Kısa bir süre ara verdiğimiz kısa film röportajlarına Şeyhmus Altun ile devam ediyoruz. Şeyhmus Altun, Göremediğimiz Tüm Işıklar filmi ile bu sene karşıma çıkan bir yönetmen oldu. Filmiyle İstanbul Film Festivali çevrimiçi festivalinde kısa film kategorisinde yarışıyor, o vesileyle kendisini tanıyalım, neler yapıyor konuşalım istedim…
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Şeyhmus… Öncelikle seni biraz tanıyalım…
Merhabalar, ben 1988 Diyarbakır doğumluyum. 96 yılında malum göç dalgasıyla İstanbul’a geldik. Bilgi Üniversitesi’nde Sinema-TV lisansı yaptım. 2011’de bitirdim ve o günden beridir bilfiil reklam sektöründe çalışıyorum. Son 5-6 senedir de reklam yönetmenliği yapıyorum. Bu süreç zarfında sinemayla hep yakın oldum izleyici olarak ama son birkaç senedir bir şeyler üretme isteği düştü içime. Yine Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladım ve o günden beri irili ufaklı kısa filmler üretiyorum.
Daha önce ufak tefek denemeler yapmışsın ama asıl filmin Göremediğimiz Tüm Işıklar sanırım. Kısa filme konu ettiğin hikâyeleri nasıl seçiyorsun öncelikle?
Hikâye oluşturma kısmı benim için kafamda oluşan bir imajla başlıyor. Tek bir imajın etrafına kuruyorum sonra bütün hikâyeyi. Göremediğimiz Tüm Işıklar filmini yazarken de ilk imaj sırtında tüfeği ile bir çocuğu ıssız bir yerde sürükleyen bir adamın imajıydı. Filmin karakterleri gördüğümüz ilk karesi aslında. Sinemada görsel gerilime özel bir ilgi duyuyorum. Sözlü değil gördüğünüz imajların tetikleyici olması hep peşinde olduğum bir anlatı. Sonraki hikâye de dediğim gibi bu imajın etrafına kuruluyor.
Göremediğimiz Tüm Işıklar karşıma çıkan ve ilgimi çeken bir film oldu. Orada şiddetin beslenme noktası ve rol model alınma durumu var. Bir esinlenme durumu oldu. Sanırım Anthony Doerr’in aynı isimli bir romanı var ama esinlenme durumu oldu mu bilemedim?
Filmin Anthony Doerr’in kitabıyla hikâye olarak bir ilintisi yok, sadece bende filmin hep çağrıştırdığı göremediğimiz şeylerin olduğuydu. Filmde sonlarına doğru gördüğümüz sabahın ilk ışıkları sahnesi filmin çözümlenme noktasına denk geliyor. Her şey aslında sabahın ilk ışıklarında başlıyor. Bütün bu imgeler bir araya gelince aklıma bu isimden başka bir isim gelmedi. Kitapta fiziksel olarak kör bir kızın hikâyesi varken filmin içindeki körlük biraz daha metaforik bir körlük. Babanın film boyunca yaşadığı mecazi körlük de biraz bunu destekliyor. Görmezden geliyor bugüne kadar yaptıklarını ve hiç beklemediği sonuçlar doğuyor.
Hayatımıza yön veren şeyler kısmına vurgu yapan bir film biraz da Göremediğimiz Tüm Işıklar… Bize göstermek istediğin şey neydi bu filmde?
