Film ve Müzik 3: Sonbahar ve Ölüm ve Eksiklik Üzerine…

8 Ocak 2024

Da im Yusuf Orti /Gel Yusuf’um
Aye aye orti /Gel oğul gel
Da kezigi madağ ellim ori /Sana kurban olayım oğul
Aye aye orti /Gel oğlum Yusuf’um gel
Aşun ağavü dzermın eyev ta orti /Sonbahar geçti de, kış mı geldi oğul?

Özcan Alper’in yönetmenliğini yaptığı Sonbahar filminde, öğrenci olayları nedeniyle hapishanede yatan Yusuf, sağlık sorunları nedeniyle tahliye ediliyor. Film, memleketine dönen Yusuf’un ömrünün son günlerinde yaşama dair yaptığı muhasebeye odaklanıyor. Ölümü bekleyen hali ile Yusuf, Samuel Beckett’ın karakterleri ile bazı ortak özellikler taşıyor.

Beckett’ın kısır döngü içerisinde varoluşsal kriz yaşayan, bir anlamda “yok varlık” konumundaki karakterleri, daha en başından eksik öznelerdir. Bu karakterlerin dünyalarında zaman da uzam da özne de parçalanmış, bütünlük düşüncesi sarsılmıştır; Molloy’da gücünü her geçen gün yitiren tek bacağı tutmayan karakter, Malone Ölüyor’da hareketleri iyice kısıtlanmış olarak okuyucunun karşısına çıkar. Adlandırılamayan isimli üçlemenin son kitabında ise sadece bir sese indirgenir.

blank

En az Beckett karakterleri kadar travmatik bir karakter olan Yusuf, öleceği bilgisi ile yitik, yenik ve bitik bir özne olarak ruhu paramparça ana evine doğru yola çıkar. Özgürlük arayışı ile ayrıldığı memleketi Artvin’e, yoksul ana ocağına dönerken, Hey Gidi Karadeniz isimli türkü eşlik eder filmin jeneriğine. Türkünün sözlerindeki hayal kırıklığı ve ölüm göndermesi ile hayatı “uzun ince bir yol” olarak işaret eden yolculuk imgesi, filmin anlamını inşa etmeye başlar. Düşle gerçek arası çizilmiş bir atmosferde, yıllar sonra evine dönen Yusuf’u kapıda yatan uyuz bir köpek, divanda tek başına oturmuş uzaklara bakan annesi karşılar. Annenin yalnızlığına, yoksulluğa ve yaşama hapsolmuşluğuna gönderme yapan sahnede, Yusuf gibi annenin de başka bir trajik hikayenin öznesi olduğu anlaşılır, tıpkı film ilerledikçe görülecek olan Eka ve Mikail gibi…

Yalnızlık, yabancılaşma ve eksik yaşanmış bir hayatın hayal kırıklığına dair hislerin yoğunluğu, filmin müzikleri ile etkisini arttırırken, müzik en çok da bu duyguların izleyiciyi ele geçirmesine neden olur ve izleyicinin kendi kişisel hikayesindeki travmatik hikayelerin ve benzer çaresizliklerin hatırlanır olmasına zemin hazırlar. İnsan denilen varlığın çaresizliği, yaşamı değiştirme yönündeki güçsüzlüğü ve yaşam denilene hapsolmuşluğu, her bir karakterin hikayesi ile izleyiciye ayna tutar. Bu trajik öznenin, eksiğini kapatmak için peşinde koştuğu arzusunun nedeni, onu var eden yokluğa dair sonucu olmayacak bir mücadeledir aslında. Sonbahar filmi, en çok da insana dair bu aczi görünür kılar.

Saatin tik-tak sesleri, Yusuf’un ömrünün kalan kısıtlı zamanını işaret ederken Yusuf, tıpkı Beckett karakterleri gibi çevresinde olan biteni hatırlamaya başlar. Eski fotoğraflar, geçmişe ait bir müzik, televizyona yansıyan Rus bale gösterisi ya da Rus artistik buz paten dansı, Çehov öyküsünden uyarlanan Vanya Dayı isimli film, hepsi aynı kurgunun; 90’lara ait ruhun, sosyalizm düşüncesinin birer parçası, aynı zamanda da kayıp nesneleri olarak filmde kendisine yer bulur.

Lacan’a göre öznenin varoluşu ikili bir ölüm ilişkisi içerisinde tanımlanabilir. Ölümün ilk evresi, annenin fallusundan ayrılmak ve gerçeğin alanından koparak kültürün, dilin alanına girmektir. Ötekinin alanında, ötekinin bakışına muhtaç olan özne, boşluk olarak atıldığı bu dünyada kendisini tamamlama fantezisi içine girdiğinde, haz ilkesi ve arzu nesneleri devreye girer bu fanteziye hizmet etmek üzere. Ben ötekiyse, var oluş daima ölüdür ve iki ölüş arasında özne, tekrar tekrar ölür. Ölüm ve arzu arasındaki bu ontolojik bağın asla doldurulamayacak bir eksikliği kapatmak üzerine kurulması ise ne büyük bir trajedidir. Eka’nın sorusu bu trajediyi daha da ortaya çıkarır; “Peki sen en güzel yıllarını sosyalizm için mi verdin?” En başa dönecek olursam, özne doğumla birlikte varoluşa dair temel bir soru sorar; “Ben kimim?” Beckett (1997: 301) Adlandırılamayan kitabını aynı soru ile başlatır; “Neredeyim şimdi? Kimim şimdi? Ne zaman şimdi?”

