İfşa-yi Sırr Ekibi Dehşetin Dişleriyle Karşı Karşıya!
Seyfettin Efendi ve esrardaşları geri döndü! Üstelik bu sefer daha dişli bir rakip ve daha karanlık bir öykünün kahramanları olarak! Gece vakti kopan ızdıraplı feryatların, Sultan Mehmet Reşat döneminde, İstanbul sokaklarına salınan dehşetin, şehrin tepesinde gezinen kadim uğursuzluğun kaynağı nedir? Dahası, “Hayırsız Ada”nın esrar perdesi aydınlanacak mıdır? Hepsi ve daha fazlası, İfşa-yi Sırr Teşkilatının muhterem muvazzaflarının bu son macerasında aydınlığa kavuşacak!
Devrim Kunter’in yarattığı Seyfettin Efendi, geçtiğimiz haftalarda üçüncü cildine kavuştu! Bu sefer İfşa-yi Sırr ekibinin gizemli maceralarının yaratıcısı olan Kunter’e, Cihan Türe eşlik ediyor. Temeli kadim bir İstanbul efsanesine dayanan Hayırsız Ada macerası; yedi tepesinde adeta yetmiş yedi ayrı lanet barındıran kadim şehrin, dar sokaklarına ve dehlizlerine kadar büyük bir sinsilikle sızan lezzetli bir öyküye ev sahipliği yapıyor!
Kunter ve Türe, boz renklere bürünen bu öyküyü vücuda getirirken, II. Meşrutiyet’in hemen ertesinde, Sultan Mehmet Reşat’ın sembolik olarak tahta kurulduğu 1910 senesinde; İstanbul sokaklarında patlak veren kuduz salgınından ilham almışlar. Rivayete göre; salgından kurtulmak için hükümetin aldığı önlem ise, on binlerce köpeği telef olmaları için sürgüne göndererek, topladıkları hayvanları harap ve bitap bir biçimde, Fenerbahçe burnundan yaklaşık 3 fersah açıktaki kıraç bir kaya parçası olan ürkütücü Sivriada’ya terk etmek olmuş.
Yine rivayete göre, kuduz sebebiyle birbirini parçalayan hayvanların haykırışları ve havlamaları, dalgalarla birlikte şehre her vurduğunda, bir parça laneti de İstanbul kıyılarına bırakmış. Takip eden yıllarda gerçekleşen İstanbul Depremi’nden, şehrin düşman güçleri tarafından yavaş yavaş işgal edilmesine kadar pek çok musibetin kaynağının da bu telef harekatı ve harekata yön veren “tepedekiler” olduğu düşünülüyor.
Sivriada’daki bu katliamdan tam 5 sene sonra da, artık “Hayırsız Ada” ismini alan bu kıraç kaya parçasından feryatlar yükselmeye devam ediyor. Her ne kadar şehir sakinleri bu feryatları işitmese de, İstanbul’a taşınan dehşet, bu çığlıklara sarmalanarak şehirde kol gezmeye başlıyor… Hayırsız Ada alabildiğine karanlığa gömülürken, dehşetin dişleri de bu adada sivrilmeye başlıyor!
Devrim Kunter ve Cihan Türe ikilisi, coğrafyamızın zengin korku-gerilim unsurlarını bu öykü ile birlikte yeniden silkeliyorlar. Seyfettin Efendi başta olmak üzere, her yeni öyküyle birlikte kendilerine daha fazla ısınmaya başladığımız Doktor Aziz, Casus Esat, Mühendis Münevver ve Pehlivan İsmail’i, insan kanına susamış vahşi bir dehşetle karşı karşıya getiriyorlar. Yeditepe Canavarı kâbusundan yeni uyanan İfşa-yi Sırr ekibi, henüz terleri kurumadan bambaşka bir macerayla kucaklaşıyorlar böylece!
Devrim Kunter’in kendine has çizimleri ve artık iyiden iyiye solunabilir hale gelen dönemin İstanbul tasvirine, bu macerayla birlikte biraz daha ısınıyoruz. Her daim sisli ve puslu olan şehir sokaklarındaki atmosfer, okuyucuyu ensesinden yakalamakta hiç de zorlanmıyor. Öyle sanıyorum ki birkaç öykü sonrasında, hem karakterleri, hem maceraları hem de dokusuyla her şeyine aşina olacağımız bir Seyfettin Efendi serisi çıkmış olacak karşımıza!
Tabi her yeni sayı ile birlikte, Seyfettin Efendi’yi büyük bir şevkle “benzettiğimiz” emsaller de artmaya başlıyor. Polisiye unsurları sebebiyle ister istemez yerli Sherlock Holmes benzetmesini yapmaktan sıkılmadığımız Seyfettin Efendi, çıktığı canavar avları ve karanlık atmosferiyle de Stephen Sommers’ın bizzat yarattığı Van Helsing konseptini de andırıyor. Dylan Dog örneğini bir kere daha vermeme gerek yok sanırım…
Seyfettin Efendi söz konusu olduğunda İfşa-yi Sırr ekibinin geri kalanını da es geçmek olmaz tabi. Bu öyküde Hulk’tan bozma cengaverimiz İsmail ile birlikte, ağırlık Doktor Aziz’e kaymış biraz. Bu sayede yan karakterleri biraz daha tanıma şansı verilmiş okuyucuya. Bu dengeli paslaşma ileride de bu şekilde devam ederse, okuyucuyu her karaktere yaklaştırmayı başaran bir öykü evreninin kucağına düşmemiz işten bile değil.
Sözün özü odur ki; Seyfettin Efendi’nin Olağanüstü Maceraları dur durak bilmeden devam ediyor. Ülkemizde istikrarlı bir şekilde raflara çıkan yerli öykü ciltlerinin azlığı bir tarafa, pek çok açıdan türün ilki olan Anadolu Korku Öyküleri ile birlikte, bu coğrafyanın kendine has dokusundan beklenen korku – gerilim öykülerine, aradan geçen bunca zamana ve yapılan atılımlara rağmen, yazılı mecrada çok sık rastlayamıyoruz. Seyfettin Efendi, bu boşluğu dolduran önemli unsurlardan biri! Sırada bizi ne gibi bir kabusun beklediğiyse şimdilik meçhul!