldırısı sahnelerinden alır. Gerçek saldırının üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra Japonların gözüyle Hawaii’ye, ardından Singapur’a gitmekte olan İngiliz kafilesine yapılan saldırılar gerçekçi maketler kullanılarak çekilmiştir. Sonradan Godzilla filmlerinin ve benzeri canavar yapımlarının muhteşem özel efektlerini hazırlamış olan Eiji Tsuburaya’nın çalışması öyle başarılıdır ki bu sahneler Batı’da, saldırının gerçek görüntüleri diye haber filmlerinde kullanılmıştır. Toho’nun 6.000 metrekarelik arazisi üzerine kurulan setlerde Pearl Harbor’ın 1:600 ölçekli birebir kopyası yapılmıştı. Filmde gerçeğinden ayırmanın zor olduğu maket gemilerin boyları 2’şer metreydi.[13] Japon uçaklarının, saldırı için ilerledikleri sahnede çalan Ride of the Valkyries, sonradan Apocalypse Now filminde helikopterlerin Vietnam köyüne saldırıya gittikleri sahneye esin olmuş gibidir. Setsuko Hara bu filmde abisinin hava harp okuluna katılmasını destekleyen kız kardeş rolünde yalnızca on dakika görülebilir.
ASKERLERİN İLHAM PERİSİ
Stüdyoların iktidar ve ordu taraftarı propaganda amaçlı filmler çekmekten başka çıkar yollarının olmadığı o dönemde sonradan Amerikan işgalini coşkuyla karşılayan Akira Kurosawa da dahil nerdeyse tüm yönetmen ve oyuncular Japonya’nın zaferi için hükümetin dayatmasıyla işbirliği yaptılar. Hara da 10 civarı propaganda filminde yer almakla birlikte çoğunda nerdeyse hiçbir varlık göstermez. Zaten oyunculuk adına yapabileceği pek bir şey de olmamıştır. Bir sinema eseri üretmek değil Japon ordusunun reklamını yapmak asıl amaç olduğundan yalnızca ona verilen görevi yerine getirmiş gibidir. Bu diğer oyuncular için de geçerlidir; sıkıcı karakterler, sıkıcı sahneler içinde silinip giderler. Yine de bu filmlerdeki varlığı bile Japon askerleri için yeterliydi. Bazı savaş pilotları ve askerler savaşa giderken ceplerine onun fotoğraflarını koyuyordu. O hem yüreklendiren abla, kız kardeş, sevgiliydi hem de onlara ilham veren, Japonya’nın ruhunu taşıyan bir periden farksızdı.
Hara eğer hükümet baskısı veya bağlı olduğu sözleşmelerin zorunluluğu dışında bir vatani görev duygusuyla propaganda filmlerinde yer aldıysa bunda eniştesi Kumagai’nin de payı büyüktür. Kumagai, faşist hükümetin destekçisiydi ve Hara ile Almanya’ya gittiklerinde buradaki totaliter rejimin görkeminden oldukça etkilenmişti. Kumagai, 30’larda rağbet gören bir yönetmendi ama sonradan olgunlaşan politik görüşlerinin de etkisiyle henüz sansür yasası çıkmadan önce propaganda filmleri çekmeye başlamıştı. Bunlardan ikisinde Hara’ya da rol verdi. Kumagai Amerika’yla savaşa girişildiği dönemde Japonizmi savunan aşırı sağcı dini bir gruba üye oldu. Bu grupta bir tür rahip düzeyine bile yükseldi. Kumagai, Hara’nın oynadığı Boro No Kesshitai (Watchtower Suicide Squad, 1943) filmini çekmekte olan Tadaşi Imai’ye onun aracılığıyla bir mektup göndermiş ve çektiği filmin Yahudilere yarayacağını söyleyerek yapımı sona erdirmesini bile tavsiye etmiş.[14] Bu tür garip ve kendini fazla kaptırmış hezeyanları onun film endüstrisinden dışlanmasına neden oldu. Savaş sonunda ise komplocu olarak yaftalanıp kara listeye alındı ve 8 yıl boyunca film çekmesi engellendi.
