Öncelikle şurada anlaşalım. Bu yazı, sulu zırtlak komedilere gidenleri eleştirmek için yazılmadı. Aksine onların hâlinden anlamak ve sinema salonlarını dolduranlar kimlerdir sorularına cevap bulmak için yazıldı. Kimi çevrelerce düşük bulunan vizyon rakamlarımız, aksine oldukça geniş bir kitleye hitap etmekte. Pekâlâ, kim bu sinemaya gidenler? Festivalde yarışan filmlerimizin salon bulmakta zorlandığı ülkemizde, sektörü ayakta tutan filmler hangileri? Gelin bunlara hep birlikte bir cevap arayalım.
Yaşadığımız coğrafya, maalesef psikolojik anlamda büyük buhranları da beraberinde getiren bir coğrafya. Savaşlar, bombalar, hatta ve hatta darbeler ile ardı ardına gelen bunalımları yaşamakla meşgulüz. Durum böyle olunca, ekonomik statü olarak; en alt sınıftan en üst kesime kadar herkes kendini eğlendirecek, gündelik hayat dertlerinden uzaklaştıracak bir kaçış noktası arar durumda. Bunu en kolay şekilde sağlayacak ise şüphesiz sinema. İzleyenlerini yaklaşık 2 saat boyunca, yaşadığımız dünyadan alıp, bambaşka bir ütopyaya taşıyan bir büyüdür esasen sinema.
Peki, insanlar yalnızca gülmek için mi sinemaya gidiyor? Cevabım tabii ki hayır. Sinema salonlarını son zamanlarda animasyonlar, Hollywood’un vurup kırmasıyla meşhur aksiyon yıldızlarının oynadığı filmler ve ülkemizin tanınan simalarının başrolünde yer aldığı yapımlar rehin almış durumda.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Gelin bunu örneklerle açıklayalım. Ekim rakamlarına baktığımızda Jason Statham’ın başrolünde yer aldığı Mechanic: Resurrection (Suikast) filminin açık ara önde olduğunu görüyoruz.
Film www.boxofficeturkiye.com verilerine göre vizyona girdiği günden bu yana 1.121.290 kişi tarafından izlenmiş. Açıkçası, kendi sinemasına sahip çıkan bir izleyici topluluğunu barındıran ülkemiz için, bu sayı oldukça ilgi çekici. Bunda şüphesiz Jason Statham’ın payı yadırganmayacak derece büyük. Ancak bu noktada da, ülkemizin sosyo-ekonomik duvarına bir kez daha rastlıyoruz. Nasıl ki Yeşilçam’ın avantür sineması 70’lerde meşhursa, günümüzde de, Hollywood’un, vurdulu kırdılı filmleri o denli popüler. Nitekim bu tarz filmler; üzerine kafa yorulmayan, sadece görselliğe önem veren ve bir nebze de olsa adrenalini yukarıya taşıyan filmler. Keza, geçtiğimiz hafta vizyona giren Jack Reacher 2 için de benzer şeyleri söylemek mümkün. Film henüz vizyonda birinci haftasını doldururken 149.062 kişi tarafından izlenmiş durumda.[/box]
Sinemalarımızı ayakta tutan, yalnızca vurdulu kırdılı filmler değil elbette. Ülke çapında gösterim yapan sinema salonlarına şöyle bir göz attığımız zaman, animasyon filmlerin oldukça revaçta olduğunu göreceğiz. Bunun sebebi; ailelerin bu tarz filmlere bir sosyal aktivite gözüyle bakmaları. Özellikle hafta sonları, sinemaların küçük çocukların bağırışlarıyla renklendiği aşikâr. Verilere göz attığımızda, vizyona girdiği günden bu yana Kayıp Balık Dori’nin 614.595, Leylekler’in ise 239.231 kişi tarafından izlendiğini görmekteyiz. Eğer ki, yolunuz hafta sonu bir sinema salonuna düşerse, bu filmlerin 7 yaş altı çocuklarla dolup taştığını göreceksiniz. Bu da haliyle, sinemaların bu tarz filmleri uzun süre vizyonda tutmasına sebebiyet veriyor.
Geçtiğimiz hafta seyircisiyle buluşan, Nejat İşler ve Serenay Sarıkaya’nın başrolleri paylaştığı İkimizin Yerine ise sinemamızın bir başka gerçeğini gün yüzüne çıkarmakta. Ülke çapında sevilen ve popülaritesi yüksek olan oyuncuların yer aldığı filmler, hikâye ve kalite aranmaksızın talep görmekte. Vizyonda birinci haftasını dolduran film şimdiden 842.102 kişi tarafından izlenmiş durumda. Bunda ki en büyük etkenlerin başında ise, sevilen oyuncularla beyazperdede özlem giderme isteğinin yattığı aşikâr.
Gelelim sinema sektörünü ayakta tutan, sulu zırtlak komedilere. Şöyle dönüp arkamıza baktığımızda, an itibariyle ülke sinemasının en çok izlenen filmlerinin çoğunlukla komedi filmleri olduğunu görmekteyiz. Hâl böyle olunca, yapımcılar; dönemin öne çıkan komiklerine birer ikişer film çektirir oldular. Sonuç olarak sinemaya ne olursa olsun gülmek için gitmek isteyen bir kitle var. Her ne kadar, komedi filmlerimizin niteliği tartışmaya açık olsa da, en alelade yapımın bile talep gördüğü bir ülkede yaşıyoruz. O zaman bu noktada sorumuzu tekrar canlandıralım. Bu filmlere gidenler kimler?
