Türk sinemacılarının oyuncağı elinden alınmak üzere. Kültür Bakanlığı sinema destekleme fonundan söz ediyorum; icat edildiği günden bu yana bir otosansür ve uslu sinemaya yönlendirme enstrümanı olarak kullanılan, kullananların da durumdan gayet memnun olduğu şeyden… Ortaya çıkarılan eserle değil ödül törenlerinde gösterilen tavırla muhalif olmanın yeteceği sanılıyordu. Bu komik günah çıkarma seanslarının yapanın yanına kar kalmadığı günler de gelecekti ve de geldi. Altın Portakal’da büyük ödülü kazanan Tolga Karaçelik’in yeni projesi bakanlıktan geri döndü. Kapılar yüzüne kapatılan başkaları da vardı.
Ben sandım ki, yer gök ayağa kalkacak, sinemacılar ortak tavır alacak, “bakanlığın dağıttığı paraya muhtaç değiliz” diyerek film yapmak kendi imkanlarını seferber etmek üzere örgütlenecekler. En doğru ve dürüst film yapma yönteminin yine seyirciyi içine alan filmler çekmek olduğunu fark edecekler ve nihayet “arkadaşlar uykulardan uyanacak”.
Elbette öyle bir şey olmadı, ben de ironi yapıyorum zaten. Fonlardan nemalananlar mutlu, kapıdan dönenler mutsuz. Ben dâhil birkaç kalemden ibaret zayıf bir eleştiri serpintisi ve yapraklar kendi rüzgârında sallanmaya devam ediyor.
Bu arada Recep İvedik gösterime giriyor, şahsımı da şaşırtan bir gişe başarısı elde ediyor. Bunu gören eleştirmenler ve “bağımsız” sinemacılar filme değil “Türk halkı aptaldır” diyerek seyirciye girişiyor. Ardından Reis filmi gösterime girip gişede çakılınca “olsun bari bu Recep’i pataklayalım” diyerek Rohan Süvarileri gibi atağa kalkılıyor ve sosyal medyada zehirli bir mizahla film kılıçtan geçiriliyor.
Güzel ve yalnız bir de üstüne komik ülkem…
Beni “festival ve festival filmlerinin düşmanı” ilan edenler şunun farkında mı?
Bu ülkede gişe filmlerinden kesilen para ile fonlanan ve kimsenin izlemediği, festivallerde dahi salonun yarısının uyuyarak sonunu getirebildiği filmler çekiliyor. Recep İvedik’in Kış Uykusu’nu fonladığı fantastik bir düzen. Sinema sanatı adına nefis bir intikam yöntemi aslında ama ortaya çıkan filmler filmden başka her şeye benziyor. Hepsi değil elbette ama 1 iyi filme karşılık 30 kötü film var.
Ne diyordum; bakanlık para veriyor ve filmler çekiliyor. 1 ya da 2 değil yılda 25-30 tane hem de. Bu filmleri fonlayan bakanlık bir de gösterilebilsinler diye festivalleri destekliyor. Başka destekler de var. Ortada dolaşan para milyonlarca dolar. Karşılığı ne? Kimsenin izlemediği çekenlerin bile unutmak istediği filmlerden oluşan bir bağımsız sinema arşivi. Bunun kültüre, sinemaya katkısı nedir? Peki, bu katkı hiç sorgulanmayacak mı sandınız? Bir gün bu oyuncağı sizin elinizden alırlar da başkasına verirlerse ne hissedeceksiniz, sizi kim, ne diye savunacak?
Eline kamera almamış adamların projelerini onaylayan, kendi yapım fimasına destek çıkaran kurul üyeleri… Kötü filmleri bile yarıştıran, yarışan her filme bol kepçeden ödül dağıtan festival jürileri… Minimalist çekilmiş her filme sanat eseri muamelesi yapan sanat seviciler… Size ne yazsam az!
