Sansür bu ülkenin başının belası, başından beri hem de. Sansürlenecek, aklınıza gelen ne varsa, sansürlenmiş. Akla zarar sansür uygulamaları ile eser-içerik üretenlere işkence edilmiş. Örnekleri alt alta sıralamaya kalksam binlerce sayfalık bir yazı yazmam gerekir o yüzden bir genelleme ile bu kısmı geçelim. Evet, arkadaşlar… Acı ama gerçek! Devletimiz bir sansür makinesidir!
Biz günümüzdeki sansür uygulamalarının sinemadaki ve televizyondaki durumuyla ilgileneceğiz ama ezberden bir “sansüre karşıyız!” söylemi yerine başka şeyler söylemek için. Yani iğneyi bırakıp çuvaldızı alıyorum elime, hep yaptığım gibi.
Biliyorsunuz, geçtiğimiz aylarda 60’ıncısı düzenlenecek olan Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Ulusal Belgesel Film Yarışması kategorisinden “Kanun Hükmü”nün çıkartılması sonrası başlayan kriz büyüyerek festivalin, festivali yapan belediye eliyle iptal edilmesine yol açtı. Film yarışma seçkisinden çıkarıldı, tekrar sokuldu, yine çıkarıldı. Kültür bakanlığı festivalden çekildi, sponsorlar da öyle. Bu arada sinema meslek birlikleri de film seçkiden çıkarıldığı için festivali protesto ettiler. Yarışmacı filmler de çekildi ve festival zamanı geldiğinde AKM terk edilmiş bir western kasabası seti gibi kalakaldı.
Halbuki, film seçkiden çıkarılmaz yola bu şekilde devam edilebilinirdi. O zaman da valilik festivali yasaklardı ama hiç olmazsa pimi çekilmiş sansür bombası iktidarın kucağında kalırdı. Sansüre karşı olanlar öyle bir eylem ve tutum içine girdi ki iktidar hiçbir şey yapmadan CHP’li belediyenin festivalini yok etti! Yerel seçimlerde Muhittin Göcek’in şansı olmadığı konuşuluyor, bakalım yeni (ve muhtemelen bir AKP’li başkanın düzenlediği) festival neye benzeyecek? Tarihe not düşelim: Altın Portakal’ı kaybettik!
Bu arada meraklısı için; Altın Portakal’ın kovulmuş direktörü Ahmet Boyacıoğlu, 10Haber’den Olkan Özyurt’a süreçle ilgili bir röportaj vermiş ve zehir zemberek açıklamalar yapmış. Okumak isteyene linki burada.
Röportajın şu kısmı benim de üzüldüğüm noktadır. Ahmet Boyacıoğlu diyor ki, “Ne yazık ki kimse festivalin iptal edilmesinin sinemamızı ne kadar olumsuz etkilediğinin üzerinde durmadı. Filmlerini festivale yollayan yapımcı ve yönetmenler alabilecekleri ödüllerden oldular. Forum’da projeleri olan yapımcılar önemli bir tanıtım olanağından yararlanamadılar. Aylarca çalışan ekibin emekleri boşa gitti. Bir yıl boyunca festivali bekleyen Antalyalı izleyicilerden kim özür dileyecek?”
Evet ancak daha da üzücü olan, bağımsız sinemacıların giderek azalan gösterim alanlarını yok etmek için hevesli gözüküyor olması. Kimse doğru bir durum değerlendirmesi yapamadı. 21 yıldır siyasal islamcı bir iktidar tarafından yönetilen bir ülkede “gidin orada oynayın” dercesine karışılmayan festivallere gerçekten karışılmıyor sanıyor herkes. Halbuki her şey valiliğin iki dudağının arasında ve maalesef iktidardan ödü kopan muhalefet belediyelerinde festival falan yapılamaz!
Ahmet Boyacıoğlu da aynı şeyi söylüyor. “Türkiye’de bir daha hükümeti eleştiren filmlerin gösterilebildiği bir film festivalinin yapılabileceğini pek sanmıyorum. Zaten Muhittin Böcek gibi belediye başkanları ile böyle işlere girmek de doğru değil. Yaşım ileri olduğu için ne yazık ki hükümetlerin sinemadan korkmadığı bir Türkiye’yi göremeyeceğim, ancak bu konuda yapacak bir şey yok.” diyor. Aynı umutsuzluğu ben de bünyemde barındırıyorum.
Gelelim televizyona! Kanallardan birinde Kızıl Goncalar diye bir dizi başladı. Muhafazakar toplum eleştirisi yapan bu dizi başladığı gibi bir cemaatin ve o cemaatten gelen şikayetler yüzünden RTÜK’ün oklarına hedef oldu. Dizi yayınlanmadı, kanal ceza aldı. Daha baştan bir ayağı kırılan dizinin başladığı gibi devam edebileceğini düşünen varsa saftır. Sansür makinesi yine kazandı!
Şimdi burada komik olan kısma geliyoruz, ülkemizin hiçbir işe yaramayan kazan kaldırıcıları yine “sansüre karşıyız” naraları attılar. Meslek örgütleri sosyal medya üzerinden kınamalar gönderdi vs. Sonra ne oldu, hiçbir şey! Hiçbir şey olmayınca da sansür makinesinin iştahı artıyor. Başka neyi yasaklasam diye düşünmeye başlıyor.
Halbuki, öyle bir ülkede yaşasaydık ki, bir dizi sansürlendiğinde tüm dizilerin senaristleri yazmayı, yönetmenleri çekmeyi, oyuncuları oynamayı bıraksaydı. Televizyon denen uyutma makinesinin kazanına odun atmasalardı bir süre. İşte o zaman bir şeyler değişebilirdi ama bu toplum o toplum değil, herkes işine-cebine bakıyor. Zaten televizyonda sansürü konuşmak saçma çünkü memleketin bütün kanallarına cebren ve hile ile girildi. Hepsi iktidarın propaganda enstrumanı.
“Abi sana da yaranılmıyor, festivaldekiler çekildi diye kızıyorsun, televizyondakiler çekilmedi diye” derseniz eğer. İkisi aynı şey değil. Biri hala seküler bir ülkede yaşadığımızı düşündürten bir oyun bahçesi, diğeri vatandaşı uyutma ve gütme merkezi!
Uzun lafın kısası; ülkemizde sansür vardır ama sansüre karşı duran yoktur. Kimsenin elinde tekere sokacak çomak yok. Bir zamanlar böyle değildi. Yeşilçamcıların hatıralarını okuyun, adamlar ne numaralar çevirmişler, lümpen takımı derler ama şimdikilerde o zeka da yok.
Sansüre karşıymış gibi yapanlara selam olsun. Herkesin boynu kıldan ince, onu görmekten başka bir şey yapmıyoruz!