Setsuko Hara’nın henüz 20’li yaşlarının başındayken bu filmlerde oynamasını, onun oyuncu olmasını sağlayan ve en başından beri yol gösterip hocalık ve babalık eden Kumagai’nin etkisinde kalmış olmasına bağlamak hiç de anlamsız olmaz. Propaganda filmlerinde kısa rollerle de olsa yer almasını Kumagai’nin ona bir vatani görev olarak yansıttığı ve desteklediği açıktır. 1945’e gelindiğinde ise işler çoktan değişmeye başlamıştı. Japonya düşmanın gücünü kırmayı başaramamıştı ve yeniliyordu. Zaten savaş başlangıcında bile pek iyi olmayan ekonomi giderek kötüleşti. Ülke sürekli olarak bombardıman altında tutuluyordu. Tokyo’da sağlam bina kalmamış gibiydi. Hara’nın evi de yıkılanlar arasındaydı.
AMERİKAN İŞGAL GÜÇLERİNİN FİLM SANSÜRÜ
Atom bombalarının ardından savaş sona erdi, Amerikan birlikleri Japonya’yı işgal ettiler ve hemen yeni yasalar yürürlüğe sokuldu. Stüdyolar bu kez de işgal güçlerinin baskısı altına giriyorlardı. Ham filmleri ve film malzemelerini bu kez işgal güçleri denetliyor ve belli şartlarla stüdyolara sağlıyorlardı.
Japon film endüstrisine, sendikaya bağlı tüm sinema çalışanlarının savaş suçu işleyip işlemediklerine dair kendi içlerinde bir soruşturma başlatmaları emri verildi. Buna göre suçlu bulunanlar doğrudan sinema sektöründen atılacak, suçu daha hafif olmakla birlikte yine de ceza alması gerekenler belli süre uzak tutulacaktı. Hara’nın eniştesi Kumagai uzaklaştırılanlardan olmuştu. Ama Hara tüm bunlardan uzak tutulmuştu. Hatta işgalin ilk günlerinde gösterime girmesine izin verilen tek yeni film onunkiydi: Kita No San-nin (Three Women of the North, 1945).
Waga Eiga Jinsei‘deki (Akira Kurosawa: My Life in Cinema, 1993) konuşmasında Kurosawa, Amerikalıların gelir gelmez sansürü kaldırdığını ve böylece 1939’dan beri onlara kök söktüren yasaklardan kurtulduklarını söyler. Öncesine göre çok daha özgür oldukları doğru olmakla birlikte bu söylem, Amerikalıların o sansürü kaldırırken getirdikleri kendi sansürlerini görmezden gelmektedir.
Amerikalıların belirlediği yeni sansüre göre; şehirlerin uğradığı yıkımlar asla gösterilmeyecek, atom bombalarından bahsedilmeyecek, eski gelenekler yüceltilmeyecek, feodal dönemi ifade eden gelenek ve aksesuarlar fazla kullanılmayacak, mutlaka demokrasi fikri yansıtılacak, sokaklarda ve kurumlarda asla Amerikan askerleri bulunmayacaktı.[15] Bu sansür nedeniyle o dönemde çekilmiş Japon filmleri, hiç de savaştan çıkmış gibi değil de ekonomik darlık geçirmekte olan bir ülke resmi gösterir. Hatta bu bile fazlasıyla belirsizdir. Bugün hala patlamamış bombaların bulunabildiği[16] sokaklar, evler, tarlalar bazen günde 100 bin kişinin öldüğü bombardımanları hiç yaşamamış gibi sapasağlam ve doğal güzellikleriyle yansıtılmaya devam ederler. Yakınlarını kaybedenlerin yasları bile geçiştirilir. 300 bin askerin işgali altındaki ülkede onlar yokmuş gibi davranılır.
Filmlerde nükleer bombaların eleştirilmesi de kesinlikle yasaktı. Japonya’nın yıkımıyla ilgili film ve belgeseller ve Amerikalılar tarafından çekilmemiş diğer belge görüntüleri gizlice ve kaçak olarak çekiliyordu. Japonlar Hiroşima ve Nagazaki’de ne olup bittiğini biliyordu ama bu bombaların yarattığı yıkımın gerçek boyutunu ancak işgal bittikten sonra görebildiler.[17]
Filmlerde ve başka yayınlarda atom bombasını eleştirmeye kalkmak yasak olabilirdi ama 1950’de Setsuko Hara, Stockholm Bildirisi’ni imzalayarak bu konuda Amerika’ya kafa tutanlardan biri olmuştu.[18] Dünya Barış Örgütü’nün, nükleer silahlanmayı durdurmak ve savaşlarda kullanımını yasaklamak amaçlı çağrısından oluşan bu bildiri, ABD tarafından görmezden geliniyordu. Kore Savaşı’nın başladığı günlerde yayınlanan bildiri bir anlamda Amerika’nın atom bombasını bu savaşta da kullanmasını önlemek amaçlıydı. Sovyetler Birliği başta olmak üzere pek çok ülkeden 500 milyon insan bu bildiriye imza koymuştur. Amerikan işgali altındaki Japonya’da bildirinin ünlü bir yıldız tarafından imzalanması önemliydi ve nükleer silah dehşetini yaşamış insanlara bu konuda daha çok ses çıkarmak konusunda cesaret verdi.
