Modern Türk korku sinemasının popüler örneklerini veren sinemacılardan biri olan Özgür Bakar’ın yeni filmi Alem-i Cin, geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Yeni şeyler denemeyi seven Özgür Bakar, bu kez epey farklı ve riskli bir yol deniyor; TV’de izlediğimiz ve “gündüz kuşağı dehşeti” olarak isimlendirebileceğimiz programlarda ele alınan vakalardan yola çıkarak hikâyesini şekillendiriyor. Sıradan hayatlar yaşadıklarını varsaydığımız insanların anlattıkları gerçek olaylardan esinlenen Bakar, toplum tarafından neredeyse kanıksanmış şiddeti fantastik bir dünya setine taşıyor.
Bu programları bilirsiniz; hemen her yerde rastlayabileceğiniz, hatta komşunuz olabilecek insanlar, işledikleri akıl almaz cinayetleri büyük bir soğukkanlılıkla canlı yayında itiraf ederler. Yakıldıktan sonra gömülen veya evde, satırla parçalanan cesetler sanki ¨mutfağa gidip kendime bir çay koydum.¨ dermişçesine anlatılır… Filmlerdeki grafik şiddetin umursanmadan sansürlendiği günümüz televizyon yayıncılığında, bu programlarda anlatılan ve hayal gücümüzü korkunç gerçeklerle tanıştıran vakalar ne yazık ki hiçbir filtreden geçmeden seyirciyle buluşuyor.
Alem-i Cin’in odak karakteri Yeliz de, benzer bir vakaya tanıklık etmiş bir kurban… Çocukluğunda korkunç bir şeye şahit olmuş ve bu sırla büyümüş muhafazakâr bir kadın. Fakat 25 yaşına geldiğinde, yıllarca bilinçaltında gizlediği her şey açığa çıkıyor ve kâbuslar görmeye başlıyor. İşin içine ilmi kuvvetli bir hoca da girince, olaylar tamamen çığırından çıkıyor. Bu noktada filmin ayrıksı bir yönü var: Sanırım ilk kez muhafazakârlık olumlaması yapmayan bir filmde örtünmüş bir baş kadın karakter seyrediyoruz. Bu filmlerin hedeflendiği seyirci kitlesiyle doğrudan özdeşlik yaratacaktır… Zira Yeliz, yaşadığı dar çevre yüzünden oluşan muhafazakârlığın çok ötesinde katı bir ahlaka sahip. Günahla yüzleşenlerin sonrasında olduğu türden… Hatta bu karakterin popüler bir uç örneği olarak Carrie filmindeki anne karakterini gösterebiliriz.
Görünen o ki; Özgür Bakar ve kalem ortağı Alper Kıvılcım’ın senaryosu bu sıradan insanların sırlarına projeksiyon tutuyor. Film giriş ve gelişme bölümünde tekinsiz bir dünyayı inşa ederken bir yandan da muhafazakar ahlakın halının altına neleri süpürdüğünü eşeliyor. Hayat bir yandan ¨konu komşu ne der¨ endişesiyle yaşanırken engellenemeyen ihtiraslar, olmadık kötülüklere yol açıyor. Elbette Özgür Bakar, seyircinin beklentisini iyi tahlil eden bir sinemacı… Toplumcu gerçekçi bir sinemaya göz kırparken gişeye film yaptığını da unutmuyor ve daha önce de başarıyla oluşturduğu tekinsiz atmosferle seyirciyi diken üstünde tutmayı ve hikâyeyi yavaş yavaş fantastik bir dünyaya çekmeyi başarıyor. Finalde artık tamamen metafiziğin dağlarında koşarken buluyoruz kendimizi…
İşte burada filmi kısmen yaralayan bir şeyle karşılaşıyoruz. Türk sinemasının yumuşak karnı olan özel efektler zafiyeti yüzünden fikren şahane tasarımların uygulamada çökmesine şahit oluyoruz. Aslına bakarsanız çok da takılmamak lazım zira CGI efektler James Wan’ın bile başına bela! Sette halledilen pratik ya da mekanik efektler gerçekçilik algısına çok daha iyi hizmet ediyor. Burada herkese biraz Francis Ford Coppola inadı lazım. Onun Dracula’yı (1992) çekerken gösterdiği eski usul efekt kullanma ısrarı, filmini ölümsüzleştirdi. Bunu sürekli yazacağım; CGI efektler, gerçek oyunculu (live action) filmleri mahvediyor. Bütçe daraldıkça sıkıntı büyüyor ancak multi milyon dolarlık filmler bile bu efektler yüzünden dökülüyor.
