Bazı filmler “neden çekildi?” sorusunu sordurtur. Smile 2 işte tam olarak o film. İlk Smile, şüphesiz başarılıydı: tüyleri diken diken eden atmosfer, psikolojik derinlik ve ürkütücü bir konsept. Peki bu film ne yapıyor? Bu mirası yerlere seriyor. Açık konuşalım: Smile 2, korku sinemasına yapılmış kötü bir şaka gibi.
Korku filmi izlerken gerilmek istersiniz, değil mi? Ama Smile 2 izlerken tek hissettiğiniz şey sabır taşmanızın çatırdaması. Filmin tek silahı, ucuz jump scare’ler. Yani, aniden patlayan sesler ve bir anda beliren suratlarla sizi yerinizden hoplatmaya çalışıyor. Bu numaralar artık eskiyip bayatlamadı mı? Bir de bunu dakikada üç kez yapıyorlar. Dansçıların topluca başkarakteri korkuttuğu sahnede kahkaha attım! Koreografi tutkuları takdire şayan. Üzgünüm, ama korkutucu olmakla sinir bozucu olmak arasında ince bir çizgi var ve bu film o çizgiyi hoplaya zıplaya geçmiş.
Bir lanet düşünün: insanları peş peşe öldüren, çaresizce hayatlarına son vermelerine neden olan bir döngü. Bu, Smile serisinin temelinde yatan fikir. Ancak Smile 2, bu konsepti öyle bir noktaya taşıyor ki, artık “lanet” kelimesi sadece ekrandaki karakterler için değil, izleyiciler için de geçerli hale geliyor. Çünkü bu filmi izlemek, başlı başına bir işkence.
İlk Smile’ın hikayesi basitti ama etkiliydi. Travma ve lanet temalarını psikolojik bir derinlikle işliyordu. Smile 2 ise aynı şeyi yeniden ısıtıp önümüze koymuş, ama bu sefer baharatı unutmuşlar. Hikaye öyle düz ve tahmin edilebilir ki, filmin yarısında bitiş sahnesini kafanızda yazmış oluyorsunuz. Senaristler muhtemelen “Eee, ilk filmdeki her şeyi tekrarlarsak yine tutar” diye düşünmüş. Hayır, tutmaz. Sizi sıkıcı bir korku döngüsünde tutsak etmekten başka bir işe yaramıyor.
Bir korku filminde karakterlere bağlanmak önemlidir, güvenli alanınıza kurulur ama onların korkularını paylaşmak istersiniz. Burada bağlanabileceğiniz bir karakter yok. Yeni başrol öyle silik ve yüzeysel ki, filmin sonunda adını hatırlasanız mucize. Birileri Popstar Skye Riley’i oynayan Naomi Scott’ı bunun hayatının rolü olacağına inandırmış, o da elinden geleni yapmış ama bu kadar üst notadan oynamak Kızılcık Şerbeti’nde de var! Yardımcı karakterler ise öylesine varlar; sanki stüdyonun “figüran kiralama bütçesi” de kısıtlıymış. İlk filmin Rose’u en azından bir derinlik ve aciliyet hissi sunuyordu. Bu filmde kimsenin başına ne geldiğiyle gerçekten ilgilenmiyorsunuz.
İlk filmde göz kamaştıran görsel estetik, yerini sıradan bir TV filmi havasına bırakmış. Karanlık çekimlerin amacı atmosfer yaratmaktı, ama burada hiçbir şey görememekle sonuçlanıyor. Kamera açıları, ışıklandırma ve ses tasarımı öylesine özensiz ki, bir noktada “Bunu gerçekten profesyoneller mi yaptı?” diye sormaktan kendinizi alamıyorsunuz.
Smile 2, sinemanın sanat olmaktan ziyade bir iş olduğu gerçeğini suratımıza çarpıyor. Bu filmde sanat aramayın. Derinlik mi? Yok. Mesaj mı? Güldürmeyin. Amaç? Sadece gişe yapıp hızlı para kazanmak. İlk filmin travma ve korkunun metaforik anlatımını alıp buruşturmuşlar ve yerine kuru gürültü koymuşlar.
Bir film izlersiniz ve bittiğinde “Hayatımdan iki saat çalındı” dersiniz ya, işte Smile 2 tam olarak o film. Sinemada en arka koltukta ara sıra telefonuma bakarak zor bitirdim. Açıkçası, bu filmi izleyerek kaybettiğiniz zamanı, duvara bakarak geçirseniz daha anlamlı olur. İlk filmi sevenlere naçizane bir tavsiye: İzlemeyin. İlk filmin hatırasını bu işkenceyle kirletmeyin.