Hikâyenin iki ekseni var. Birincisi babalar ve oğulları üzerine. Babalar oğullarının kendine benzemesini isterler ve ona göre şekillendirirler karakterini çocuklarının. İkincisi de şiddetin nasıl oluştuğu üzerine. Şiddet en nihayetinde öğrenilen bir davranış. Şiddet gören veya tanık olan çocuk şiddet göstermeyi, karşılarına çıkan sorunları şiddet ile çözmeyi öğrenir. Şu an yaşadığımız iklim de aslında bunu destekliyor. Biz şiddeti öğrenerek, çözümün şiddet olduğunu düşünerek büyüyoruz. Erkeklik eşittir güçlü olmak, ezmek gibi görüyoruz ve günün sonunda da başvurduğumuz çözüm hep şiddet oluyor. Filmde geleneksel baba ve oğul ilişkisini, erkeklik kavramını ve çözümü hep şiddete başvurarak bulduğumuzu anlatmaya çalıştık
Reklamcılık yapıyorsun, arada reklam tadında kısa filmler de çekmişsin… Onların hikâyesi nedir?
Reklam çekerken hikâyeleri kompakt bir şekilde anlatmak bir refleks oldu bende. Bu yüzden ilk denemem 1 dakikalık bir filmdi. Bir dakika içinde bir sürü mekânda bir sürü sahnede hikâyeyi anlatabilir miyim üzerine bir denemeydi. Film uzaya gidip dönen ama oradan dünyanın haline bakıp perişan olan bir astronotun hikâyesini anlatıyor. Komedi türünde bir denemeydi. İkinci film 2 dakikadan biraz uzun bir film oldu. Hikâye çok önceden ayrılmış bir çiftin son telefon konuşması üzerine kurulu. Eski sevgilisinin cinsiyet geçişi ameliyatı için banka soyan bir adamla trans bir kadının hikâyesini anlatıyor. Bu film daha romantik tonda bir film. Biraz daha karanlık ve kirli bir sinematografi denemesi yaptık bu filmde.
Uzun metraj bir film hazırlığında olduğunu söyledin. Kısa metrajla uzun metrajın farklı yanları nedir? Uzun metrajlı filminizde nasıl bir öykü anlatıyorsun?
Üretim açısından çok büyük bir farkı yok bence. Ama kısa filmin daha özgür alanlarda dolaşabileceğini düşünüyorum. Sonuçta ne kadar zorlasanız da ticari bir esere dönüşmesi zor. Ama uzun metraj filmde ticari kaygıları, ekibin büyümesi, sorumluluğun artması gibi etkenlerden dolayı ister istemez daha güvenli sularda kalmaya itebilir yaratıcıyı. Benim için en önemli fark uzun metraj filmde yaratabileceğiniz karakter ve hikâye derinliğini kısa filmde zamandan ötürü çok yaratamıyor olmanız. Kısa film daha kısa zamanda, hikâyeyi kompaktlaştırmak adına daha zekâ içeren çözümlere ihtiyaç duyduğunuz bir alan. Bizim üzerinde çalıştığımız film, hep yapmak istediğimiz, politik iklimle dirsek temasında hikâyesi olan bir film. Yine coğrafyanın ve iktidarın küçük insan hikâyeleri üzerindeki dönüştürücü gücünü anlatıyor. Tür olarak da melez bir anlatı peşindeyiz. Kurmaca ve gerçekliğin iç içe geçtiği bir anlatım üzerine çalışıyoruz.
Pandemi dönemini nasıl atlatıyorsun diye bir soru sorsam? Bu dönemde evde ya da dışarda sürece dair kameraya aldığın anlar oldu mu?
Pandemi dönemi galiba genelin aksine benim için çok yoğun geçti. İlk başlarda eski çekilen ve buluntu görüntülerle reklam filmleri ürettik, daha sonra kontrollü ve küçük ekiplerle yine reklam filmi üretimi devam etti. Yani bütün pandemi süresince yoğun bir şekilde çalışmaya devam ettik. Yaratıcı kısım ise çok düşündüğüm gibi olmadı. İnsan kendiyle yalnız kalınca hayal kurmaya başlar gibi bir fikir vardı aklımda ama ya belirsizlik, ya da bütün olanların oluşturduğu yorgunlukla birlikte çok fazla üretimde bulunamadım. Herhalde pandeminin bana kattığı en önemli iki şey ekmek yapmayı ve yoğurt mayalamayı öğrenmem oldu.
Filmlerde mekânlar önemli mi? Göremediğimiz Tüm Işıklar bir ormanda geçiyor ve sanırım teaser’dan izlediğim kadarıyla uzun metrajın da öyle gibi…
Mekânın, coğrafyanın, insan hikâyesinin üzerinde çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. Görsel olarak da mekân, tansiyon yaratma, hikâyeye boyut katma, sadece görselle birçok şeyi anlatmaya çok yardımcı oluyor. Bir mekâna bakıp hikâyeye dair bir sürü şey çıkarabilirsiniz. Karakterlerinizi bir mekâna koyup hikâyelerini tamamen değiştirebilirsiniz. Bu yüzden galiba mekân ve insan ilişkisinin güçlü olduğu filmleri hep daha fazla seviyorum ve düşününce çoğu zaman mekândan yola çıkarak hikâyeye yön veriyorum yazarken diyebilirim.
Ülkemizde düzenlenen kısa film festivalleri hakkında neler düşünüyorsun, katılma durumun olmuştur sanırım… Ve ödüllendirme sistemi…
Çok fazla festival deneyimim olmadığı için bu konuda çok fazla fikir yürütemeyebilirim ama festivallerden çok film yapanların biraz ürkek olduğunu düşünüyorum. Genelde tutmuş formüllerin replikaları üretiliyor, filmciler yeni bir şey denemeyi tehlikeli görüyorlar. Kısa filmleri takip edebildiğim kadarıyla en temel sorun ödül odaklı filmlerin üretilmesi. Kendimi de dâhil edip söylüyorum daha cesur olmayınız anlatıda, hikâyelerde. İster istemez film yaparken hep aynı yerlere referans vermeye başlıyoruz ama ne zaman ki kişisel hikâyelerin, kişisel beğenilerin öne çıkmasına izin verirsek çok daha nitelikli işler çıkar ortaya diye düşünüyorum. Ama bir yandan da üretim niceliği çok fazla olamadığı için, en nihayetinde maliyetli bir iş kısa film bile yapmak, yine güvenli sularda kalmayı, atacak tek kurşunumuzu çok riske girmeden atmayı yeğliyoruz gibi geliyor. Ne zaman ki sayıca daha fazla film yapılabilir hale gelirsek yeni ve daha orijinal işler görebiliriz.
İstanbul Film Festivali çevrimiçi festivalinde kısa film kategorisinde yarışıyorsun, filmlerin çevrimiçi olmasını nasıl değerlendiriyorsun?
Ulusal filmlerin çevrimiçi gösterim haberi gelmeden önce Mayıs ve Haziran seçkilerini severek takip ettim ben de. Pandemiden dolayı festival gerçekleşir mi gerçekleşmez mi diye düşünürken festival ekibi oldukça hızlı ve yaratıcı çözümlerle geldiler. Bizim filmin çevrimiçi gösteriliyor olması güzel geliyor çünkü filmin bitişi ile pandeminin başlangıcı aynı sürelere denk geliyor nerdeyse ve hiçbir yerde gösteremedik. Kabul aldığı festivallerin hepsi ya ertelendi, ya da iptal oldu, dolayısıyla aslında ilk kez birilerine gösterme şansı yakalayacağız. Ayrıca fiziki bir gösterim de organize ettiler, Sabancı Müzesi’nde. O da direkt tepkileri almak için güzel bir deneyim olacak. Her şeyden bağımsız olarak ben iyi bir sinema izleyicisi olduğumu düşünüyorum ve umuyorum ki bir gün tekrar salonlarda sevdiğimiz yönetmenlerin yeni filmlerini izleriz, yeni yönetmenleri keşfedebiliriz.
Son olarak neler söylemek istersin?
Kısa film yapmak kolektif bir iş. Ben de Göremediğimiz Tüm Işıklar filminde yardımcı olan, destekleyen bütün ekip arkadaşlarıma bir kez daha buradan da teşekkür ediyorum.