Özgür Bakar’ın korku sinemasındaki son durağı olan Alem-i Cin, onu gişenin önemli isimlerinden biri yaparken sinemasal arayışının da devam ettiğini gösteriyor. Filmdeki bir oyuncuyu işaretlemeden geçmeyeceğim; Yeliz’in nişanlısını oynayan Süleyman Kabaali nüanslar içeren oyunculuğuyla fevkalade! Kendisini bir başka Özgür Bakar filmi olan Bana Normal Aktiviteler’den hatırlıyordum, yeniden izlediğim için mutlu oldum.
Geçtiğimiz yıl korku sinemamız açısından pek verimli değildi. Adet sayısındaki artışın karşılığında asla salonlarda gösterilmemesi gereken filmler de gösterime girdi. Hap yap para kap anlayışı bu türü sömürmeye devam ediyor ancak Özgür Bakar gibi sinemacılar, kafa yorulmuş senaryoları, ışığı-sesi düzgün şekilde çekmeyi başarıyor. Alem-i Cin de o filmlerden biri… İyi seyirler!
murattolga@otekisinema.com
merhaba murat bey,
açıkçası bir kaç aydan beri bu filmin afişini anasayfanız ve diğer tüm sayfalarınızda gösterdiğiniz için, bu filme gitmeye karar vermiştim. kendime “film vizyona girdiğinde, kesinlikle kaçırma.” diye telkinlerde bulundum, sitenize her gidip, incelemeleri her okuduğumda.
bu arada, gerek sizi, gerekse öteki sinema’daki yazarları oldukça sık takip ediyorum. öteki sinema sitesi, benim sinema ile ikinci tanışmama vesile olmuş olacak kadar hayatımda mühim bir yer kaplayan bir site.
bunun yanı sıra, youtube hesabınızın da netflix’le ilgili videosu, o zamanlardaki son videosu iken, kanalınıza abone olmuştum.
belirtmem gerekir ki, gerek kişisel düşünceleriniz, gerekse aydın bir insan olmanız yüzünden ve elbette benim yaşımdan kat kat daha fazla filmler incelemiş olmanız yüzünden (92 doğumluyum) size büyük bir saygı duyuyordum.
ancak, üzülerek söylemeliyim ki, bu filmi dün izlediğimde ve tamamen muhahazakar insanların inanç tazeleme işini yaramasını sağlayan bu düz filmle ilgili bu yazdıklarınızı okuduğumda (bu yazınızı filmden sonra okudum) gerçekten, inanılmaz boyutlarda bir hayal kırıklığı yaşadım. bu filmde gördüğümüz tam tersini anlatmışsınız bu yazıda resmen.
sevgili murat bey, tüm saygımla söylüyorum. benim filmde gördüğüm şeyler, muhafazakar ve türbanlı bir kadın olan yeliz’in oldukça namuslu, el ele bile tutuşmayan bir kadın iken, saçlarında türban olmayan bir kadın olan ablasının ise, kardeşinin nişanlısı ile iş yerinde seviştiğini görmek, en hafif tabirle “türbansızlar işte böyledir.” mesajını veriyor gibi geliyor. üstelik, filmin hemen başında da, yeliz’in teyzesi, yeliz’in babası ile sevişiyordu ve o da, yeliz’in annesinin tersine, türbanlı olmayan bir kadındı.
gerçekten murat bey, bu yazdıklarınıza inanıyor musunuz acaba? nasıl bu kadar seküler bir insan olduğunuz halde, bu filmle ilgili nasıl olur da “muhafazakârlık olumlaması yapmayan bir film” diyebiliyorsunuz, gerçekten anlayamıyorum. tek düşünebildiğim, filmin yönetmeni ile arkadaşlığınız olduğu.
ps: elbette ki, benim hayal kırıklığı yaşamam sizin umrunuzda olmayacaktır. ancak bu sitenin kalitesi adına, bu bahsettiğim benim için oldukça üzücü olan durum, çok ama çok canımı yakıyor. ötekisinema ile kurduğum bağın aşşırı derecede zayıflamasına neden oluyor..
Filmi, hele de bu yerleştirmeyi çok yanlış okumuşsunuz. Diyecek bir şey yok gerçekten… Bu arada abartmayın, altı üstü bir site, okumaz geçersiniz bu kadar basit. Daha iyi bir yer bulursunuz mutlaka (Bu işi 13 yıldır çıkar gözetmeksizin toplum faydasına yapan bir alternatif sinema sitesi daha vardır herhalde). Yani bir kaybınız yok, sevgiler…