Soner Sert kısa film damarını daha çok işçi sınıfının sorunlarıyla tutmaya çalışıyor, son filmi Baba’da işsiz kalan bir inşaat işçisini kendi konumu içinde sorguluyor ve onu farklı işlerin içine sokuyor. Bakanlık ödenekleri, kısa filmlerin festivaller içindeki konumu ve ülke gündeminin sürekli değişmenin etkilerini konuştuk kendisiyle. İyi okumalar…
Söyleşi: Banu Bozdemir
Filmlerinde toplumsal sorunlara zorunlu göç, işsizlik ve işçi sorunlarına değiniyorsun. Bunu bir amaç olarak yaptığını ve genelde bu konularda filmler çekmeye devam edeceğini söyleyebilir misin?
Evet. İşçi sınıfı ve toplumsal eşitsizlik üzerine filmler yapmaya çalışıyorum. Ve bunu yaparken de bu meseleleri propaganda konusu haline getirmemeye çabalıyorum. Hayata politik olarak bakabiliriz ama sinemaya daha insani olarak bakmalıyız bence. Çünkü sinema insanın hal ve hareketlerini anlamlaştırma sanatıdır. Ve bir insanın karşısına başka bir insan yerleştirerek anlamlandırma yerine bir sistem koyuyorum. Yani genel olarak çatışmayı ‘insan-insan’ yerine ‘insan-sistem’ olarak kuruyorum. Ve evet bunu yapmaya devam edeceğim.
Burdayım Burdayım filmini şimdinin politik atmosferi içinde nasıl kurardın, bir şeyler değişmiş olur muydu yoksa aynen devam?
Açılım mevzusundan sonra Kürtçe’nin özel okullarda öğrenilebileceği ile ilgili bir yasa çıkmıştı. Annemin bu yasaya tepkisi şu olmuştu. Eskiden(cumhuriyetin ilk yıllarında) insanlar konuşunca ceza(para) ödüyordu, şimdi konuşmak için para ödüyor. Muhtemelen buradan yola çıkarak ayrı bir hikaye yazabilirdim. Ek olarak bence Kürt proleterler için değişen hiçbir şey yok. Çocuğunu Kürtçe öğrenmesi için özel okula gönderemeyecek çünkü. Ayrıca özel okullar niye var, o da ayrı tartışma konusu.
Köprü’yü Van depremiyle bağdaştırmışsın… Belgesel gibi dursa da kurmaca etkileri taşıyan bir film. Tam olarak anlatmak istediğin neydi? Çoklu bir konu dokusu var zira…
Filmi yaparken belgesel yada kurmaca mı olur diye düşünmedim. İçimden geldiği gibi kurdum öyküyü ve türünü düşünmedim. Film, göçmen işçi meselesini ele aldığı içinde birçok konuyu barındırmalı diye düşündüm. Geçim sıkıntısı, ailenin yanında olamama, çalışma koşulları, Kürt olma gibi konular hikayeyi beslemeli diye düşündüm. Sinemada beni besleyen şey, ‘çelişki’. Bir hikayeyi kurarken yola çıktığım tek şeydir, çelişki. Bu hikayede de beni cezbeden şey o oldu diyebiliriz. İnşaat işçileri, başkalarının evini inşa ediyor ama kendi evleri çok daha kötü durumda…
Gelelim son filmin Baba’ya… Filmi her türlü duygudan soyutladığımızda babayı az da olsa cezalandırma isteğinde olduğunu söyleyebilir miyiz? Feodal yapısının getirdiği açmazlardan dolayı…
Cezalandırma demeyelim de, Brecht’e olan hayranlığımdan dolayı belki de, zıttıyla anlatmaya çalıştığım, yabancılaştırma ile de, bir hikaye oldu bu. Çünkü, muhtemelen bu işçi muhafazakar ve liberal bir siyasi hareketi destekliyor. Ve bunun farkında bile değil. Sadece görünen yüzüyle ilgileniyor. Ve kendince liberal ekonomide geçimini sağlayabileceği bir yol buluyor. Bu ona göre iyi olabilir, ama bağlı olduğu değerler açısından kötü. Zıttıyla anlatmak derken bunu kastediyorum. O bunu yapsın ama seyirci bunu yapmamalı.
Baba filminde adamın işsiz kaldıktan sonra çıplak modellik yapması yani adamı bu kadar uç bir iş dalına taşımanın sebeplerini sosyolojik ve ekonomik olarak nasıl açıklarsın?
Ekonomik olarak sistemin bir yerine bedeninin başka bir özelliği ile dahil olma çabası olarak değerlendirdim. Ki Türkiye’de yaşayan çoğu insan sahip olmadığı özellikleri olmasına rağmen geçimini başka yerlerden sağlıyor. Filmde ekonomi, sosyolojiye baskın çıkıyor. Zaten benim tartışmak istediğim asıl mesele de o. Biz hala feodalizmden kapitalizme geçemedik. Ve sanırım bunun için yıllar var.
Sanat işçi sınıfının uzağındadır genelde. İşçiler ekmeklerinin peşindeki adamlardır. Ama burada karakterimiz sanatın tam da içine düşüyor, orada sanat ve işçi arasına bir köprü kuruyor gibisin? Sence?
Evet, gönderme yaptığım şeylerden biri o. Ama sanat, işçi sınıfına karşıdan bakıyor. Onu resmediyor. Ki modelliği oradan geliyor. Ve bu sanat için çok tehlikeli bir şey. Çünkü resmettiği şeyin, duygu-durumu ile ilgilenmiyor. Sadece resmediyor. Ve filmde yaptığım şey, sanata karşı işçi sınıfının yanında yer alma isteğim. Ki tabloları, heykelleri gösterdikten sonra sifonu çekmem, heykeli düşürüp paramparça etmem bu sebepten.
Çok fazla kısa film festivali yapılıyor, artık bir kısa film birçok festivalde gösteriliyor ama genel kanı kısa filmcilere olan tavrın değişmemesi. Yani bir festival ayağının en mağdur ayağı kısacılar oluyor gibi, bu konuda neler söylersin?
Son olarak Ankara Uluslararası Film Festivali’nde olanı hep beraber gördük. Kısa film festivallerinin okul olduğunu düşünürüm ben. Çünkü olan bir şeyin(bir filmin) üzerinden yorumlar ve hatalarını anlamaya, kavramaya çalışırsın. Ancak bu ortamın genel olarak sinemacılara sunulması icap eder. Bu sadece kısa filmci meselesi de değildir. Keşke uzun metraj film yönetmenleri de kibirlerinden arınsa ve diğer yönetmen ile filmleri üzerine konuşabilse…
Ankara Film Festivali meselesine geri dönersek, orada olan kısa filmcilerin bir günlük ağırlanması koşulu idi. Bunun kısa filmciler için hiçbir yararı yok. Çünkü filmin üzerine diğer kısa filmciler ile konuşabilme durumu söz konusu değil. Bu ortamda sanatsal anlamda bir fayda beklemek mümkün değil. Ayrıca gönül ister ki ülkemizin bir kısa film sineması olsun. Hoş olmaz mı?
Olabilir tabii, neden olmasın. Peki bir filmde teknik mi içerik önemlidir senin için? Hangisinin öne çıkması için uğraşırsın?
İçeriğin teknikle bağlantılı olması gerektiğini düşünüyorum. Her hikayenin ayrı bir anlatılış tarzı var sanırım. Ama içeriğin anlatılmaya değer olması gerektiğini düşünüyorum. Yaptığım her filmden önce ‘bunu neden yapıyorsun?’ diye sorarım kendime. Tekniği sonra gelir…
Filmlerinin havası genelde sakin bir anlatım içeriyor, kısa filmde duygu anlatımı genelde minimalize tıpkı uzun filmde olduğu gibi. Sanki yönetmenler politik sinemanın bağırmasını değil de daha sakince, sanatsal derdini anlatmasının ister gibi, ne dersin?
Doğrusu da bu bence… Bir şeyi propaganda malzemesi haline getirmenin gereği yok sanırım. Bu eseri iticileştirir sadece. Gerekirse filmden sonra ben slogan atarım, film atmamalı.
Festivallerde genel olarak aynı filmlerin öne çıkması ve ödül kazanması konusunda görüşlerin?
Film iyiyse öne çıkabilir elbette. Ancak kısa filme 100 bin Euro harcayıp da Yozgat’ın bilmem ne köyündeki film festivaline gönderecek kadar dar bakışlı olmamak gerekir. Filme o kadar para harcıyorsan biraz da ticari düşünüyorsun demektir. Dolayısıyla hem kendini tatmin edebilmek hem de maddi açıdan bir getirisi olsun istiyorsan Avrupa’daki festivalleri tercih etmeli insan. Aksi halde orada başarısız olduğun için buraya gönderiyorsun gibi bir algıda söz konusu olabilir.
Bakanlıktan destek aldın mı hiç? Alıp almamana göre fikrin?
Yedi senedir ısrarla reddediliyorum. 100’ün üzerinde kısa film festivaline katıldım, ödüller aldım. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Bölümü’nü bitirdim ve şu anda Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Sinema üzerine yüksek lisans yapıyorum. Belli ki bu saatten sonra gıda sektörüne geçmeyeceğim, bakanlık neden hala destek vermiyor aklım almıyor. İsmimin üstü çizildiyse de haber versinler, boşuna kargo parası göndermeyeyim.
Şunu belirtmekte fayda var ayrıca. Ölene kadar bakanlık desteği için başvuru yapacağım. Çünkü benim bu ülke yurttaşı olarak o parada hakkım var. Eğer devlet benden vergi alıyorsa, askerlik yapmamı istiyorsa, fonuna başvurmak da hakkım. Ancak ısrarla destek almıyorum. Niye bilmiyorum.
Kürt kısalarının ve kısacılarının hakim olduğu bir süreç var son yıllarda, bu konudaki düşüncelerin?
Çünkü Kürtlerin hikayeleri var. Ve gerçek anlamda barış için sinema daha doğrusu sanat öncü olacak diye düşünüyorum.
Bundan sonra çekmek istediğin filmin konusu belli mi? Belki de uzun olur…
Evet. Uzun metraj bir film yazıyorum şimdilerde. Kadın işçi meselesi üzerine çalışıyorum.
Ülkenin sürekli değişen gündemi senaryo düşünürken etkiliyor mu sizleri? Habire değişen bir gündem…
Bu bence sinemacıları besliyor. Çünkü devlet, adaletsizlik, eşitsizlik ve özgürlük konularında her an her saniye malzeme veriyor. Fakat, televizyona bir adam günde üç öğün çıkıp ülkenin çok demokratik filan olduğu iddia ediyor. Başta söylemiştim, çelişki yaptığım sinemanın özünü oluşturuyor.
Takip ettiğin kısacılar ve tabii uzun film çekenler?
Marmara Güzel Sanatlar Sinema Bölümü’ndeki çoğu devre ve üst devre arkadaşlarımla görüşüp sinemalarını takip ediyorum. Semir Aslanyürek’in askerleriyiz!
Sormadığım söylemek istediklerin?
Canının sağlığı
Soner Sert’in Köprü adlı kısa filmini bu linkte izleyebilirsiniz
Soner Sert’in Burdayım, Burdayım adlı kısa filmini bu linkte izleyebilirsiniz