Filmlerde dayatılan en önemli kavram demokrasiydi. Amerikalılar Japonya’ya “demokrasi götürmüştü” ve filmlerde, ülkede artık demokrasi olduğu için sevinen ve eskimiş feodal geleneklerin yıkımını kutlayan bir tavır dayatılmıştı. Aoi Sanmyaku (Blue Mountains, 1949) filminde bu propaganda apaçıktır. Setsuko Hara ilk görevini yapmakta olan Batı değerlerini benimsemiş genç bir öğretmeni canlandırır. Filmde doğrudan, Japonya’nın artık değişmekte olduğu, feodal yapının sona erdiği ve demokratikleştiği vurgulanır. Amerika’nın adını anmadan, onu özgürleştirici bir kahraman gibi yansıtma ve halka sevdirme amacının, senaryonun arasına sokuşturulan bir dayatma olduğu bellidir.
GENÇLİĞİMİZDE YAPTIKLARIMIZ İÇİN PİŞMAN DEĞİLİZ!
Savaşın hemen ardından Akira Kurosawa, Pasifik Savaşı’nın öncesinde faşist hükümete karşı mücadele etmiş ve öğrencilerin özgürlük taleplerine destek verdiği için fişlenmiş bir direnişçi ile ona âşık olan Yukie’nin öyküsünü anlattığı bir film çekti. Setsuko Hara’nın oyunculuğuyla devleştiği sahneler barındıran Waga Seishun Ni Kuinashi (No Regrets For Our Youth, 1946), savaş sırasında vatana ihanetten idam edilmiş tek Japon olan öğrenci Hotsumi Ozaki ile faşist yönetime karşı çıktığı için işkence gören Profesör Yukitoki Takigawa’nın yaşamlarından esinlenmişti.
Ruykiçi, sol görüşleri ve öğrencilerin özgürlük taleplerine verdiği destekle dikkat çeken, Japonya’yı savaşa sokacak olan militarist yönetim aleyhine çalışmalar yapan biridir. Bu konularla pek ilgilenmez gözüken, biraz şımarık ve hoppa bir kız olan Yukie ise babasının öğrencisi olan bu genci sevmektedir. Sevgisi karşılıksız değildir ama Ruykiçi eylemlerinden ötürü iktidarın gözetimi altında olduğunu ve çevresindekilerin de her an tehlikede olabileceğini bildiğinden Yukie’yi kendinden uzak tutmaya çalışır. Giderek daha çok bilinçlenen Yukie, Ruykiçi’nin onu korumak için yaptığı fedakârlıklara karşın her ne olursa olsun sevdiği adamın yanında olmak ister. Evlenirler ama mutlulukları pek uzun sürmez. Ruykiçi yakalanır ve kapatıldığı hapishanede öldürülür.
Yukie de bir süre hapis yattıktan sonra hayatı için yeni bir amaç edinir. Kocası 10 yıldır köydeki ailesinin yanına gidememiş ve hep onlara layık olamadığı için suçluluk duymuştur. Yukie bunu onun yerine yapmaya karar verir, Ruykiçi’nin anne babasının köyüne gider ve kendini tanıtıp gelinleri olarak bundan sonra onlarla birlikte yaşamak istediğini söyler. Anne baba ise oğulları hükümete karşı geldiği ve bir ajan olarak yaftalandığı için köyde hain ilan edilmişlerdir. Toplumdan dışlanmış halde bir başlarına kalmış durumdadırlar. (Bugün de Japonya’da yüz kızartıcı suçlar işleyen kimselerin aileleri de keskin şekilde dışlanmaya maruz bırakılırlar.) Oğullarına kızgın olan yaşlı anne baba, başta gelinlerini de istemezler. Ama Yukie kararlıdır, yalvararak onları ikna eder ve ev hizmetlerini görüp kaynanasıyla çeltik tarlalarında çalışmaya başlar.