Toplumcu sinema yapma baskısını geçtim, bari iyi filmler çekseydiniz. Hayır, aranızda yüzakı birkaç sinemacı var, onlara da teknik itirazlar getirerek adamların yoluna taş koyuyorsunuz. Neymiş, Nuri Bilge Ceylan neden yapım desteğini yapımdan sonra almışmış! Bu itiraz sanat düşmanı kesimden değil bizzat sinema sanatını icra edenlerden geliyor. Sanki kendileri etikten bir adım sapmıyorlarmış gibi ama mesele o değil. Mesele o kremalı beleş pastadan bir dilim dahi yiyememiş olmak. Güzel kardeşim, al Altın Palmiye’yi kolunun altına gel ülkeye, fonun tamamı sana helal olsun. Her sinema heveslisine dağıtılıp heba edilecek bir para yok ki ortada!
Bakın burada salak olduğunu sandığınız ve Recep İvedik’ten başka bir şey izlemez bunlar diyerek aşağıladığınız bir seyirci var ama sizin filmlerinizde Recep İvedik’teki kadar bile “bir şey” yok. Recep İvedik taşlarken hiç şunu düşündün mü; komedi bu ülkenin festivallerinden yıllar önce kovuldu ve sanıldı ki sanat somurtmaktır. Bunun yozlaştırcı etkisini öngöremedin mi de Recep’e kızıyorsun?
“Seyirci umurumda değil, kişisel bir sinema yapıyorum ben” diyecek kadar şımardıktan sonra birileri geliyor ve oyuncağınızı elinizden alıyor. Yani, ne sandın ki? Milyonlarca lira sen kişisel sinemanı yap diye mi toplanıyor. Sanırsın bir filmle Bela Tarr olunuyor! Kişisel sinema yapmakla bu kadar övünüyorken Yılmaz Güney’den utan bari!
Ha bir de şu var; ben ülkede fonları tarumar eden Tarkovski replikacılarını eleştirdiğimde hemen Tarkovski, Tarr, Angelopoulos gibi büyük ustaların isimleri zikredilir ve bir tabu yaratılmaya çalışılır. Cevabım şu; yeteneksiz sinemacının gücü yetse Kubrick, Hitchcock falan taklit edecek ama yetmiyor. Biçimsel açıdan en kolay taklit edilecek sinemaya yöneliyor. Minimalist sinemanın tuzağı da bu; sabit planları arka arkaya dizerek rastlantısal bir kurguyla idare edebileceğini biliyor çünkü. Çoğunun filminde düzgün bir tek fotoğraf bile yok. Tarkovski’nin tek filmini izlemeden Tarkovski filmi çeken yönetmen var bu ülkede… Daha bunun üstüne yazmayalım mı?
Bunlar son uyarılar; ne çekeceğinizi söyleyecek değilim ama bir zahmet artık “iyi filmler” çekin. Ülke sinemasını yıllardır kendinizden ibaret bir şamataya çevirdiniz ama bu iş buraya kadar. “Nasıl olsa gidip bir yerlerde ödül alıyor, tıkır tıkır takılıyor, tek film çekip 3 yıl geziyoruz” kafasından da çıkın. Kısa filmcileri de kendinize benzettiniz ama sinema sanatının bu sinsi hesaplara tahammülü yok. Kimse artık bu numaraları yemiyor!
Not: Bu yazı kimseyi hedeflemiyor, bu bir manzara fotoğrafı. Okuyup kızan bağımsız sinemacılar; elbette sizden sonra daha iyi olmayacak, daha kötüleri geliyor. Devlet destekli, iktidar övücü sinema felaket! Görüyoruz örnekleri ama işte bunun asıl sorumlusu da siz olacaksınız! Sinema bir halk sanatıdır. Halkın sinemacıları yalnız kalmazlar. Yılmaz Güney gibi… Yazının derdi de buydu. Uyanın, iyi filmler çekin. Buna ihtiyacımız var.
MURAT TOLGA ŞEN – murattolga@gmail.com