blank

Haz ilkesi, özneye eksiğini kapatmak için asla ulaşamayacağı şeyi vadeder. İnsan eylemlerinin en belirleyici özelliği bu arayıştadır. Ölümü bekleyen Yusuf’un, Mikail ile gittiği pavyonda aşkı bir telafi nesnesi olarak görmeyi tercih etmesinin nedeni de budur. Aşk, öznenin eksik bir varlık olduğunu kabul etmesi ve ötekinde, öteki aracılığı ile eksiğini kapatma arzusudur. Gürcü müzisyenler tarafından çalınan ve söylenilen Gürcü halk ezgisi olan Tu Ase Turpa isimli müzik, Eka ile Yusuf arasındaki dramatik yakınlaşmayı tanımlarken, aslında en çok da Yusuf’un ve Eka’nın yaşama dair yersiz yurtsuzluğunun altını çizer. Yusuf’un da Eka’nın da birbirlerine bakışları tamlık fantazisi ile ilgilidir, yani iki yersiz yurtsuz varlıktaki eksiği kapatma arzusu ile aşka düşerler.

Krapp’ın Son Bandı oyununda Beckett (1993: 64), Krapp isimli yaşlı, çökmüş bir adamın kendi kasetleri aracılığı ile geçmişi ile olan yabancılaşmasını anlatır. Oyunun sonunda perde kapanmadan karakter şöyle der: “Belki de en güzel yıllarım geçmişte kaldı. Bir mutluluk olasılığının var olduğu zamanlar. Ama artık geri gelmelerini istemem. Şimdi bendeki bu ateşle geri dönsünler istemem. Hayır istemem.” Beckett’ın karakterinin yaşamla yüzleşmesi, Cihan’la yıllar sonra buluşan Yusuf’un sohbetlerindeki yüzleş/eme/meye benzer görünür; “Abisi ne yapalım? Hayattan bizim payımıza da bu düştü. Ama hiçbir şey boşuna değildir. Yine yaşanması gerekiyorsa yine yaşarız” der Cihan bu sahnede.

Her organizasyonun iktidar yarattığını belirten Agah Aydın, namuslu bir zekanın ise her zaman iktidarın karşısında olmak zorunda olduğunu belirtir. İktidarın karşısında alınan pozisyonun sosyal yaşamı düzenlediğini (baba yasası), her simgesel yıkımdan yeni bir iktidarın çıkacağını söyleyen Aydın, insana dair çaresizliği hep yenilecek ama hep savaşacağız diye özetler bu sohbetinde.

Filmin son sahnesinde lapa lapa yağan kar, sonbaharın bitişinin, kışın gelişinin habercisidir. Yusuf’un bahçede yattığı bank, yürüdüğü yollar, karlarla örtülmüştür. Saat tik-takları, Yusuf’un bu dünyadaki zamanının bitişini işaret ederken, kameraya evde oturan anne ile oğul yansır. Annesi “belliydi kışın çok sert geçeceği” der, ölüm ile mevsim arasında paralellik kurarak. Bu sırada tulum çalmayı bırakan oğluna; “Bırakma Yusuf, eskiden ne güzel çalardın. Yine bir çalsana oğul” der, ayağa kalkar ve pencereye doğru ilerler. Artık oğul kadrajda yoktur ve onu gördüğümüz ilk sahnedeki gibi, yapayalnızdır anne.

blank

Önce bir haber fişeği, bir silah sesi, ardından da Ayşenur Kolivar’ın eşlik ettiği ağıt işitilir. Evin içinden dışarıya doğru zoom-in yapan kameranın kadrajına, sırtlarında tabut taşıyan köylüler girer. Oğula yakılan ağıt, tabutun içindekinin Yusuf olduğunu söylerken, izleyici film boyunca beklediği sonla yüzleşirken tekrar tekrar sarsılır. Söylenen ağıt, geride kalan anneye ne olacağına dair bir feryat, Yusuf’un “yaşanılamayan” ömrü için bir isyan ve adeta ölüme karşı bir haykırışa dönüşürken film, izleyicisini koskoca bir boşluk içinde yapayalnız bırakır. Filmin inşa ettiği dil fantazyayı sürdürürken Özcan Alper, Beckett’ın sözlerini adeta seyirciye fısıldar gibidir; “Hep denedin, hep yenildin. Olsun, gene dene, gene yenil, daha iyi yenil.”

Öteki Sinema için yazan Zehra Yiğit

Kaynakça

  • Samuel Beckett (1993). Krapp’ın Son Bandı (Tüm Kısa Oyunları) Çev.: Uğur Ün, ss. 51-64.
  • Beckett, S. (1997). Üçleme: Molloy-Malone Ölüyor-Adlandırılamayan. Ayrıntı.
  • Agah Aydın (2017), medyascopetv, Eksik Olan: Eksik Parçamız.
blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Ridley Scott, Alien’ın Hikayesini Çaldı mı?

Mario Bava’nın Planet of the Vampires’ını izlediğim anda Alien’da görüp
blank

Grindhouse Lives

Grindhouse Efsanesi, tam da beklenen yönetmenin elinden hayata döndürüldü. Genelde