İlk başta kimselere görünmemek ve köylülerin hakaretlerine maruz kalmamak için geceleri çalışırlar. Ama Yukie’ye göre kocası asla utanılacak bir şey yapmamıştır. Ruykiçi ajan değil yaklaşan büyük savaşı önlemek üzere faaliyetlerde bulunmuş bir vatanseverdir. Yukie kaynanasını dinlemeyip gündüzleri çalışmaya başlar. Köylülerin aşağılayan bakışlarına, acımasız sözlerine, hakaretlerine göğüs gerer. Sonradan onun dik duruşundan etkilenen kaynanası da gündüzleri onunla çalışmaya başlar.
Yukie canını dişine takarak, hiç deneyimi olmayan bu işlerde çalışarak kendini yıpratır, hastalanır. Ne de olsa bir burjuva çocuğuyken bir anda tarla işçisi olmuştur. Ama köylülerin hınçları tükenmiş değildir. Aylarca kaynanasıyla çalışıp ektikleri çeltikleri bir gecede mahvederler. Yukie bu yıkıma da soğukkanlılıkla yaklaşır, yeniden en baştan çalışmaya başlayarak kayınbabası ve kaynanasını da şaşırtır ve sevgi ve saygılarını kazanır. Savaş bitip de kocasının itibarı geri verilince, ona ajan diyen, aşağılayan köylülerin bir anda Yukie’ye saygıyla yaklaştığı ve onları yeniden toplumlarına kabul ettikleri görülür. Yukie toplumun ikiyüzlülüğünü görmezden gelerek davetlerine katılır hatta köyde kültürel bir komitenin liderliğini bile üstlenir.
Bu film Japon sinemacılar için de keskin bir dönüşümün simgesidir. Bir gün önce Japon ruhu gereği canlarını vermeye hazır kitleler, ertesi gün görünmez hale geldiler ve keskin bir değişimle toplum, kurumlar yoluyla demokrasi yanlısı özgürlükçü bir kimliğe büründü. Japon sinemacıları da Amerikan güçlerinin oluşturduğu sansür ve denetim kurulunun istekleri doğrultusunda filmler yapmaya başladılar. Sivil Danışma ve Eğitim Bölümü adı altındaki propaganda kurumunun başkanı David Conde, Kurosawa’yı bu filmi yapması ve işgal güçlerinin propagandasının bir aracı haline getirmesi için teşvik etti.[19]
Savaş sırasında Japonya için propaganda filmlerinde oynamış olan Hara da bu filmde tam tersi bir karaktere bürünerek bu kez sol politikanın yanında yer alan, çalışkan ve dik duruşlu kadın portresi çizerek kitleler için yeni bir sembol oluşturuyordu. Hara sonraları bu konuyla ilgili şöyle demiştir: “O dönemde kısa sürelerdeki hızlı değişimlerle, düşüncelerimizin kaynağını oluşturan satırlar tamamen farklı hale geldi. Savaş sırasında belli tarzda konuşmaya alışkın olan bizler için bu değişimler pek de yumuşak olmuyordu ve başlangıçta kendimizi tamamen kaybolmuş hissettik.”[20]
Filmin özgün senaryosunda, sonda Yukie köyü terk ediyor ve köylüleri utançlarıyla baş başa bırakıyordu. Bu son, sendikanın komünist çoğunluklu üyelerden oluşturduğu yeni komite tarafından değiştirildi. Film son haliyle aslında aileye bağlı ve köle gibi çalışan kız çocuk/gelin imajıyla eski düzene tamamen benzemekteydi ve militarizm karşıtlığı aklanırken kadınlar yine çile çekmeye devam ediyordu. Kurosawa bu dayatmaya çok bozulmuştu. Filmin son yarım saatini sanki onlardan hıncını alıyormuşçasına çektiğini söyler. Ama Amerikan Sansürünün üyeleri filmi çok beğenince öfkesi yatıştı.[21] Setsuko Hara ise filmin Amerikalıların talebi üzerine yapılmış olduğunu öğrenince duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.[22]
Setsuko Hara, şımarık bir genç kızdan azimli ve çalışkan bir köylü kadınına dönüşümünü harika bir oyunla vermeyi başarır. İlk sahnelerdeki kızla sondaki kadın apayrı kişilerdir. O günlerde Japon eleştirmenlerden bazıları Hara’nın karakterini çılgın, anormal ve histerik diye niteleseler de oyunculuk gücünün hakkını da verdiler.[23] Bu film onun oyunculuğuyla ilk kez sektördekileri ve eleştirmenleri şaşırttığı yapımdı.
