Fareli Köyün Kavalcısı
Yakın Türkiye tarihinde de yeri olan Kore Savaşı, 1950-1953 yılları arasında, Kuzey Kore ile Güney Kore arasında gerçekleşmiştir. Soğuk Savaş döneminin ilk sıcak çatışması sayılan savaş, önce ABD ve müttefiklerinin, daha sonra da Çin’in müdahalesiyle uluslararası bir boyut kazanmıştır. Kore Savaşı sonunda Kore’nin bölünmüşlüğü korunmuştur. Savaş, 1953 yılında fiilen bitmesine rağmen, 2009’da Güney Kore ve Kuzey Kore arasında imzalanan ateşkes antlaşmasına kadar resmen devam etmiştir. Sonnim, Kore Savaşı’nın hemen ertesinde geçiyor.
Kim Kwang-tae’nin yazıp yönettiği ilk film olan Sonnim, büyük oranda Fareli Köyün Kavalcısı olarak bildiğimiz efsaneye dayanarak kurgulanmış bir öykü üzerinden ilerliyor. The Pied Piper of Hamelin, the Pan Piper ya da the Rat-Catcher of Hamelin olarak bilinen efsane, Orta Çağ’da, Almanya’nın Hamelin kasabasında geçer ve kabaca şunları anlatır: Farelerin istilasına uğrayan kasabanın başkanı, minik istilacılardan kurtulmak için renkli kıyafetleriyle dikkat çeken bir kavalcıyı kiralar. Kavalcı, sihirli kavalını çalarak fareleri peşine takıp nehre düşmelerini sağlar ve bütün fareler boğulur. Ancak kendisine söz verilen para ödenmez. Bunun üzerine intikam yemini eden kavalcı, yine sihirli flütünü kullanarak kasabanın çocuklarını alıp bir mağaraya götürür ve bir daha kimse onlardan haber alamaz.
Kore Savaşı sona ermiştir. Bir bacağı sakat olduğu için topallayarak yürüyen Woo-Ryong ve on yaşındaki oğlu Young-Nam, yaya olarak Seul’a gitmektedir. Savaşta karısını kaybeden Woo-Ryong, şehre gittiğinde tüberküloz olan oğlunu iyileştirebileceğini düşünmektedir. Yolculukları sırasında giriş yolu gizlenmiş, ormanla kaplı derin bir vadinin içerisine kurulu bir köye denk gelirler. Dinlenmek için birkaç günlüğüne kalmaya karar verdikleri gizemli köyde birtakım garipliklerin döndüğünü anlamaları uzun sürmez.
İki Ucu Boklu Değnek
Kaval çalıp seyyar ilaç satıcılığı yaparak geçinen Woo-Ryong ve küçük oğlunun, son durağı Seul olan uzun yolculuklarını takip etmeye başladığımız ilk günün gecesinde, eski bir sığınakta konaklamaya karar veriyorlar. Gece boyunca yağan şiddetli yağmura eşlik eden Woo-Ryong’un çaldığı kaval, ortama masalsı bir hava katıyor. Artık kavalın gücünden mi, fırtınanın şiddetinden mi yoksa kaderin karşı konulmaz gücünden midir bilinmez, ormanın içine doğru giden bir patikayı gizleyen, ağaç dallarından yapılma bir engel, yere düşerek yolu açıyor ve sanki ilahi bir çağrıyla yorgun baba oğlu içeri davet ediyor. Daha ilk dakikalarda yakalanan masalsı hava, baz aldığı efsanenin daha sonradan birçok masala uyarlanmasından da aldığı destekle, finale kadar kaybolmuyor. Patikayı takip etmeye karar veren baba oğlun başına kötü bir şeylerin geleceği, en baştan hissettiriliyor ama masalsı havanın da etkisiyle bir şekilde bütün belaları bertaraf edeceklerine dair kuvvetli bir inanç da oluşuyor.
Patikanın sonunda derin bir vadinin içerisine kurulmuş bir köye ulaşıyorlar. Öyle çok kalabalık bir köy değil, sadece yirmi-otuz kişi yaşıyor. Daha ilk andan itibaren köyde bir gariplik olduğunu anlıyoruz. Köylülerin Woo-Ryong ve oğlu Young-Nam’a karşı tavırlarına şaşkınlık ve tedirginlik hâkim.
