Ben bir John Woo hayranıyım. Sadece filmlerinin değil, kişiliğinin ve kişiliğini var eden o meşhur sinema tutkusunun da hayranıyım. Uzun yıllar önce onunla yapılan röportajlardan oluşan bir kitabı okuduğumdan beri bu böyle. Politik gerekçelerle ülkesini terk etmek durumunda kalmış bir babanın oğlu o. Üzüntüden verem olmuş, 10 yıl veremli gezmiş, erken yaşta ölmüş bir babanın oğlu. Yeni taşındıkları ülkedeki evleri bir yangında cayır cayır yanan, neredeyse bir yıl boyunca sokakta yaşamak ve yağmur suyuyla yıkanmak zorunda kalan bir ailenin evladı. Ben işte onlarca, yüzlerce olumsuz hadiseden alnının akıyla çıkan ve çalışarak, didinerek bugün bildiğimiz John Woo’ya dönüşen o büyük ruhun hayranıyım. Bu yıl verdiği röportajlara bile sirayet eden o dipsiz tevazunun da.
Silent Night’ı izlerken John Woo’ya olan hayranlığım bir kat daha arttı. Filmi öyle aşırı beğenmedim, yalan yok ama yapmaya çalıştığı şeyi ve bunun uğruna aldığı riski çok takdir ettim. John Woo 1946 doğumlu, yani 2022 yılının Nisan ve Mayıs aylarında New Mexico’da bu filmi çekerken 76 yaşındaydı. 2003 yılındaki Paycheck filminden bu yana, neredeyse 20 yıldır Hollywood’dan uzaktı. 20 yıl sonra dünyanın en çekişmeli, en zor sinema sektörlerinden birine geri dönüyorsunuz ve doğru düzgün tek bir diyaloğun bile yer almadığı safkan bir aksiyon filmi çekmeye niyetleniyorsunuz. Bu saf sinema arayışının ve köklere dönüş çabasının dikkate değer olduğunu düşünüyorum.
Silent Night’ın sadece gırtlağına yediği mermi yüzünden yaralanan ana karakteri değil, bütün karakterleri suskun. Ufak tefek birkaç kelime hariç hiçbir diyalog işitmiyoruz. Evet, radyodan, TV’den ve polis telsizinden bazı cümleler işitiyoruz ama konuşma falan yok. Hâl böyle olunca dört alana büyük bir yük düşüyor: Sinematografi, ses çalışması, kurgu ve oyunculuklar… Silent Night dördünde de kalburüstü.
Diyalog olmayınca, perdeye yansımasını beklediğimiz acı, öfke, heyecan, mutluluk, korku ve hayal kırıklığı, oyuncuların jest ve mimiklerine muhtaç hâle geliyor. Joel Kinnaman (Brian Godlock) pek tuttuğum bir oyuncu değil ama zor bir yükün altından kalkıyor, belki daha iyi bir oyuncu aynı rolde harikalar yaratabilirdi, bunu kabul ediyorum ama Kinnaman da fena değil. Brian’ın karısı Saya’yı oynayan aktris Catalina Sandino Moreno ise müthiş, hüzünlüyken de panik hâlindeyken de harika bir oyun veriyor. Kid Cudi (Dedektif Dennis Vassell) ve Harold Torres (Playa) ise görece silik bir performans ortaya koyuyorlar. John Woo, her sahnede odaklandığı karakterin ruh hâlini yansıtan bir çekim tekniği kullanıyor. Bazen hareketli el kamerasıyla bazen sabit kamerayla, bazen inanılmaz yakın çekimlerle (“Leone yakın planı”) oyuncusundan alacağı performansı arttırma yoluna gidiyor. Ağlama sahnelerini, sessiz çığlık sahnesini buna örnek gösterebilirim.
Filmde replik, diyalog yok denecek kadar az ama John Woo 105 dakikalık bir filmde bunun yaratacağı tehlikeyi Marco Beltrami’nin sahnelere duygu aşılayan müzikleriyle ve ses departmanının olağanüstü çalışmasıyla bertaraf ediyor. Karşımızda sinema salonlarında gösterilecek bir vizyon filmi var, bu tarz bir filmde uzun soluklu sessizlik, anında geri tepebilir. Günümüz seyircisi hikâye merkezli sesli sinemayla haşır neşirdir, uzun metrajda deneysel çalışmalar nadiren kabul görür. Woo bu dengeyi gözetmek için her türlü sesi yardıma çağırıyor. Helikopter sesinden matkap sesine, siren sesinden zil sesine, silah sesinden telefon sesine, araç sesinden ayak seslerine uzanan geniş bir spektrumda bir ses kuşağı tüm filmi bir eldiven gibi sarıyor. Son zamanlarda işittiğim en iyi ses miksajlarından biri Silent Night’ta. Bilhassa alan-dışı (uzay-dışı) ses tasarımı hayranlık uyandırıcı. Ama tabii filmin en büyük artısı, John Woo’nun dandik filmlerinde bile kıvılcımlar saçan, her dem tazelik hissi veren o benzersiz sinemasal dokunuşu. Woo küçük ama etkili tercihlerle Silent Night’ı beylik bir intikam hikâyesinden saf bir sinema deneyimine dönüştürmeyi başarıyor. Bir örnek vermek istiyorum.
