Sinemacıların hem festival yönetimiyle hem de Kültür Bakanlığı ile kavga etmelerine yol açan 34. İstanbul Film Festivali macerasını hatırlıyor musunuz?
O yangının ateşli daha sonra Ankara Film Festivali’ne de sıçramıştı. Orada da jüri ‘bütün filmleri birinci ilan ederek’ görevi bırakmıştı ve yine bir sürü film, yapımcının-yönetmenin inisiyatifi ile gösterim programından çıkmıştı. Bu iki vakada da sinemacılar üzerinde yoğun bir mahalle baskısı uygulandığını belirteyim. Bazı filmlerin yönetmenleriyle konuştum, duyarsız gözükmemek adına içleri kan ağlayarak filmlerini festivalden çektiler.
Yaşandı, bitti. Daha önce ortada kimsenin dişinin kovuğuna girmeyecek küçük akçeli ödüller varken herkes ejderhalara meydan okuyan şövalyeler kadar cesurdu!
Geldik şimdi zurnanın zırt dediği yere sevgili okurlar…
22. Adana Altın Koza Film Festivali Eylül ayında yapılacak ve festival yönetimi, ulusal film yarışmasında yarışacak filmleri açıkladı. Bu filmlerden bazıları, İstanbul Film Festivali’ni “belgesellere ve kısa filmlere eser işletme belgesi istendiği için” protesto eden ve yarışmadan-gösterimden çekilen filmler…
Peki, şimdi ne değişti? İnanın bilmiyorum…
Bakanlığın tutumu net, “eser işletme belgesine sahip olmayan filmin gösterimi yapılamaz.” Sansür karşıtı sinemacılar, meslek birlikleri vs. bu inadı kırmak için bugünlerde nasıl bir çaba harcıyorlar acaba?
Bana kalırsa kimsenin bir şey yaptığı yok. Adana Altın Koza Film Festivali’nin yapılacağı güne kadar meseleyi meşe fıçılarda dinlendiriyoruz. İstanbul’daki protesto ortamını Adana’da görür müyüz, sanmıyorum. Ortada 350.000 TL’lik kocaman bir para ödülü var. Eserle değil de tavırla muhalif olmanın havası kaçan bir balon gibi tuhaf sesler çıkararak sağa sola yalpaladığını göreceksiniz. Yakaladığım yapımcıya-yönetmene de soracağım; ne değişti?
Evet, Eser İşletme Belgesi sıkıntısı aşılmak zorunda ve bu konuda uzun metrajcıların yapabileceği pek bir şey yok. İstanbul Film Festivali’ sırasında da bir süre sonra ne olursa olsun, festivallerde yarışmak isteyeceklerini düşünüyordum, bunun için de suçlanamazlar, Koza ve Portakal gibi yüksek akçeli ödüller dağıtan festivalleri kimse elinin tersiyle bir kenara itemez ancak festivaline göre protesto yapmak duruşu samimiyetsizleştiriyor.
Yeni bir tespit değil çünkü geçtiğimiz Altın Portakal’da bu ispatlandı. Çok daha acıklı bir sansürleme vakasına karşın herkes 400.000 TL’lik ödül için yarışmayı tercih etti. Yalandan bir protesto metniyle durumu idare ettiler. Aynı vaka daha küçük ve para ödülü düşük bir festivalde yaşansaydı, söz gelimi Malatya, o festivali yakarlardı, eminim buna…
Ayrıca, uzun metraj film çekenler bakanlık desteği alırken o filmi vizyona sokacağının altına imza atıyor artık. Yani eser işletme belgesini el mecbur alacaklar.
Her gün şehit haberlerinin geldiği, bayrağa sarılmış tabut fotoğraflarının gazete manşetlerini işgal ettiği şu iklimde bir “PKK güzellemesi” olarak görülen Bakur’un festival vizesi alabileceğini ya da benzer bir yapım için bu konudaki şartların geri çekileceğini de sanmıyorum.
Eğer festivali takip etmek için vakit yaratabilirsem gider, filmimi izler, yazımı yazarım. Açıkça yazıyorum; kimseyi üzmeyen, suya sabuna değmeyen bireysel bunalım senaryolarından mamul filmlerini fonlamak için Kültür Bakanlığı’nın kapısında yatıp sonra da “sansür istemezük” diye sitem edenleri samimi bulmuyorum. Yaptıkları tek şey; filmlerle seyircinin arasına girmek…
Bir yaratıcının kendi eserini gözler önünden çekmesini ise sinema sanatında işlenebilecek en büyük günah olarak görüyorum!