2010 yılı mahsulü The Shrine, Jon Knautz tarafından yönetilmiş olan Kanada yapımı bir film.
Film ile tanışmam kardeş site Korku Sitesi’nden Yasin Karakaya’nın internete yüklediği afiş sayesinde gerçekleşti. Bazı afişler vardır, insana filmi izlettirir. Evet, benim The Shrine’ı izleme sebebim işte bu kadar sığ ama açıkçası bu tercihimden dolayı hiç pişman değilim.
Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca
Film genç bir çocuğun ortaçağ rahiplerini andıran kıyafetler giyen bir grup tarafından kurban edildiği görüntüler ile açılır. Akabinde kahramanlarımız Carmen (Cindy Sampson) ve sevgilisi Marcus (Aaron Ashmore) ile tanışırız. Carmen işini her şeyin önünde tutmayı ilke edinmiş hırslı bir gazetecidir. Fotoğrafçılık yapan sevgilisi Marcus ise daha sakin, ilişki adamı denebilecek, uzlaşmacı kişiliği ile öne çıkan biridir. Carmen kafayı Polonya’da kaybolan turistlere takmıştır. Son 50 yılda Polonya’nın Kozki bölgesinde 5 turist kaybolmuştur. Müdürü bu haberle ilgilenmez ve kendisini Omaha’da ortadan kaybolan arılar ile ilgili haber yapması için görevlendirir. Carmen, yanına gazetede staj yapan asistanı Sara ve haberi fotoğraflaması için sevgilisi Marcus’u alarak gazeteden habersiz Polonya’ya gider.
Turistlerin kaybolmadan önce en son görüldükleri kasaba olan Alvania‘ya gelirler. Alvania, kasabaya gelen yabancılara karşı soğuk ve mesafeli davranan sakinleri ile pek misafirperver bir yer gibi gözükmemektedir. Kasabanın arka tarafındaki ormanlık alanda sadece belli bir bölgeyi etkisi altına alan sisle kaplı bir bölge dikkatlerini çeker. Sis hareketsiz bir şekilde hep aynı bölgede sabit durmaktadır. O tarafa gitmek istediklerinde kasabadan bir grup Carmen ve ekibine engel olmakla kalmaz, onları kasabadan kovar. Carmen’in olayın peşini bırakmaya niyeti yoktur. Arabayla kasabanın dışına çıkarlar ve yürüyerek ormanlık alana geri dönerler. Sara ve Carmen sırayla sislerle kaplı alana girer. Geri döndüklerinde her ikisi de pek normal görünmemektedir. Kasabalılar ekibi teker teker yakalar ve filmin başında gördüğümüz ayinin yapıldığı yere kapatır. Sara, Carmen ve Marcus için yolun sonu gelmiş gibi durmaktadır.
The Shrine, Kanadalı yönetmen Knautz’un Jack Brooks: Monster Slayer’dan (2007) sonra çektiği ikinci uzun metraj. Knautz, terazinin mizah kefesine, korku kefesinden daha fazla yüklendiği korku komedinin ardından gelen The Shrine’da, sanki inadına mizahi unsurlara hiç yüz vermemiş. İyi de yapmış.
Bence The Shrine’ın en büyük eksisi dijital olarak çekilmesi. Birçok sahnede verilmek istenen etkinin yanına bile yaklaşılamasının başlıca sebebi olarak gün gibi ortada duruyor. Tabii bu teknik bir tercih ve eleştirmek ne kadar doğru olur bilemiyorum ama eminim ki benim gibi ‘eski kafalılar’ hala olabildiğince dijitalden uzak duran işleri tercih ediyordur. Bunun yanında bazı sahnelerdeki yakışık almayan, amatörce CGI kullanımı faydadan çok zarar veriyor. Misal ormanın içindeki sisli bölgeye biraz daha abansalar, etkileyicilik en az birkaç gömlek daha artacak.
Gelelim artılara. En çok takdir ettiğim yönü temposu. İlk bir saat boyunca oldukça ağır ilerlemesine karşın, son yirmi dakikaya girildiğinde sabreden izleyiciyi ödüllendirmeyi biliyor. Bu yönüyle bana teknik açıdan olmasa bile Ti West şahikası The House of the Devil’i (2009) anımsattı. (Sabırlı izleyici her zaman kazanır.) Ayrıca cinayet sahnelerindeki efektlerden fazlasıyla memnun kaldım.
Senaryosuna bakıldığında aslında ‘yeni’ olarak sunduğu hiçbir şey yok. İlk bakışta akla gelmesi çok zor olmayan, bilindik birkaç kafa filmden esinlenmelerle yazılmış gibi duruyor. Ancak finaline sakladığı başarılı sürpriz (twist) ile en azından adından bahsedilmesi gerektiğini düşünüyorum.
The Shrine’ı sadece bir cümleyle tanımlayacak olsam, sanırım seçeceğim en uygun cümle “azı karar, çoğu zarar” olurdu. The Shrine, haddini bilen bir iş. Yakın tarihli korku filmleri arasından tercih yapmakta zorlananlara gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim.
ben sevdim bu filmi. özellikle finali ben de başarılı buldum. son dönem korku sinemasında özellikle yaklaşmakta olan twist daha filmin ortalarında kendini belli etmeye başlıyor. ama shrine’nin süprizi kendini saklamayı iyi beceriyor bence.
filmi az once bitirdim,kizlar sisin icindeyken fazlaca gerdim kendimi ,muratin belittigi gibi sisi biraz daha farkli sekilde kullansalardi daha iyi olurdu,