Fantastik sinema söz konusu olduğunda, Türk sinemasının nicelik ve nitelik açısından yetkin örneklerle dolu olduğunu söylemek zor ve hatta saçma olacaktır. *”Drakula İstanbul’da” ile oldukça iyi ve havalı bir başlangıç yapılmış olmasına rağmen, sırtını büyük ölçüde teknik kabiliyet ve öyküye dayamış bu türün devamlılığı “ucuzculuk” hastalığımızdan mütevellit pek mümkün olmamıştır. Sonrasında filme alınan tüm öyküler, Hammervari çalıntı senaryoların başarısız devşirme denemelerinden ibarettir ki, zaten herhangi bir yazıda kolaylıkla sayılıp geçilebilecek kadar az sayıda film vardır.
Ortada Fantastik adına pek birşey olmayınca, doğal olarak bu türün parodisinin yapılması zorlama bir çaba ile olmuştur. Her ne kadar “Süt Kardeşler – Gulyabani“ filminde, Ertem Eğilmez korku ögelerini gayet başarılı bir şekilde kullanmış olsa da filmin ana iskeleti korku teması üzerine kurulmadığından bunun çok da bilinçli bir tercih olmadığı aşikardır. Eğer bir kaç yıl önce çekilen “Repossessed” klonu “Kutsal Damacana“‘yı saymazsak Türk korku komedisini tek başına temsil eden film, az sonra bahsedeceğimiz “Sevimli Frankenştayn”‘dır.
Yönetmen Nejat Saydam “Sevimli Frankenştayn” filmini 1975 yılında seks komedilerinin ortalıkta cirit attığı bir dönemde çekmiştir. Bir önceki filmi “Yazık Oldu yarınlara” ya da bir sonraki filmi “Köçek”‘ten anlaşılacağı üzere türe özel bir ilgisi yoktur. Amaç bellidir; Mel Brooks’a epey popülerlik kazandırmış, Gene Wilder’lı Frankenstein parodisi “Young Frankenstein”‘in bir benzerini çekmek ve hap yaparak para kazanmak…
Filmin konusu kısaca şöyle gelişir: Timur Frank nişanlısı ile birlikte Ruh Sevenler Derneği adlı bir spiritizma gurubunun toplantısına katılır.Toplantıdakilerin ısrarla ruhların varlığını kabul etmesine rağmen Timur onlara karşı çıkıp aklı ve pozitivizmi savunur.Ruh çağırma seansı sırasındada onları korkutur.Bu esnada gelen esrarrengiz bir adam Timurun dedesinin vasiyetini Timura verip ortadan yok olur.Timur bunun üzerine dedesinin kalesine gidip onun hayatının projesi olan ölümü yenme deneyini uygulamaya koyar.Bunun başarır ama bu kezde köylüler onu engellemeye çalışır.
Film ilk yarısı itibariyle umut vaadeden eğlenceli bir yapımdır esasında ama konu ilerledikçe hoyratça eklenen yerli unsurlar, filmin atmosferini epey zedelemekte ve filmi konulu bir yapımdan ziyade bir saçmalıklar karnavalına çevirmekte… Öyle ki filmde sünnet düğününü basan karateciler bile görmek olası! (Hakkı koşar ve ekibi ne çok sevdirmiş kendini!) Yine filmin ilk yarısında, atmosfer sağlamakla ilgili belli bir başarıdan bahsedilebilir ama bir süre sonra belki de yapımcı baskısıyla eklenen erotik soslar (dolgun etli bikinili bir kadının orada burada boy göstermesinden ibaret) konunun bambaşka noktalara gitmesine sebep vermekte… Filmin en büyük başarısı belki de Bülent Kayabaş’ın erotik komedilerle ilgili potansiyelini açığa çıkarması olabilir ki bu da bilindiği üzere pek lanetli bir kariyerdi.
IMDB üzerinde bulunan iki adet yorumdan birinde, filmin özel efektleri için, “Doktor Who’dan bile daha kötü!” denmiş ki çocukluğumuzun bu efekt fakiri BBC dizisini düşündüğümüzde bunun esaslı bir tesbit olduğunu belirtmekte fayda var.
