Sex, Drugs and Rock’n Roll: Belgica (2016)

6 Eylül 2016

26935322452_f1b15e3db9_zBazı filmler vardır, olayların geçtiği ettiği mekânlar da en az oyuncular kadar başroldür. Fatih Akın’ın Soul Kitchen’ı (2009) ya da Ahmet Boyacıoğlu’nun Siyah Beyaz (2010) filmi gibi. İşte mekânın başrol olduğu filmlerden bir yenisi ile karşı karşıyayız. Belçikalı yönetmen Felix Van Groeningen’in son filmi; bir bar ekseni etrafında gelişen olaylara odaklanırken, Belgica isimli barı da kanlı canlı bir başrol hüviyetine büründürüyor. İddia ediyorum bu filmi izlerken kendinizi en sevdiğiniz barda, en yakın arkadaşlarınızla, çılgın gibi eğlenirken bulacaksınız!

Jo (Stef Aerts) Belgica adında, kendi halinde küçük bir cafe-bar işletirken; abisinin bir gün taşradan çıkıp gelmesi, başta ikisinin hayatını sonrasında ise Belgica’nın kaderini tümden değiştirecektir. Jo’nun abisi Frank’in (Tom Vermeir) bu küçük bara yatırım yapmak istemesi, hem Belgica için hem de bu iki kardeş için yükseliş döneminin habercisidir. Tuvaletleri akıtan, DJ numaraları ile müşteri toplamaya çalışan bu küçük bar, artık büyük konserlerin verileceği, hıncahınç dolu olan bir mekâna doğru evirilecektir. Ancak Belgica’nın bu değişimine paralel olarak iki kardeşin de hayatlarının değişmesi bir yandan işletmeciliğin zorluğunu ve gece hayatının karanlık tarafını da beraberinde getirecektir.

Aslında film, Osmanlı Devleti’nin tarih sayfalarında geçirdiği evrelerin bir benzerini geçiriyor. Kuruluş, yükseliş, duraklama ve tabii ki gerileme. Frank’in taşradan gelmesiyle kuruluş dönemine adım atan Belgica, en başta iki girişimci kardeşin hayallerine izleyenleri ortak ediyor. Jo’nun ve Frank’in Belgica’yı en baştan tasarlarken takındıkları tavrın oldukça samimi ve içten olması şüphesiz herkesin bu iki kardeşe karşı sempati beslemesine de olanak sağlıyor.

26423905634_017fec8fff_z

Belgica’nın şehrin gece hayatında söz sahibi olmaya başlamasıyla birlikte film de yükseliş dönemine geçiyor. Ki filmi konuşulur kılan en önemli bölümün burası olduğunu da dile getirmekte yarar var. Dilerseniz biranın su gibi aktığı, eğlencenin hakkıyla yaşandığı bu bölüme sex, drugs and rock’n roll diyelim. Yönetmen Felix Van Groeningen, filmin bu bölümünde kamerasını yavaşlatmadan insanları büyük bir eğlencenin ortasına bırakıyor. Bunu yaparken bayağı esprilerle değil, duranlığa asla izin vermeyen havasıyla herkesi oradan oraya sürüklemeyi başarıyor. Bu hızın; ele avuca sığmaz Belgica’nın eğlenceli atmosferini izleyenlerine aktarma konusunda oldukça işlevsel olduğunu belirtmeliyiz. Hatta bir adım daha öteye götürerek izleyenleri Belgica’nın içine kadar çektiğini bile söyleyebiliriz. Sonuçta gece hayatının hiç durmadığı, orgazmın, alkolün ve uyuşturucunun her daim ortalarda olduğu bir mekândan bahsediyoruz.

Böylesine son sürat yaşanılan bir barda, tabii ki cereyan eden olayların rutine girmesi beklenen bir süreç olarak karşımıza geliyor. Bu bölüme de duraklama bölümü diyoruz. Karakterlerin artık iyiden iyiye hızlı hayattan yorulmaya başladıkları, kendi özel hayatlarındaki dertlere paralel olarak barın problemlerinin de su yüzüne çıkmaya başladığı bölüm. Jo ve Frank bu evrede bazı sorunları keşfediyor ancak isim koyamıyorlar. Bu da aslında onların gerileme dönemine daha sancılı bir şekilde girmelerine neden oluyor.