Sinema salonlarında biraz vakit geçirirseniz eğer, 16-24 yaş arası gençlerin salonlarda yoğunlukta olduğunu göreceksiniz. Bu insanlar ya; derslerden bunalmış şekilde ya da çalıştıkları ağır şartlar sonrası kafa dağıtmak adına sinemanın yolunu tutanlar. Yıllardır papağan gibi tekrar edilen bir cümle var; “Ülkemizin jeopolitik önemi çok önemli” Evet, ülkemizin jeopolitik önemi çooook önemli olduğu için, akıl sağlığımızda maalesef yerinde değil. Üstüne üstlük, televizyonlarımızdaki dizilerin de bol entrikalı, ağlamalı olduğunu düşündüğümüze görsel olarak tek kaçış noktasının sinema olduğu gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor.
Ülkemiz çalışma şartları olarak; insanını hiç düşünmeyen, emeği sömüren ve fazlaca rant odaklı bir sisteme sahip. Keza öğrenciliği de farklı görmüyorum. Özellikle üniversitelerde koca koca profesörlerin gençlere yaptığı mobbing de göz ardı edilecek cinsten değil. Durum böyle olunca, insanımız kendini dünyadan soyutlayacak, bir an olsun kendilerini güldürebilecek bir kaçış noktasına doğru yönelmekte. Bunu da en üst seviyede başaracak bir sihirdir sinema. Yani Recep İvedik’lerin, Kolpaçino’ların bu denli fazlaca izlenip, rağbet görmesi bir rastlantı eseri değil. Aksine bu filmler, tam da sözünü ettiğim bu güruhun dilinden anlayan, onların yerine burjuvadan intikam alan filmler.
Tabii, işin tek boyutu komedi kisvesi altında verilen intikam hikâyeleri değil. Artık gişe komedileri öylesine tek düze bir formül üzerinden ilerliyor ki, insanımızda buna oldukça alışmış durumda. Sıradan bir adamın mafyaya bulaştığı ve yüksek izlenme rakamlarına ulaşan komedi filmlerine son yıllarda kaç kez rastladık? Cevabı o kadar fazla ki!
Bunun birincil sebebi; yüzdelik dilime vurduğumuza, sinemanın ülkemizde bir sanat dalı olarak görülmediği. Sinema insanları gündelik dertlerinden uzaklaştıracak, yeri geldi mi güldürecek, yeri geldi mi adrenalini top noktasına ulaştıracak ve en önemlisi de üzerine düşünmeler yaptırmayacak bir eğlence aracı olarak görülmekte.
Belki de bu tanım, festivalde yarışan filmlerden izleyicimizin neden köşe bucak kaçtığını daha iyi bir şekilde açıklamaktadır. Sadece sinema değil, her sanat dalı karşı tarafa pozitif ya da negatif anlamda bir şeyler katmalı, düşünmeye sevk etmelidir. Ancak, dört tarafı bombalarla çevrili ülkemizde 10 dakika sonra havaya uçmayacağımızın garantisi yok. Bu da insanımızı sanattan uzaklaştıran, ülke gündemine yakınlaştıran en önemli detay olarak öne çıkıyor.
El Değmemiş Aşk, Bir Baba Hindu gibi; bu yılın açık ara en kötü filmlerinin inatla vizyonda tutulmasının ve hâlâ izleyici çekebilmesinin, mantığa yakın tek bir cevabı var. Toplum olarak delirmenin eşiğinde olmamız. İnsanlar, Rüzgârda Salınan Nilüfer’e gidip, orta üst sınıfın çözünmesine şahitlik edeceğine, en ufak bir gülümseyebilme ihtimalini tepmek istemiyor.
Başka Sinema, Filmekimi gibi oluşumlar; vizyon matematiğinin dışına çıkarak daha az izleyicili filmleri seyirciyle buluşturmakta. Ancak sayısal olarak baktığımızda, bu filmlerin AVM sinemalarında gösterime giren herhangi bir filmle yarışmasına imkân yok.
Bir Orta Doğu ülkesine dönüşümümüz bu hızla devam edip, sömürüyü hissettikçe sinema salonlarının egemenliğini sulu zırtlak komedilerde ve hikâyesi bile olmayan ikinci sınıf filmlerde kalmaya devam edecek…
Sinemaya kimler, hangi filme neden gidiyor sorularına kendimce cevap bulmaya çalıştım. Sinemaya gideni eleştirmek gibi lüksüm/lüksümüz asla olamaz. Çünkü sinema salonları dolup taştıkça, sektör ayakta durur. Bu noktada tek temennim, festivallerde ilgi odağı olan filmlerimizin de AVM sinemalarında haftalarca vizyonda kalması ve yüksek izlenme sayılarına ulaşması olur yalnızca. Umarım o günler de yakın bir gelecekte bizleri bekliyordur. Çocuk sesleriyle neşelenen sinemalarımızın, daha da kalabalıklaşması dileğiyle…
Not: İzleyici verileri www.boxofficeturkiye.com sitesinden alınmıştır.
Baştan sona keyifle okudum, doğru tespitler yapmışsınız ama festival filmlerinin de biraz tempoyu artırması ya da kıvanç tatlıtuğ, kenan imirzalıoğlu, şevket altuğ, farah zeynep abdullah, beren saat, türkan şoray ve şener şen gibi oyuncuları oynatma zamanı geldi. Bu oyuncular o filmleri izletebilir yoksa avm sinemalarında gösterilme şansları malesef hiçbir zaman olmayacak, olanlar da ünlü oyunculara olacak, bunlar bile en fazla 50 bin kişiyi bile bulamayacak, eğer böyle bir değişim olmazsa bu sorun hiçbir zaman çözülemez, yazı için teşekkürler.