Filmin 35. dakikasında bir sahne var. Oğullarının ölümünü atlatamayan kocasının hâline üzülen Saya ağlamaya başlar. John Woo, Saya’yı Sergio Leone usulü yakın plana alır. Gözyaşları kadının yanaklarından süzülür ve çenesinden damladığında hızlı bir kesmeyle bir merminin yere düştüğünü gördüğümüz bir plana sıçrar. Silent Night, John Woo’nun bugün birer klasik kabul edilen The Killer (1989), Face/Off (1997) ve Hard-Boiled (1992) gibi başyapıtlarını hatırlatan böyle yaratıcı kurgu numaralarıyla dolu. Açılış sahnesinde kameranın çarptığı kırmızı balon, ritmik ses çıkarıp tempo ayarlayan çarpışan metal toplar, çıngıraklı kolye ve kötü adamın salonunun tasarımı gibi küçücük detaylarla görsel-işitsel bir sinema inşa ediyor Woo.
John Woo’ya has koreografiyi, şiddet balesini de unutmayalım. Silent Night bir dans filmi ya da bale gösterisi gibi dizayn edilmiş; kimi zaman yavaşlayan, kimi zaman hızlandırılan görüntüyle kol kola giden bir sahne koreografisi var. Sadece Mission: Impossible II (Görevimiz Tehlike 2, 2000) filmini hatırlatan otomobil ve motosiklet numaraları da değil, hem her türlü antrenmanda hem de -Bullet In The Head (1990) ya da A Better Tomorrow (1986) filmlerinde olduğu gibi- kimi dövüş ve silahlı çatışma sahnelerinde bir koreografi olduğu hissediliyor. Babanın oğluna bisiklet sürdürdüğü sahne ya da karı-kocanın ayrıldığı bölüm gibi sıradan sahnelerde de ortaya çıkan his bu. Mesela filmin başlarında bir sahne var. Brian ardiyeye çekilmiş, üzgün bir hâlde sandalyede oturuyor ve kapalı mekânın tam üstünden belli bir açıyla sadece onu aydınlatacak şekilde bir ışık geliyor, tıpkı sahne sanatlarında sanatçının aydınlatılmasında olduğu gibi. Koca odada sadece onun üzerine güçlü bir ışık vurduğunu görüyoruz. Usulca hareket eden kamerası ve hipnotize edici çerçeveleriyle film boyunca saf sinemanın izlerini sürüyor John Woo; adım adım Buster Keaton sinemasına, Sergio Leone sinemasına ve hatta F. W. Murnau sinemasına yaklaşarak…
Sinemada belirli bir yan karakterin bir nedenden ötürü sessiz kaldığı ya da suskunluğu seçtiği filmlere sık rastlanır (Eşkıya, Organize İşler gibi) ama uzun metrajda ana karakteri (kahramanı) susturmak cesaret eder. Bu bağlamda, Silent Night’ın Sergio Corbucci’nin başyapıtı The Great Silence’a (Il grande silenzio, 1968) yakın durduğunu söyleyebilirim. Kanlı finalde ise Game of Death (Ölüm Oyunu, 1978) ve Punisher filmlerindeki gibi bir “çok katlı tek mekân çatışması” tercihi yapılmış.
Çeşitli sıkıntıları olmakla beraber Silent Night, John Woo’nun sinemanın köklerine dönüş çabasını simgeleyen, âdeta yüreğini ortaya koyduğu, ruhunu masaya sürdüğü kıymetli bir film. Daha çok sinematografisi ve ses çalışmasıyla (ve bu ikisinin ahengiyle) öne çıkıyor. Evet, Silent Night ustanın en iyi filmlerinden biri değil, sonuçta Hong Kong’da harikalar yaratmış bir yönetmenden bahsediyoruz ama ABD’de çektiği en iyi filmlerden biri olduğu kesin.
Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç