Gözle görünen dünyanın dışında, kendi gerçekliği içinde başka bir dünyada kesişen hayat hikayeleri: Hipnoz…
Türk filmlerine destek olmak için bu aralar vizyon macerasından yeni çıkmış filmleri sizlere tanıtmaya çalışıyorum. Ancak her seyrettiğim filmde biraz daha umutsuzluğa kapılıyorum diyebilirim. Büyüden sonra patlama yapan Türk korku/gerilim sineması ne yazık ki ilerleyemiyor. Her filmin sorunu aynı; kötü oyunculuklar, sallanan kurgu, senaryodaki boşluklar. Yine de iyimserliğimi kaybetmeden her yeni filmi de izliyorum. Arada Küçük Kıyamet gibi vurucu filmler de çıkabiliyor.
Bugün blogumuza konuk olan filmimiz ise bir psikolojik gerilim olan Sıfır Dediğimde. Öncelikle iyi niyetle ve vizyon korkusu olmadan çevrildiği belli olan bir film. Gökhan Yorgancıgil’in senaryolaştırdığı ve yönetmen koltuğuna oturduğu filmde Oktay Kaynarca, Hazım Körmükçü gibi görece iyi oyuncular bulunsa da ne yazık ki diğer oyunculardan yeterli desteği görmüyorlar. Psikolojik gerilim tarzı filmler asıl olarak oyuncuların gücü ile ayakta duran bir yapıda olduğundan film daha baştan kaybediyor.
Filmin konusu İnternet sitesinde şu şekilde özetlenmiş: Genç bir kız okulundaki hocasından ödünç aldığı değerli bir kitabı kaybeder. Kitabı nerede ve nasıl kaybettiğini hatırlayamayan kız bunalıma sürüklenince en yakın arkadaşı tarafından bir psikiyatriste götürülür. Psikiyatrist, hipnozla kızın kitabı bulmasına yardım ettiği sırada hipnoz içinde beklenmedik şekilde yabancı bir adamla karşılaşır. Hipnoz içinde karşılaşılan gizemli bir adam ve dış dünyada gerçekleşen beklenmedik bir kovalamaca ile gizemli olayların kapısı aralanmaya başlamıştır. Geleneksel Türk masalları ve hipnoz dünyasına geçişlerle unutulmuş bazı gizemli kişi ve olaylar tekrar hatırlanacaktır.
Sıfır Dediğimde özellikle doğu felsefesinden beslenen bir film. Senaryo http://www.mahkum.net/ sitesinde bölüm bölüm okuyucuların katkıları ile oluşturulmuş. Böylece filmin her yönüyle ortak bir proje olması için çaba sarf edilmiş. Bu yönden film bende açık kaynak ilk Türk filmi gibi bir imaj bıraktı. Yurt dışında bile benzerini görmek zordur. Ancak iyi mi olmuş derseniz pek olumlu bir şey söyleyemeyeceğim. Senaryo çok kopuk ilerliyor, insanda bir merak uyandırsa da finalde büyük bir fiyaskoya imza atılıyor. Flashbackler yerinde kullanılamamış. Annenin hikayesini vermede yine daha başarılı ancak finalde çok amaçsız olmuş. Zaten biraz türe hakim bir izleyici sonu verilip tekrar Burgaz’a dönen hikayenin ne göstereceğini bilir.
Filmin en başarılı olduğu bölüm ise animasyonlar. Oktay Kaynarca’nın sesi ile zenginleşen masal bölümlerindeki animasyonlar gerçekten hoş olmuş. Animasyonları hazırlayan Vertigo ekibini tebrik ediyorum. Ancak hipnoz bölümlerini beğenemedim. Kızın çantasının çalındığı yere gittiği bölümlerde değişik bir renk ve blur kullanılmış ama pek hoşuma gitmedi. Oysa ki hipnoz’da karşılaştığımız Kaynarca’nın oynadığı Oğuz karakterinin kardeşi ile olan ilişkisini anlatırken sephia tonlar ve üst üste bindirilmiş kareler sanki eski bir film makinesinden seyrediliyormuş hissi veriyor ve çok yerinde bir seçim olmuş. Beni rahatsız eden bir nokta da filmde iki olay arasındaki geçişlerde sürekli gördüğümüz karanlık. Bu normalde tv filmlerinde reklam girilecek yeri belirlemek için kullanılan bir taktiktir. Bir sinema filminde kullanmak yönetmen için büyük bir yanlış. Evet başta hipnozdan çıkış sahnelerinde ondan geriye doğru sayılırken başvurulmuş ve sanki göz açmayla birlikte oluyor gibi, ancak ilerleyen bölümlerde gerekli gereksiz kullanılıyor.
Oğuz’un yalnızlığının verilmesi için seçilmiş Burgaz Ada da çok yerinde bir tercih olmuş. Prens adalarının her zaman en dışlanmış ve boş adasıdır çünkü, bilen bilir. Yazın adaların en yoğun olduğu zamanlarda bile Burgaz’da sessiz sakin kafa dinleyebilirsiniz.
Sıfır Dediğimde, zaman olarak da beni tatmin etmedi. Tam hikayeye girdiği sırada zaten final geliyor. Seyirciye tatminkar bir son vermeden bitiyor. İzlenip unutulması gereken bir film. Bazı hoşlukları için bir şans verilip izlenmeli ancak fazla da kafa yorulmamalı. Ancak her zaman eldeki kısıtlı bütçeyle iyi şeyler yapmaya çalışan yönetmenleri takdir ederim. Gökhan Yorgancıgil de bu yönden ilk filminde en azından cesareti için takdir edilmeli. Gelecekte daha iyi işler çıkarmasını umarım.
nedendir bilinmez, aklima the cell geldi…
merhaba, filmi izledim. fakat sona doğru ‘oğlumun yaşaddığına eminim’ ifadesini anlayamadım. oğuz’un oğlu değil kardeşi vardı. değil mi?