Special Executive for Counter-intelligence, Terrorism, Revenge and Extortion
Bond serisinin yasal yayıncısına göre yirmi dördüncü, bana göre ise yirmi beşinci filmi olan Spectre, Kasım 2015’te vizyona girmişti. Aslında birisi TV filmi, birisi parodi olmak üzere toplamda 27 Bond filmi var. Yirmi beşinci olarak saydığım 1983 yılı yapımı Never Say Never Again (Asla Asla Deme) ise Sean Connery’li son Bond filmi.
Spectre hakkında karmaşık düşüncelere sahip olduğum için üzerine bir şeyler yazmayı erteledim. Ancak filmin tema şarkısı Oscar alınca, şarkı ve film üzerine kendi adıma bir iki not düşmek şart oldu. Daniel Craig’e ısınamayanlar arasında yer almama rağmen bir önceki film Skyfall’u oldukça çok beğenmiş, serinin Craig ile iyi bir açılım yapabileceğini düşünmeye başlamıştım. Bütün bunların üzerine yeni filmde Spectre olacağı telaffuz edildiğinde Daniel Craig’li iyi bir Bond filmi izleyeceğimi düşünmüştüm.
Bu konuda canımı ilk sıkan, bütün medyanın ağız birliği etmişcesine 1971 yılından beridir Spectre’nin Bond filmlerinde gözükmediğini yazması oldu. Oysa bu tamamen Eon imzalı filmlerle ilgili bir gerçekti. Yukarıda belirttiğim 1983 yılı yapımı Never Say Never Again filminde Sean Connery Spectre’ye karşı mücadele eder. Eon istediği şekilde saymayabilir ama James Bond üzerine bir iki şey yazıyorsak yasal olan her şey bizim için vardır, o yüzden Never Say Never Again hesaba katılmalıdır.
Spectre’ye dönecek olursak filmin açılışı içimdeki pozitif düşünceleri onaylayan bir başlangıç olduğu için epey umutlandım. Mekan olarak bu sefer Meksika ve Ölüler Günü karnavalı seçilmiş. Bu cümbüş içerisinde son sahnede yer alan helikopter sahnesi ile en iyi James Bond başlangıçlarından bir tanesine imza atmış yönetmen Sam Mendes.
Spectre’ye yakışır bir başlangıca rağmen filmin temposu film ilerledikçe giderek düşüyor ve Sam Mendes bu sefer de en kötü James Bond finallerinden bir tanesine imza atıyor. Aslında filmin temposunun düşeceği o ihtişamlı girişten sonra devreye giren Sam Smith imzalı Writing’s On The Wall ile de kendini belli ediyor. James Bond şarkılarını tarzım olmasa da severim, filmin ruhunu çok iyi yansıtan şarkılar vardır (bkz. Skyfall ve Thunderball). Ancak Sam Smith bence en kötü 3 Bond şarkısından birisine imza atmış. Şarkıda bir James Bond havası bulamadığım gibi oldukça baygın temposu ile filmin o müthiş açılışındaki tempoyu da yok ediyor. Ennio Morricone’nin oskar aldığı bir yerde bu şarkının en orijinal film şarkısı ödülünü alması bence büyük bir ayıptır.
Nedir bu Spectre?
Spectre yasadışı bir teşkilat olarak 50’li ve 60’lı yılların polisiye ve casusluk bakış açısındaki dinamizmi ve gizliliği gösteren çok iyi bir teşkilattı. Hem hiç beklenmedik oyuncakları, icatları karşınıza çıkartabilecek hem de kolay kolay beli bükülmeyecek bir organizasyon olarak Sovyet-Amerikan gerilimi üzerine kurgulanmış dünyamıza farklı bir hava da katıyordu. Ayrıca Spectre ile mafya bağlantısı çok daha yüzeysel işlenmesine rağmen her zaman mafya üstü bir organizasyon olduğunu çok net anlatmıştı. Zaten bir Spectre parodisi şeklinde gelişen Fantomas’ın başarısı da bu formülde gizliydi.
Herge’nin Tenten’i, Pembe Panter, Fantomas, Matt Helm ve hatta The Prisoner gibi yapımlarda yer alan düşman organizasyonlar için bilinmezlik en önemli anahtardı. Bence Sam Mendes’in işlemeye uğraştığı ama bir türlü başarılı olamadığı nokta da bu. Monica Belluci’li kötü yazılmış sahnelerin ardından her şey çok hızlı gelişiyor. Bu hızlı gelişimin ardından 007, Polat Alemdarımsı bir şekilde Spectre’nin Roma’daki çok gizli toplantısına giriyor. Keza bu toplantıdaki sunum da Kurtlar Vadisi dizisinden daha yapay bir şekilde işleniyor. Spectre’nin filmin başları sayılacak bir noktada ortaya çıkışı bence organizasyonun büyüsünü de ortadan kaldırıyor. Ayrıca eski filmlerde dokunulması ve ulaşılması oldukça çetrefilli bir yapının bu şekilde sunulmasını da Spectre’ye yapılmış bir haksızlık olarak görüyorum. Kısacası organizasyon alelade bir mafya organizasyonu halini almış.