Köyün şefi ile yaptıkları konuşmada neden Seul’a gittiklerini de öğreniyoruz. Amerikalı bir doktor, bir ay içinde Seul’a gelirlerse çocuğu tedavi edeceğini söylemiş. Üzerinde İngilizce “Kiss my ass monkey” (kıçımı öp maymun) yazan bir kâğıt parçasını yanında taşıyan Woo-Ryong, bunun Amerikalıyı bulacağı bir hastane adresi olduğunu düşünüyor ve etrafında kimse İngilizce bilmediği için film boyunca öyle sanmaya devam ediyor. Sonnim, bu küçük detay ile ABD’nin (ya da diğer emperyalist ülkelerin) Kore’ye (ya da sömürgeleri gördükleri diğer uluslara) karşı küçümseyici bakış açısına hafifçe dokunduruyor, belki de cahil kalan ulusların sömürülmeye mahkûm olduğunun altını çizmeye çalışıyor. Aynı konuşmada, ironik bir şekilde, köylülerin savaşın bittiğinden haberi olmadığını da öğreniyoruz. Köyün şefi, köylüler üzerindeki hâkimiyetini sürdürmek için savaşın bittiğini onlardan saklamış. Böylece sağ kolu olan hırslı ve acımasız oğlu Nam-soo ile beraber, onları hapsettiği kapalı alanda yaşamlarını (ve hükümranlıklarını) sürdürmeye devam etmişler. Köyün şefine savaşın bittiğini kimseye söylemeyeceğine dair söz veren baba oğul, köyde birkaç gün dinlenme izni koparmayı başarıyor.
Bedeli Ödenen Günahlar
Sonrasında tahmin edileceği üzere fare problemi ayyuka çıkıyor ve efsanede olduğu gibi işi çözmek kavalcıya düşüyor. Fareler, filmin dengesini ayarlamada önemli bir görev üstleniyor. Aynı zamanda köylülerin günahlarını da temsil ettiği için öyküde de önemli bir yere sahip. Tamamen CGI ile çözülen fareler, görsel açıdan bir hayli zayıf kalıyor ama işlevini yerine getirdiği için hoş görülebilecek bir eksiklik. (Bruno Mattei’nin Rats: Night of Terror (1984) filmine selam olsun!)
Sonnim, başta da bahsettiğim gibi masalsı bir havada başlıyor ve uzunca bir süre aynı şekilde devam ediyor. Köyün sakladığı sırlar sırayla ortaya çıktıkça işler karışıyor ve final bölümünde, ucuz B-filmleri aratmayacak dehşet anlarına ev sahipliği yapan bir geceyarısı filmine dönüşüyor. Sessiz sakin ilerlerken birden ortaya çıkan bir şiddet patlaması ile yön değiştiren Asya filmlerinin formülünden faydalandığı gözlemlenen Sonnim, kapalı bir topluluğu ziyaret eden bir yabancının, bilerek ya da bilmeyerek topluluğa ait sırların ifşa edilmesine neden olduğu modelden de fazlasıyla yararlanıyor. Tüm dünyada bilinen Fareli Köyün Kavalcısı efsanesini, bu iki modelin içine yerleştiriyor ve öyküsünü bu şekilde anlatıyor.
Baba oğul arasındaki dokunaklı ilişki, Woo-Ryong’un köyün bekâr kadınlarından Mi-sook ile yaşadığı yakınlaşma, Woo-Ryong ve oğlunun kendilerini köylülere sevdirmeleri ve kabul görmeleri gibi sevimli detaylar ile köyün sakladığı sırlar, köylülerin başına musallat olan fareler ve köyün şefinin ve oğlunun acımasız planları gibi karanlık detaylar, dengeli bir biçimde veriliyor. Birtakım gizemler barındıran neşeli bir filmken karanlık tarafa geçen Sonnim, tapınma derecesine varan itaatkârlığın sonunun pek de hayırlara vesile olmadığını imliyor. İhanet, ikiyüzlülük ve intikam gibi temaların cirit attığı final bölümü amacına ulaşmakta güçlük çekmiyor. Sözün özü Kim Kwang-tae ilk filminde çarpıcı bir işe imza atmış. Bundan sonraki filmlerini merakla bekleyeceğim.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca