Otelden ve korkudan giderek uzaklaşılır…
Korku sinemasının karlı dağlarda, ıssız bayırlarda geçenini yani doğa dayanaklı olanlarını pek bir seviyorum… Bir de bu yöntemin yıllardır şaşmaması da benim için ayrı bir favori durumu. Yani atla bir arabaya, tenha bir yere gel ve öldürül ya da binbir türlü işkenceden geç! Biz öğrendik, hala onlar öğrenemedi!
Serinin ilk filmi Şeytanın Oteli yani orijinal dilinde Fritt Vilt adıyla 2007’de gösterildiğinde üretken bir İskandinav Korku Sineması adına bir hayli ümitliydim. Ümitlerimin çok boşa çıktığı söylenemez ama klasik bir teen slasher filmiydi sonuçta, yeni bir şey vaat etmiyor, alt dalları için bir fidan dikmiyordu.
Hikaye klasikti. İki çift ve bekar arkadaşlarından oluşan beş kişilik bir arkadaş topluluğu keşfedilmemiş Norveç dağlarına snowboard yapmaya gidiyor. Buldukları ıssız bir bölgede hayli eğlenen grup, içlerinden birinin kaza geçirmesiyle sporu kısa kesmeye karar veriyor. Daha sonra ise terk edilmiş bir otele sığınıyorlar ve geçmişi gizemli bir seri katilin oyun malzemesi oluyorlar. İkincisi o beş kişilik gruptan sağ kalan kadının yaşadıklarıyla ilgiliydi. Bir hastaneye sığınsa da, yaşadıklarıyla ilgili kabusu devam eden Jannicke ilk filme göre daha sinikti tabi. Bu tarz filmlerin bir diğer özelliği de kadınların erkeklere daha güçlü olması. Çünkü yabanıl insandan darbeyi gayet şiddetli bir şekilde alan erkek hemencecik gücünü yitiriyor, kadın ise yabanıl tarafından sonra kullanılmak üzere bir kenara atıldığından hala yeteri gücü vardır. Filmin sonunda o gücünü tümden kullanır!
Gelelim iyice otelin dışına çıkan ama bizde Şeytanın Oteli diye nam saldığı içi başka bir isim bulunmayan üçüncü filme… Bu kez makara başa sarıyor. Yani yıllar yıllar öncesine uzanıyoruz ve seri katilin nasıl oluştuğuna kendi gözlerimizle tanık oluyoruz. Bu anlamda da klişelere sadık bir yapım. Üvey babadan şiddet, anasından çaresizlik dışında bir şey görmeyen çocuğun eline bıçağı alıp ilk cinayetleri işlediğine tanık oluyoruz. Yıllar seksenlerin sonlarına devrilirken, yere düşen walkman ve teker teker kurban edilen gençler yine aynı tarz bir korku serüvenine çıkarıyor bizleri… Bu kez korkunun kimden geldiğini bilsek de, filmin devam unsuru için minik bir şaşırtmaca yapılıyor ve önceki filmlerin bu sayede çekildiğini anlıyoruz.
Karakterlere üç filmde de fazlasıyla eğilen ve onları Amerikalı yaşıtları gibi boş tipler olarak göstermekten sakınan bir yanı olduğunu söyleyebiliriz. Ama burada otelden, kardan, soğuktan uzaklaşan reji ilk iki filmde verdiği tüm merak unsuru bilerek ve isteyerek kendi elleriyle yok ediyor. Karakterlerin farklı olması, seri olayını yok etse de korkuyu en azından belli bir seviyede tutmayı başaran bir yapım, Şeytanın Oteli 3. Ortalığı kana bulamadan ama klasik korkuların dışında da kalmadan bir seyir sunuyor…
ilk iki filmden iyi para kazanmismi bu yapimcilar peki ?
serinin ucuncusunu cektiklerine gore evet demek geliyor icimden .
yada bir senaryoyu trilogy cekmek daha karli ve avantajli galiba .bir bilen aciklar umarim !!!!
Amerikan klonlarının yanında tür meraklılarını avutacak bir çekiciliği var bu iskandinav yapımların.Bu arada You Keep Me Hangin’ On şarkısı benim bildiğim 1987 yılında listelerdeydi trailerda 1976 yılında çalmasıda ilginç! Gerçi 60 lı yıllarda da
The Supremes grubu söylemiş…
bir bakima haksilin karagoz acikcasi bende norvecten bir slasher yorumlamasi nasil olur diye seyretmistim .