Yorgun Savaşçı Daniel Craig
Filmin bundan sonrası da Sam Mendes’in aslında Spectre’nin o kadar da basit olmadığını, zorlu bir düşman olduğunu göstermeye adanmış gibi gözükse de bence iş işten geçtiği için durumu pek toparlayamıyor. Christoph Waltz’ın karizmatik ortaya çıkışı veya güzeller güzeli Lea Seydoux’un konuya dahil olması ve babası ile olan karmaşık ilişkisi senaryonun ve haliyle Spectre’nin yüzeyselliğini ortadan kaldıramıyor.
Ayrıca Danile Craig’in tükenmiş bir James Bond tavrı da gözlerden kaçmıyor. “Son filmi çeksem de şu işten kurtulsam” diye düşündüğü yazılmıştı ancak bunun filme yansıması beni şaşırttı. Sonuçta James Bond kendine ait hayran kitlesi ve koleksiyoncuları olan ve en kötü filmi bile televizyonlarda gösterilen bir film. O yüzden bir aktörün bu rolden sıkılmış olabilmesini de aklım pek almıyor.
Etkisiz Eleman Blofeld
Filme dönecek olursak filmin bence en kötü sahnesi Blofeld’in Bond’u ve kızı yakaladığı ve gerçeklerin arka arkaya açıklandığı işkence sahnesiydi. EuroSpy filmlerini sevenler için Blofeld yenilmesi zor, oldukça kurnaz bir düşmandır. Bunun altında korkaklığına karşın karizmasını hiç kaybetmemesi ve her zaman B hatta C planının olması yatar. Bond’un çocukluğu ile Blofeld arasında kurulmak istenilen hikaye, Q’nun yetiştirenlerden olması gibi detaylar da ilginçtir Kurtlar Vadisinin ilk sezonlarında işlenmiş bir kalıptı. Hani Türk Aksiyon filmlerinin Bondları taklit ettiği, kopyaladığı, müziklerini kullandığı yerden bu noktaya gelmiş olmak iyi midir bilemiyorum. Senaryo açısından Spectre filminin “Spectre” ismi altında ezildiğini kelimelerle anlatmak epey güç.
Film ortadan itibaren oldukça hızlı gelişiyor ancak sırtını iyi bir senaryoya dayamadığı için pek çok şey havada kalıyor. Dört filmdir ajan olarak piştiğini izlediğimiz 007 için pek hoş bir durum değil bu. Açıkcası Lea Seydoux’nun canlandırdığı Dr. Madeleine Swann karakteri bile çok daha sağlam gelişme gösteren bir karakter ve maalesef Blofeld tüm gösterişine ve Waltz’a rağmen takıntılı bir etkisiz eleman gibi kalmış. Yani Blofeld’in durumu Bond’dan da beter. Hele hele oldukça ilginçleşebilecek işkence sahnesindeki kopukluk ve yapaylık bana garip geldi. Sonrasında Sam Mendes önüne geleni Micheal Bay’cesine patlatarak kahramanlarımızı kurtarıyor.
Filmin en başında yaşadığım tema müziği hayalkırıklığının aynısını bu sefer Blofeld’in yakalanma sahnelerinde yaşadım. Filmin özellikle son yarım saati için “olmamış” demekten başka birşey yazmaya elim gitmiyor. Blofeld’in helikopterininin düşürülme şekli, Sam Mendes’in de James Bond’dan sıkıldığını düşündürttü. Sonuçta film izlediğim en tırışka James Bond finali ile sonlandı. Böylesine 80’li yıllarda yapılmış Bond klonu filmlerde bile rastlamak mümkün değildir.
[box type=”error” align=”aligncenter” class=”” width=””]
Filmde nelerin boşa harcandığını listeleyecek olursam:
1- Blofeld.
2- Mr Hinx: Gerçek ve kült olabilecek bir karakter 4-5 yumruğa harcanıyor.
3- Monica Belluci: Kendisinin her daim hayranıyız. En yaşlı Bond kızı olabilir ama en gereksizler arasına da girdi.
4- Sam Smith / Writing’s On The Wall: Keşke Radiohead seçilseymiş, o mıymıntı vokal bile daha iyiydi.
5- James Bond: Daniel Craig bu filmde son kez Bond’u canlandırsa fena olmazdı.
6- Spectre: Yukarıda uzun uzun anlattım.
7- Andrew Scott: Keşke Max Denbigh yerine daha farklı bir rolde ve daha aktif kullanılsaymış, tadından yenmezmiş. [/box]