Filmin bunca yıldan sonra ilginçleşen noktası ise Timur Frank’ın bilim adamı kimliğinde resmedilen, “İnanca karşı bilim” sloganı oldu. Hasan Karacadağ’ın “Semum” ile tam 33 yıl sonra bunun intikamını almaya çalışıyor olması, toplumun nereye gittiğini ve “akıl”ın yenilmiş olduğunu görmek açısından ağzımda zehirli ve buruk bir tat bıraktı! (Bu filmden de böyle bir alt okuma çıkardım ya, artık bir şey diyemiyorum kendime!)
Yine de “Sevimli Frankenştayn”, Türk sinemacı takımının müsamere düzeyinde bile olsa, kaçakcılık ve ucuz aşk öyküleri ile çakma tarihi kahramanların maceralarından oluşan Bermuda Şeytan üçgeninin dışına çıkmaya çalışan bir denemesi olarak belli bir saygıyı hakediyor. Şimdi gülüp geçeceğimiz bu çok az sayıdaki örneklerde olmasa açıkcası epey tatsız bir 70’ler sinemasından bahsediyor olacaktık. Tabi zamanla mayalanarak değişen bu filmlerle ilgili malzemeyi işlemekte yine epey basiretsiz davranmaktayız. Ben bu filmi, Sinematürk kanalında yayınlanmış epey eski ve çizik içinde bir kopyasını, arkadaşımız ve yazarımız Tolga Demirtaş sayesinde edinip tekrar izleyebildim. **Onar Films el atıp da, bizim olanı bizden daha fazla sahiplenene (hakkını vererek, aşkla ve sadakatle) kadar da daha iyisini görebileceğimi sanmıyorum. -Otur Türk DVD sektörü – Sıfır!
[box type=”shadow” align=”aligncenter” class=”” width=””]*Genel kabul gören ve sinema yazarlarından çoğunun dahi ilk Türk korkusu olarak bildikleri film 1953 yapımı “Drakula İstanbul’da“dır ama bu bilgi yanlıştır. İlk Türk korku filmi günümüze hiçbir kopyası ulaşmamış olan, Aydın Arakon’un yönettiği 1949 yılı yapımı “Çığlık” adlı filmdir. Esrarengiz ve boş bir konakta geçen daha çok atmosfere dayanan bir filmdir bu…
** Yazının ilk yayınlandığı 29 Mayıs 2009 tarihinde Onar Films sahibi Vassilis Barounis hayattaydı ve Türk fantastiklerinin harika DVD edisyonlarını çıkarmaya devam ediyordu. Toprağı bol olsun…[/box]
Murat Tolga, çok güzel ve bilgilendirici bir yazı yazmışsın yine!
Alt okumalarına da sonuna kadar katılmamak elde değil.
6 yaşındayken bir sene gittiğim karate okulundaki hocam Hakkı Koşar’ın sünnet düğününü bastığı sahneyi izlemek için bulup izlicem bu filmi hemen.
Yazınızı soluksuz okudum desem yeridir. Çok güzel tespitleriniz var. Nedendir bilinmez ama o yıllarda çekilen bir çok film halen vhs; dvd’ye aktarılsa çok güzel olurdu. Birşeye istenen değer verilmedikten sonra koruması nasıl olur oda şüpheli…
Sayın Şen, yazılarınızı büyük keyifle okuyorum. Bu yazıda yıllardır aklımda olan bir şeyi dile getirmişssiniz: “…“Süt Kardeşler – Gulyabani“ filminde, Ertem Eğilmez korku ögelerini gayet başarılı bir şekilde kullanmış olsa da filmin ana iskeleti korku teması üzerine kurulmadığından bunun çok da bilinçli bir tercih olmadığı aşikardır…” Cidden, -bilinçli olup olmadığına bakmadan- aslında korku türünde bi şeyler yapabileceğimizin güçlü bir işareti sayılabilir, Süt Kardeşler.
Sevgili Xebdor… Evet çok iyi bir Türk korku filmi seyretmek mümkün ama bunun hevesli genç yönetmenler ya da Hasan Karacadağ gibi yeteneksizler tarafından başarılacağını düşünmüyorum. Hatta zararları faydalarından çok oluyor. Korku sinemasında dinsel referanslara da karşı çıkmıyorum, hatta çevrilmiş en iyi ve orijinal “cin” filminin bizden çıkacağı konusunda umudum var.
Süt kardeşler konusuna şurada da değinmişim: https://www.otekisinema.com/2007/09/30/okul-ilk-turk-korku-komedisi/
Kal sağlıcakla…