“BÜYÜKANNEMİN KORKUNÇ HİKAYELERİ FİLM ZEVKİMİ ETKİLEDİ”
Bir dönem aynı reklam ajansında çalıştığımız Ahmet Söğütlüoğlu; müşteri, deadline, konkur, slogan, metin, maket sözcüklerinin bolca döndüğü iş toplantıları arasında, çaktırmadan Jean Rollin sineması, Yeşilçam korku filmleri, yerli korku romanları gibi keyifli sohbetleri sıkıştırdığımız bir adamdı. İyi bir tasarımcıdır, hazırladığı kitap kapaklarını yüz metre öteden tanırsınız. Kasvetli reklam dünyasının acısını iki şekilde çıkarıyor: Sert müzik yaptıkları grubuyla beraberken mikrofona bağırarak ve sert filmler izleyerek! Esas işi sinema olmayan ama öteki filmlere vurgun sağlam izleyicilerle yaptığımız sinemaya giden adamla söyleşilere devam ediyoruz…
“Seyrederken Tek Başıma Olmayı Arzulatan Film Tam Benliktir”
-Kült filmlere yer veren listeler aşağı yukarı aynı olmasına rağmen, “kült film”in tanımı ve anlamı çeşitlilik gösterebiliyor. Nedir bu “kült film”, bir de senden dinleyelim…
-Sanırım, kült filmler “izlenme şekli ritüelleşmiş” filmlerdir. Herhangi bir filmi seyretmekle arasında fark olduğunu düşünüyorum. Örneğin Nosferatu’yu seyredeceksem, kendimi ve bulunduğum ortamı buna hazırlamak isterim. Bu filmler tekrar tekrar seyredildiği için de bir bakıma seyretme eylemi ritüele dönüşür. Muhtemelen bunun en güzel örneği Rocky Horror Picture Show’dur. Seyircinin bir karakteri benimsemesine ve seyretme esnasında karakterin ruh haline bürünmesine bir örnektir. Ayrıca böyle filmlerin karakterleri rock star muamelesi görür. Kahramanların kıyafetleri, davranış biçimleri, replikleri izleyici için stildir.
-Film zevkin nasıl gelişti? Bu arada ben seni oldukça zevkli buluyorum ama çevrendekiler ne düşünüyor, merak ediyorum.
-Çevremdekiler beni bu konuda pek zevkli bulmuyor sanırım. Film zevkim de müzik zevkim gibi gelişti aslında. “O” olmaya özendiğin müzisyenler aklına yerleşir ve onlara ait her şeyi araştırmaya başlarsın ya. T-shirtler, saç şekilleri, aksesuarlar… Benim için film zevki de öyle. Halini ve tavrını benimsediğim tiplemeler ağırlıklı olarak belli türdeki filmlerde gözüktükleri için böyle gelişti bu durum. Tabii bu başka filmler seyretmediğim anlamına gelmez ama her zaman eski kasetlerin ve plakların bizler için yeri neyse, bu filmlerin de yeri aynı. Tekrar tekrar seyredilecek ve her dakikası, seyredilirken ezberden tekrarlanacak filmlerdir onlar.
-Kült alemde genellikle filmler öne çıksa da, kült olmayı başarmış sinemacılar da vardır. Senin sinemacıların kimler?
-Aslında yönetmenden çok tipleme sayabilirim sana… Ama aklımda yer eden birkaç yönetmenin ismini yazayım. F.W. Murnau, George Romero, Stanley Kubrick, Lucio Fulci. Liste uzar gider biliyorsun, bunlar öncelikli olanlar.
-“Tam benlik” diyeceğin bir film nasıldır? Onu diğer filmlerden farklı yapan nedir?
-İzlemeden önce beni markete koşturup, filme özel alışveriş yaptıracak ve seyrederken tek başıma olmayı istetecek film tam benliktir. Genelde bu filmin had safhada şiddet, istismar ya da erotizm içermesi muhtemeldir. Çok zekice kurgulanmış, yalın ama espirili bir hikayesi vardır. Tabii bir de gerilim dozu oldukça yüksektir. Üzerine cila niyetine bir film daha izletecek filmdir.
“Film Seyretmediğim Gece Yoktur”
-Reklam dünyası hakkında ne düşünüyorsun?
-Reklam dünyasında çalışmak çok zor, sen de biliyorsun. Zor ama keyfi de büyük. Her gün Drakula’nın şatosuna seyahat etmek gibi bir durum. Karşı koyamadığın bir çekim gücüne kapılıyorsun ve bir süre sonra da kaçmak için bir mücadeleye girişiyorsun. Ama birbirinden çekici ve aynı zamanda korkunç, üç dişi vampir seni kandırmayı başarıyorlar. Gecenin sonunda kendini pizzacıyı arayıp siparişini verirken buluyorsun.
-Aynı ajansta çalıştığımız dönemde, ben geç saatlere çalıştığımız için bir filmi kitap gibi gecelere bölerek izlerdim. Sen uyku konusunda daha dayanıklı olduğun için mutlaka gecede iki film izlerdin. İki Film Birden’e devam mı?
Eskiden her gece iki film seyredebiliyordum, şimdi bazı geceler iş yerinde geçtiği için bu olamıyor. Ama film seyretmediğim gece yok diyebilirim en azından.
Peki hemen sorayım; arşivindeki en “baba” film hangisi?