Devam edecek…
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
[1] Setsuko Hara’nın paparazzilerle imtihanına dair çeşitli hikâyeler var ama bunların çoğu uydurma gözükmektedir.
[2] Çoğu kaynakta film sayısı 108 olarak gösteriliyor. Japonya’da o yıllarda bazı filmler 2,5-3 saat uzunluğunda yapılıyor ve iki parçaya ayrılan filmler birer hafta arayla, adlarının sonuna I-II sayıları eklenerek gösterime giriyordu. Filmografilerde bu ayrımlar, öyle olmadığı halde yapımların devam filmleriymiş gibi yansıtılır ve toplam film sayısı olduğundan fazla gösterilir.
[3] Satsuo Yamamoto, “My Life as a Filmmaker”, University of Michigan Press, 2017, sf.105
[4] Janine Hansen, “The New Earth (1936-37) A German-Japanese Misallience in Film”, Mark Howard Nornes, Aaron Gerow (ed.), Eigagaku No Susume, içinde, Trafford, 2001, sf.188
[5] New Earth filmi ilk başta biri Japon biri Alman iki yönetmenin ortak çalışmasıyla çekilecekti ama yönetmenler anlaşamayınca kendi versiyonlarını ayrı ayrı çektiler. Öğleden önce Fanck, öğleden sonra Itami aynı ekiple aynı sahneleri yeniden çekti. Mansaku Itami’nin çektiği versiyonu göremedim ama çok büyük farklar olmadığı söyleniyor. Her iki versiyon da birer hafta arayla gösterildi ama Itami’nin filmi pek beğenilmeyince bir hafta sonra gösterimden kaldırıldı.
[6] Janine Hansen, age, sf.184
[7] Su Çen 徐辰, “Setsuko Hara” 原節子, Reading Cui Xin Star讀庫丨新星出版社, 2018 aktaran <https://www.xuehua.us/2018/11/29/永远的女儿原节子的一生/zh-tw/ (29.11.2018)
[8] Jennifer Coates, “Making Icons: Repetition and the Female Image in Japanese Cinema 1945–1964, Hong Kong University Press, 2016, sf.59
[9] Michael Baskett, “The Attractive Empire: Transnational Film Culture in Imperial Japan”, University of Hawaii Press, 2008, sf.128
[10] Mats Karlsson, “Setsuko Hara: Japan’s Eternal Virgin and Reluctant Star of the Silver Screen”, Andrea Bandhauer, Michelle Royer (ed.), Stars in World Cinema: Screen Icons and Star Systems Across Cultures, içinde, I.B. Tauris, 2015, sf.54
[11] Peter B. High, “The Imperial Screen: Japanese Film Culture in the Fifteen Years’ War, 1931-1945”, Univ of Wisconsin Press, 2003, sf.70-82
[12] Murderous Ink, “Rare Snapshots of Setsuko Hara”, <http://www.enic-cine.net/rare-snapshots-of-setsuko-hara/ (11.10.2013)
[13] Peter B. High, age, sf.382
[14] Peter B. High, age, sf.441
[15] Amerikan işgali sırasında uygulanan sansürlerin kapsamlı anlatımı için bkz. Kyoko Hirano, “Mr. Smith Goes to Tokyo: Japanese Cinema Under the American Occupation, 1945-1952”, Smithsonian Institution Press, 1992
[16] Tokyo Reporter Staff, “Tokyo: Unexploded ordnance found at Ariake construction site”, <https://www.tokyoreporter.com/japan/tokyo-unexploded-ordnance-found-at-ariake-construction-site/ (06.04 2019)
[17] Tadao Sato, “Currents in Japanese Cinema: Essays”, Kodansha Int., 1982, sf.197
[18] Shigeo Higuchi樋口茂雄, “Signature of Stockholm Appeal for Actress & Setsuko Hara” 忘れられない女優・原節子のストックホルム・アピール署名, <http://rentai21.com/?p=2904> (26.11.2015)
[19] Christopher Gerteis, “Gender Struggles: Wage-earning Women and Male-dominated Unions in Postwar Japan”, Harvard University Press, 2009, sf.40
[20] Tokyo gazetesi, 27 Mart 1959
[21] Akira Kurosawa, “Something Like An Autobiography”, Vintage, 1983, sf.166-167
[22] Christopher Gerteis, age, sf.41
[23] Kenji Hasegawa, “Student Radicalism and the Formation of Postwar Japan”, Springer, 2018, sf.36
[/box]
[box type=”note” align=”” class=”” width=””]
Diğer Bölümler
[/box]