Bu iki kardeşin adını koyamadıkları dertler aslında en başta hedonizme saplanıp kalmalarından dolayı, somut dünyayı kaçırmaları. İstemeden de olsa çevrelerindeki insanlara acı çektirmeleri de bu işin sonuç kısmı. Bu durumun bir diğer yansımasını ise Belgica yaşıyor. İki kardeş sex, drugs and rock’n roll evresine o kadar çok uyum sağlıyorlar ki aslında yapmaları gereken bar işletmeciliğini bir anda unutuveriyorlar. Bu da onları yanlış kararlar almaya itiyor. Film bu evrede barın ve iki kardeşin gerileme dönemini paralel bir çizgide götürerek, adeta izleyenlerine bir dağın başından paraşütsüz atlama tecrübesini yaşatıyor.

27029365775_00bc5f1fd8_z

Filmin ilk yarısında kameranın bir an olsun yerinde durmayan, oradan oraya koşan enerjisi ikinci bir saatlik bölümde bariz bir şekilde kimlik değiştiriyor. Felix Van Groeningen’in sinemasından aşina olduğumuz eğlence ile dramın iç içe geçme durumu aslında burada biraz daha farklı bir şekilde cereyan ediyor. 2009 yapımı De helaasheid der dingen (Çölde Kutup Ayısı) filminde, dramatik bir hikâyeyi kendine has bir eğlence ile harmanlayan yönetmenden, Belgica’da beklenen de aslında ona çıkış yaptıran bu filme benzer bir anlatıyla gelmesiydi. Nitekim Belgica’nın ilk bir saatlik bölümü de bu şekilde bir anlatının karşımıza geleceğinin sinyallerini veriyor. Ancak Groeningen çok keskin bir dönüşle, karakterlerin gündelik hayat dertlerini hikâyenin içine iyiden iyiye dâhil ediyor ve filmin gidişatını bambaşka bir yöne doğru çekiyor. Nitekim oldukça eğlenceli başlayan bu yükseliş hikâyesi bir anda bir çöküş hikâyesine geçiş yapıyor.  Bu her ne kadar yönetmenin takındığı bir tavır da olsa, bu kadar hızlı başlayan filmin bir anda böylesine keskin bir dönüş yapması izleyenleri filmden koparan bir detay olarak karşımıza çıkıyor. Bu keskin dönüşten sonra duyguyu verme konusunda uğradığı sekte de gözle görülür bir şekilde ortaya çıkınca, filmin bütünü oldukça zedelenmiş oluyor.

Her şeye rağmen, Belgica’yı bir mekân filmi olarak nitelendirdiğimiz zaman olumlu olarak dile getirebileceğimiz birçok konu mevcut. Örneğin filmin soundtrack listesi, eşine az rastlanan türden. Başından sonuna kadar kullanılan her müzik aslında hikâyenin gidişatına hizmet eder nitelikte. Belgica’nın kuruluş evresindeyken kullanılan müzikler ne kadar harekete geçiriciyse, gerileme döneminde kullanılan psychedelic müzikler de o kadar duraklatıcı. Nitekim filmin sex, drugs and rock’n roll bölümünde, kamera hareketleri kadar izleyenleri filme odaklayan nokta müzikler. Bu noktada filmin müzik seçiminin takdire şayan olduğunu bir kez daha dile getirmemiz gerekir. Film ile ilgili değinilmesi gereken bir başka olumlu nokta ise renkleri. Özellikle Belgica içinde kullanılan sıcak renkler bar ambiyansını hissettirme konusunda oldukça etkili. Nitekim filmin ikinci yarısında geçilen soğuk atmosfer de yine aynı şekilde yönetmenin yaratmak istediği kasveti destekliyor.

26423889644_1111fac9b8_z

Evet, Belgica anlık bir yükselişin arkasından gelen büyük bir çöküşün filmi. Hikâye aslında insanoğluna çok da uzak değil. Kendimizi zaaflarımıza kaptırdığımızda, sorumluluklarımızı unuttuğumuzda başımıza gelebileceklerin birer örneği adeta. Ancak hikayenin bu klasik anlatıyı yaparken takındığı tavır, Belgica’yı özel bir film haline getiriyor. Her ne kadar ikinci yarısında temposunu oldukça kaybetse de ilk yarısındaki neşesi, bar sahnelerinin çekimindeki özen, film bittikten sonra izleyen herkesin aklına gelecek ilk unsurlar. Felix Van Groningen’in yönetmenlik koltuğunda oturduğu film, yönetmenin kendi yaratmak istediği özgün üsluba göre şekillenen bir iş. Tüm artılarını, eksilerini bir kenara koyduğumuzda ise Belgica; en başta dikkati çeken çekim kalitesiyle, bu yılın görülmesi gereken filmleri arasında başı çekiyor.

Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Quest For Fire (1981)

Türünün tek örneği denebilecek Quest For Fire için en iyi
blank

Ölümsüz Klasik: Casablanca (1942)

Sinema tarihinde zamanlaması açısından öngörülü veya talihli kabul edilebilecek bazı