Arşivimdeki en baba film sanırım hala Murnau’nun Nosferatu’su.
“Politik Olma Potansiyeline Sahip Filmler”
-Geçen söyleşide bu konuyu Nusret amca ile konuşmuştuk. Sana da sormak istiyorum: Korku filmlerine olan tutkunu neye bağlıyorsun?
-Korkmanın ciddi bir cazibesi var. Hatta insanlar kendilerini korkmaya hazırlayıp, bunun için heyecan duyarak dvd dükkanlarına gidiyorlar. Başka hiçbir türün böyle bir özelliği yoktur herhalde. Buna “korkuculuk oyunu” gibi birşey deniyordu sanırım. Iron Maiden t-shirt’ünü üzerine geçirip konsere koşmak gibi birşey bu.
-Sence geceyarısı filmleri politik midir?
-Geceyarısı filmleri politik olma potansiyeline sahip ve buna en müsait filmlerdir bence. Ama bu da bir döneme ait bir özellik olarak kaldı sanırım.
“Film Biter, Kahraman Yaşamaya Devam Eder”
-Yerli malı korku filmlerini nasıl buluyorsun?
-Yerli malı korku filmlerinin yönetmenleri bence daha fazla film seyretmeli ya da kitap okumalı.
-Peki sence nasıl filmler yapılmalı?
-Eğer korku filmleri özelinde soruyorsan; bir karakterin etrafında dönen hikayelere sahip olanları en güzelleridir. Bunun yakın zamandaki örneklerinden en iyisi Testere olmalı. Gerçi onun da biraz suyu çıktı serinin son bölümlerinde. Ama bizlerde bir Freddy etkisi de yaratmadı değil. Film, film bittikten sonra da yaşayabilecek bir kahramana sahip olmalı.
-Senin kitaplarla aran iyi. Hangi uyarlanmamış kitaplardan iyi film çıkar?
-Fazla seyretmek bir süre sonra görsel zekayı tembelleştiriyor sanırım. Ama okumak bunun aksine son derece geliştiricidir. Hatta okuduğunu film olarak aynı anda zihninde canlandırma durumu pek çok insanda vardır. Eğer yapılırsa Shibumi çok güzel film olur. Ama esas Edgar Allan Poe’nun “Bay Valdemar Olayı Hakkındaki Gerçek” isimli öyküsünden muhteşem bir film çıkar.
-Nusret amca ile başladı, gelenekselleşsin. Bize yaşadığın veya çevrende yaşanan acayip, korkunç bir hikaye anlatır mısın?
-Eskiden büyükannem, geç saate kadar oturduğumuz gecelerde bütün aileyi etrafına toplar ve son derece korkunç hikayeler anlatırdı. Böyle birşeyi sen daha önce yaşadın mı bilmiyorum. Belki de film konusundaki tercihlerimi etkileyen şeylerden biridir bu. O hikayeler gerçekten yaşanmış mıydı bilemiyorum tabii. Hatta tekrar anlatınca o kadar korkunç da olmuyorlar bazen ama, büyükannemin anlatırken büründüğü ruh hali bugün bile rüyama gercek türden bir etki yaratmıştı bende. Bir tanesini kısaca anlatmaya çalışayım:
Bundan 30-35 yıl önce, gayet sağlıklı, hoş sohbet, çevrede iyi bilinen bir komşularının aniden dilinin tutulduğu haberi gelir. Adam konuşamıyordur ve yaşadığı şoktan dolayı gözleri faltaşı gibi açılmış halde insanlara birşey anlatmak ister gibi bakıyordur… Bir gece bu komşu evine dönerken mezarlığın içinden geçen kestirme yoldan gitmeye karar verir. Yürürken ayaklarında bir şey hisseder. Eğilip baktığında bacaklarına sürtünen çok güzel bir kedi görür. Adamın çok hoşuna gider, eğilip kediyi okşar ve sonra yoluna devam eder. Ama kedi onu takip edip, bacaklarına dolanmayı bırakmaz. Adam durur ve eğilir. Kediyi kucağına alıp onunla konuşmaya başlar. Kediye “Çok da güzel birşeysin sen. Acaba evime mi alsam seni? Sen dişi misin erkek misin anlayamadım” der. O anda gecenin sessizliğinde biraz mırıltıyı, biraz da tıslamayı andıran bir ses duyulur. “Görmüyor musun?” der kedi. Ve adam dili tutulmuş halde koşarak mahallesine doğru kaçar. Şimdi bu hikaye aslında pek korkunç değil. Ama dediğim gibi bunu büyükannem öyle bir anlatırdı ki gece korkudan uyuyamazdık.
-Son soru; bir korku filminde oynayacak olsan nasıl bir karakteri canlandırmak isterdin?
-Öncelikle bu soru için çok teşekkür ederim. Sanırım yüzyıllar boyunca duygularını tamamen yitirmiş, son derece kanlı bir geçmişe sahip bir vampiri canlandırmak isterdim.
Röportaj: Serdar Kökçeoğlu
Sinemaya giden adamla sohbetler dizimizin ilk röportajı “Nusret Abi: Gerçek Hikayelerimiz filmlerden daha korkunç!”a buradan ulaşabilirsiniz.
Bu yazı dizisi çok iyi oldu!
Can’a katiliyorum. Eline saglik Serdar!