Büyüleyici Orkide Tarlası, Aile Sırları, Kanlı Cinayetler…

Akademi Ödülleri ya da daha popüler ismiyle Oscarlar 1929 senesinden beri dağıtılmaktadır. Sinema dünyasının en çok ilgi çeken ödülleri, 1953’ten beri televizyon yayınıyla bütün dünyaya servis edilmekte ve artık günümüzde 200’den fazla ülkede canlı yayınlanmaktadır. Korku sineması, akademinin en çok sırt çevirdiği türlerin başında gelir. Zaman içerisinde çevrilmiş birçok kalburüstü korku filmi, ya bütünüyle görmezden gelinmiş ya da birkaç teknik ödülle geçiştirilmiştir. The Los Angeles Times’ın araştırmasına göre Oscar ödülleri için oy veren 5.700 akademi üyesinin %94’ü beyaz, %77’si erkek ve yaş ortalaması ise 62’dir. Bütün üyeler içinde 50 yaşın altındakiler ise sadece %14 gibi düşük bir oranda kalıyor. Bu rakamlara bakarak korku sinemasının neden göz ardı edildiğine dair bir fikir edinebiliriz belki.

Soul poster 12013 yılı mahsulü, Tayvan yapımı Soul hakkındaki bir yazıya neden Oscar ödülleri ile korku sineması arasındaki sevimsiz ilişkiye değinerek başladığımı merak ediyorsunuzdur. Soul, 2013 Oscarlarının yabancı dildeki en iyi film dalında Tayvan’ın adayı olarak yer alıyordu. Maalesef ilk dokuza kalmayı başaramadı.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Şehir merkezindeki bir suşi restoranında çalışan Ah-Chuan, işyerinde bayılır ve hastaneye kaldırılır. Depresyondan şüphelenen doktorlar genç adamda herhangi bir fiziksel soruna rastlamaz. İş arkadaşları, çevresine tepki vermeyen ve konuşmayan Ah-Chuan’ı babası Wang’ın yanına getirir. Gözlerden ırak, küçük bir köyde tek başına yaşayan Wang, dağın tepesindeki arazisinde orkide yetiştirmektedir. Tarladan eve geldiği bir gün Ah-Chuan’ın kız kardeşi Yun’u öldürmüş olduğunu gören Wang, oğluyla geldiğinden beri ilk kez konuşmayı başarır. Genç adam, Yun’u ve Wang’ı tanımadığını, Ah-Chuan’ın bedenini terk ettiğini ve bedeni boş görünce gelip yerleştiğini iddia eder. Kızının cesedini saklayan Wang, oğlunu (ya da oğlunun bedenine yerleşen gezgin ruhu) da dağın tepesindeki orkide tarlasında bulunan kulübeye kilitler.

Bazı filmlerin kendine has bir büyüsü vardır. Nasıl olduğunu anlayamadan izleyeni etkisi altına alır. Soul da bu tarz filmlerden biri. Bunun başta gelen sebeplerinden biri görsellik; sisle kaplı dağların ve orkide tarlasının insanın aklını başından alan görüntüleri bir yana, filmin hemen her karesi büyük bir özenle tasarlanmış izlenimi uyandırıyor. Tek kelimeyle harika görüntü yönetimi büyük bir alkışı hak ediyor. İkinci önemli unsur ise daha ilk kareden itibaren filmi bütünüyle ele geçiren gerilim ve gizem duygusu. Yun’un öldürülmesi ve Wang’ın bu cinayeti büyük bir soğukkanlılıkla karşılayıp cesedi saklaması gibi gelişmeler izleyenin kafasında büyük soru işaretleri oluşturuyor. Sonrasında ortaya dökülen aile sırları, olayların anlaşılmasına bir nebze de olsa yardımcı oluyor ama gerilim ve gizem duygusu zirvedeki yerini finale kadar terk etmiyor.

Soul orta

Filmin sırtını dayadığı ikilemlerden biri de Ah-Chuan’ın durumu. Ah-Chuan’ın bedenine gerçekten gezgin bir ruh mu yerleşmiştir, yoksa genç adam ağır bir akıl hastalığından mı muzdariptir? Korku sinemasının vazgeçilmez öğelerinden biri olan doğaüstü ile bilimin çarpışması, kelimenin tam anlamıyla Ah-Chuan’ın bedeninde vücut bulmuş gibidir. Film boyunca kartlarını iki tarafa da eşit oranda oynayan Soul, finale kadar açık vermemeyi tercih ediyor.

Oldukça dingin bir havada ilerleyen Soul, bol kanlı cinayet sahneleri ile izleyeni kısa süreliğine de olsa afallatmayı iyi beceriyor. Uzakdoğu Sineması’nın alışılageldik marka özelliklerinden biri olmaya başlayan bu dinginliğin ortasında aniden ortaya çıkan şiddet sahneleri, doğru kullanıldığında etkisini katbekat arttırıyor ki Soul doğru kullanım için gösterilebilecek en doğru adreslerden birisi.

Film, gezgin bir ruhun boş bir bedeni ele geçirmesi gibi doğaüstü bir olayı anlatır gibi görünüyor ama aslında tamamen Wang ile Ah-Chuan (yani baba ile oğul) arasındaki sakat kalmış ilişkiye odaklanıyor. Yani hemen hemen benzer bir doğaüstü olay üzerine kurulu Insidious serisi gibi içi boş bir korku gösterisinden ibaret değil. Her sahnesi dolu dolu ve izledikten sonra üzerinde saatlerce konuşulacak tarzda, kafa açıcı bir film.

Chung Mong-Hong’un yazıp yönettiği Soul, ‘slow burner’ sevenleri mest edecek, psikolojik yanı ağır basan, yavaş tempolu bir korku gerilim. Bu tarz filmleri sevenler kaçırmasın.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The 36th Chamber of Shaolin (1978)

Gelmiş geçmiş en ünlü kung-fu filmi olarak kabul edilen The
blank

From Up On Poppy Hill (2012)

Tepedeki Ev’in, Tetsurô Sayama’nın 1980 tarihli shojo manga’sına dayanan hikâyesi