Sizlere sitede yazmamın en önemli nedeni, (kendi egomu tatmin etmek dışında) çıktığım sinema yolculuğunda keşfettiğim durakları insanlarla paylaşmak istemem… Sinema o kadar geniş bir dünya ki, bir gün sevdiğiniz bir türe ait mutlaka gözden kaçırdığınız bir filmle karşılaşabilirsiniz. Özellikle distopik bilim kurgu filmlerine karşı sevgi besleyen bir izleyici olarak yeni keşfettiğim, belki birçoklarınızın seneler önce seyrettiği bir filmden bahsetmek istiyorum.
Soylent Green adlı 1973 yapımı filmimiz Harry Harrison tarafından kaleme alınmış Make Room! Make Room! adlı Nebula ödüllü bilim kurgu romanından uyarlanmış. Günümüzde global ısınmanın yarattığı problemler, ilerleyen zamanlarda yiyecek sıkıntısı yaşayacak olmamız gibi gerçeklerin ne gibi sonuçlar doğurabileceğini gösteren ilginç bir hikaye ile karşı karşıyayız.
Richard Fleischer’ın yönettiği film Ben-Hur ve Maymunlar Cehennemi gibi filmleri ile özellikle yetmişlerin idollerinden olan kısa zaman önce aramızdan ayrılan aktör Charlton Heston’ı baş role taşıyor. Elindeki pompalıyı havaya kaldırıp kişisel silahlanma destekçisi olduğunu öğrendiğimden beri kendisine saygımı yitirsem de Heston’ın bilim kurgu severler için önemli bir isim olduğunu da unutmamak gerekir.
Bu yazı filmle ilgili spoiler içerir, izlemeyenlerin dikkatine!
2022 yılında geçen filmde nüfus artışı yüzünden dünya üzerinde yiyecek stokları erimiş ve insanlar açlık çekmeye başlamıştır. Ender bulunan sebze, meyve, et gibi gıda maddeler çok yüksek fiyatlara satılmakta ve ancak çok zengin kişiler tarafından tüketilmektedir. Yöneticiler yeşil, sarı ve kırmızı Soylent(isim sol-soya ve lent-lenf gibi bir bileşimden çıkmış) adlı gofrete benzeyen yiyeceklerle halkı açlık sınırında tutmaktadırlar. New york polis departmanı Detektifi Robert Thorn(Heston) ve yaveri Solomon ‘Sol’ Roth(Edward G. Robinson) yeni düzen içinde ayakta durmaya çalışman iki ev arkadaşıdır. Sol her gün, eski güzel günlerden kalan hatıralarını Thorn ile paylaşmakta ve dünyanın insanlar tarafından ne hallere getirildiğini anlatmaktadır. Thorn ise çok da anlaşamadığı bu dostunun araştırma gücünü kullanarak vakaları çözmektedir.
Şehrin yüksek sosyetesinden William R. Simonson (Joseph Cotten)’ın evinde kafasına aldığı bir darbe sonucu ölü bulunması, Thorn’u basit bir soygunun ötesinde ortada büyük bir dava olduğunu düşündürür.
Vakayı araştırdıkça, Thorn Simonson’un Soylent’le ilgisini öğrenir ve ip uçları kendisini tehlikeli bir yola sürükler. Geldiği nokta Thorn insanların Soylent Green üretimi için kullanıldığını öğrenir. Soylent Green is people! Sözü ile de film hafızalara kazınır böylece. Şirket insan üretimini bir yandan tetikleyerek daha çok ham madde sağlamakta bir yandan da daha çok tüketici yaratmakta ve böylece gücünü arttırmaktadır.
Film Thorn’un yalnız çalıştığı zamanlardan çok Sol ile beraber olduğu bölümlerde oldukça eğlenceli oluyor. İkilinin kimyası ve birbirlerini çekememe ilişkisi filmi tetikliyor. 101 İnci filmini tamamlayan Edward G. Robinson’un film çekildikten kısa bir süre sonra kanserden dolayı ölmesi de sinemaseverler için filme ayrı bir anlam katıyor.
Çekim teknikleri bakımından yer yer oldukça başarılı olan bu distopya destanı, yıllar içinde birçok yönetmene de malzeme olmuş. Filmi izlerken özellikle 28 gün sonra‘da Danny Boyle’un bu filmden ne kadar etkilendiği dikkatimi çekti. Açılış sahnesindeki, televizyondan verilen haberlerle olayların anlatılması, evden çıkarken Thorn’un merdivenlerde istif olmuş şekilde yatan insanların(adeta Boyle’un zombileri) üzerinden atlayarak ilerlemesi sanki aynı filmi seyrediyormuşuz hissi veriyor. Ayrıca Simpsonlardan South Park’a, Millenium’dan Saturday Night Life’a kadar pek çok popüler kültür ürününde Soylent Green is people! Sözlerine ve filme göndermeler bulunuyor.
Siz de benim gibi distopik gelecek filmlerine meraklıysanız bu cevheri kaçırmayın derim. Senaryo ise senaryo, ortam ise ortam, oyunculuksa oyunculuk her şey kararında.
Masis Üşenmez
Filmi henüç çocukken, Samsun Zafer sinemasında izlemiş çok da beğenmiştim. Tabi Çocuk aklım filmin distopik sosyal mesajından ziyade çatışma duygusu ve aksiyonunu algılamıştı. Bu filmi yeniden seyretmek için çok doğru zamanlar olduğunu düşünüyorum. Malum, küresel ısınma ve nufus artışı yüzünden gıda fiyatlarında ki artışı ve kıtlık denen şeyin nasıl da çabuk gelebileceğini gördük.
Gene çok güzel bir yazı olmuş, bilinmedik ama seyredilmesi gereken bir film.
Ama “Thorn insanların Soylent Green üretimi için kullanıldığını öğrenir. Soylent Green is people!” kısmı çok ama çok ağır spoiler olmuş. Bu tip spoilerlerden önce ufak bir uyarı yazılırsa daha iyi olur diye düşünüyorum. Zaten diğer yazılarda bu ölçekte bir spoiler dikkatimi çekmemişti ama bunda belirteyim dedim.
ya filmi izlememiştim ama… niye okudum sanki :S
70’ler distopik bilimkurgu’nun en verimli çağı, bu film de kendi türünün klasiklerinden biridir arkadaşlar. 80’lerde bu tür evrimleşerek Mad max ve klonları tarafından temsil edilmiş ama içerik bakımından zayıf kalmıştır.
not: sayfaların altı yorum kaynamaya başladı. Bir kişi yazarsa herkes yazıyormuş onu anladım. yazılara gelen yorumlar yazan için gerçekten büyük tatmin sağlıyor. hepinize teşekkürler.
Yazarken düşündüm spoilerı verip vermeme konusunda genelde seyretmeyenlere bırakmayı severim süprizi ama soylent green is people sözü edilmeden bir soylent green yazısı yazılmıyor. Murat eklemiş zaten spoiler ibaresini sorun çözülmüştür umarım.
En son Cloud Atlas – Bulut Atlası filminde de bariz göndermeler vardı. “Soylent Green is people” repliği sanırım anlaşılmamış ki, yanlış çevrilmiş. Bence aynen bırakılmalıydı. Ayrıca gelecekte geçen hikayede işçilerin yedikleri madde tıpkı Soylent Green gibi yine işçilerden imal ediliyordu.