Doksanlarda Tarantino ile birlikte Amerikan sinemasında ortaya çıkan eski janrların cilalanıp önümüze konulduğu filmler endüstriye bir nefes aldırmıştı. Reservoir Dogs’un (1991) başarısından sonra Scream gibi bit pazarına nur yağdıran filmler yeni nesil seyirciye sinemanın asıl tadını vermeye çalıştılar. Burada önemli olan klişeleri yeni imgelermiş gibi ortaya koymaktı. Endüstri bunu da filmleri ehil ellere emanet ederek başardı.

blankBu gelişim sadece Amerikan sineması ile sınırlı kalmadı, bugün anlatacağım film de Japon sinemasının özellikle 60’lı 70’li yıllarda popülerlik kazanan savaş sanatları/samuray filmleri olarak çevirebileceğimiz Jidaigeki (時代劇) ve chanbara (チャンバラ) filmlerine post modern bir bakış sunuyor.

SF adındaki Episode One ibaresi ile daha adından türün bir kara komedisi olduğunu da gösteriyor. Bu tür dönem filmleri ve kahramanları sayısız filme konu olduklarından SF sanki devamı gelecekmiş gibi bir his yaratmak istemiş. Genel olarak filmde Tarantino’dan alışık olduğumuz gerçeküstü sert bir mizah hakim.

Hiroyuki Nakano’nun yönettiği 1998 tarihli yapım, günümüzde büyük bir risk olarak görülen siyah beyaz çekilerek zamansızlık kavramı içine seyirciyi sokmayı başarmış. Oldukça stilize bir yapımla karşı karşıyayız.

Kan dökme sahneleri yerine, kesilen biri olduğunda sahnenin donup kızıla dönmesi, ateşin her zaman kendi renginde gösterilmesi gibi sahneler ya da filme hakim olan rock sound’u sizi konuya günümüzden bakmaya zorlayacaktır. Az sonra anlatacağım filmin ana karakterlerinden baş düşman olan Tomoyasu Hotei’nin Japonya’da bir rock star olduğunu ve filmin müziklerini de yaptığını belirtmeden geçmeyelim.

SF’ın konusu klişe bir hikaye. Günümüzden geri sararak 17. yüzyıla giden hikaye, bir Klan’a Shogun’un verdiği kılıcın samuray Kazamatsuri (Tomoyasu Hotei) tarafından çalınması ile başlıyor. Klan’ın liderinin hafif kafadan sakat oğlu Heishiro Inukai (Mitsuru Fukikoshi) ve yancıları bu samurayın peşine düşerler. Ancak daha ilk karşılaşmadan yaralanırlar. Onları oralardan geçmekte olan başka bir Ronin,  Mizoguchi (Morio Kazama) kurtarır ancak bizim geri zekalı, akıllanmaz iyileştikten sonra tekrar samurayın üstüne gitmek ister. Mizoguchi ona samuraylığın sadece öldürmek olmadığını altında yatan bir felsefesi olduğunu öğretmeye çalışır. Bu arada aslında Kazamatsuri’yi başına gelen olayların bu duruma soktuğunu tipik bir kötü adam olmadığını da görürüz.

Konu olarak pek parlak bir merkezde ilerlemese de film stil olarak durduğu farklı konumla kendini seyrettirmesini biliyor. Karakterlerin fazlaca kaba ve karikatürize çizilmiş olması da filmin asıl espri merkezi. Bu yönden film daha çok anime samuray filmlerine yakın duruyor.

blank

İlginç olan bir nokta da filmin Heishiro Inukai’nin kendi ağzından günümüzde aktarılması. Yani bir nevi film bir hayalet tarafından anlatılıyor.  Ancak hayalet kendi hayatından çok Kazamatsuri’nin anti kahramanlığı üzerinde durmuş gibi.

SF tüm güzelliklerine rağmen belli bir noktadan sonra ne yöne sapacağını şaşırıp birden kendini frenliyor. Özellikle sonlara doğru iyice raydan çıktığını söylemeliyim. Sanki bir yarım saati atılmış olsa daha derli toplu bir çalışma olacaktı.

Tarantino’nun Kill Bill’inin özellikle görsel anlamdaki esin kaynaklarından biri olan Samurai Fiction, bir Japon’un gözünden kendi sinema tarihine bakışını görmek istiyorsanız tek ve en güzel seçenek. Benim gibi kılıç severler tarafından ise farklı bir gözle seyredileceğine eminim. Kitano’nun Zatoichi’si (2003) kadar başarılı mı tartışılır, ama size farklı bir tat vereceğini söyleyebilirim.

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Sogongnyeo / Microhabitat (2017)

Microhabitat’ın trajediyle komedinin, kederle neşenin, düş kırıklığıyla yaşam sevincinin kol
blank

Kelvin Tong’dan: 7. Gün / The Offering (2016)

Kelvin Tong'a “Hollywood filmi çeken ilk Singapurlu yönetmen” unvanını getiren