Daha bir kaç gün önce Paranormal Activity‘i izlememiş olsaydım, bu büyük filmmiş gibi yapan küçük bütçeli yapımı bağrıma basıp hatalarını görmezden gelerek tür meraklılarına tavsiye edebilirdim belki…

splinter

Ama Can Evrenol’un sağladığı ayrıcalık ve Masis Üşenmez’in verdiği lojistik destek ile izleme imkanına kavuştuğum sıfır bütçeli Paranormal Activity, tür ne olursa olsun iyi bir filmin neye sahip olması gerektiğini suratıma yeniden çarptı.

İyi bir filmi iyi yapan pek çok sebep vardır elbette; müzik, kurgu,oyunculuk vb. ama bir filmi iyi olmaktan orijinal olmaya ve bu yüzden de en iyisi olmaya götüren şey, fikirdir; basit ama iyi bir fikir!

30 yıldır izlediğimiz Hollywood eğlence sinemasının ön mimarları George Lucas ve Steven Spielberg’in 70’lerin sonunda böyle bir fikirleri vardı. 50’lerin Orman maceralarını  ve Flash Gordon gibi uzay macerası seriyallerini alıp hiç olmadıkları kadar ciddi bir biçimde ama eğlence yüklerini boşaltmadan yeniden çekmek… Aslında sadece uygulamada orijinal olan bu fikir sonraki yıllarda selefe saygı ve hayranlık kavramları unutularak arsızca yağmalandı ve epeydir sinemaları istila eden konservelere cesaret kazandırdı. Bugün yazacağımız Splinter‘da “herşeyden çalar, kendi tarifimi yaparım!” efeliğinde gezinen ama yaratıcı dehadan yoksun önemsiz bir korku filmi olarak 2009 Türkiye vizyonunda kendine yer buldu.

Tabi bir de The Fall ya da [REC] gibi  başyapıtları bile bize çok gören film getiricilerinin bir *STV filmini  bu kadar önemseyip tv teaser’larıyla da gözümüze iyice sokup bize kaktırmak istemelerinden de huylandığımdan filme baştan önyargıyla yaklaştığımı kabul ediyorum.

Filmimizin konusu gayet sıradan: Yıldönümlerini kutlamak için romantik bir hafta sonu geçirmek isteyen genç çift Polly ve Seth, ormana kamp yapmaya gider. Ama polisten kaçan bir tutuklu olan Dennis ve uyuşturucu bağımlısı kız arkadaşı Lacey tarafından rehin alınırlar. Dennis’in amacı sadece onlardan yararlanıp polisten uzaklaşmak iken, gece yarısı bir otobanda insan kanıyla hayatta kalan bir ”şey”le karşı karşıya kalırlar. İnsanın içine girip yavaş yavaş hayat bitiren bu canlıdan kurtulmak için artık birlikte hareket etmek zorundadırlar.

Film, Screamfest 2008 – Festival Trophy Ödüllerinde En İyi Görsel Efekt, En İyi Makyaj, En İyi Müzik, En İyi Kurgu, En İyi Yönetmen, En İyi Film seçilen Splinter; Empire Magazine , The New York Times gibi önemli yerlerden iyi eleştiriler almış ve IMDB kullanıcı yorumlarında da epey övgü var (yerin dibine batıranlar da mevcut tabi).

Splinter o kadar çok filmle etkileşime giriyor ki filmi bu açıdan takip etmek bir sinefil için zevkli olabilir. Başlarken tüm Redneck korku klişelerini kullanan film gelişme aşamasında ise uzay gemisinde (Alien – Nostromo) yaratıkla sıkışmış ekip klostrofobisini benzin istasyonunda yaratmayı deniyor. Önce yaratığı (ya da uzaylı formu) dışarıda kahramanları içeride tutarak bir tür Cujo gerilimi sağlamaktan medet umuyor, bu arada yaratığın eli ile Evil Dead 2‘nin muhteşem fikrini sıkıcı bir şekilde ve saygı duymadan yeni bir şeymiş gibi sunmaya çalışıyor … Yaratığın ele geçirme ve dönüşme yeteneği ise kendisinin The Thing‘in taklitçi bir akrabası olduğunu bas bas bağırıyor.  Son tahlilde  filmin başında ebleklik abidesi olan kahramanlar McGyver şurubu içmiş gibi (sana yok! sen kazana düştün)  dakikalık monologlarla düşmanın zayıf tarafını kolayca anlayıp Stargate ekibinin düşüneceği türden kurnazlıklarla paçayı sıyırmaya bakıyor.

page

Hevesli ve eline fırsat geçmiş acemi yönetmenlerin en büyük hatası;  Dahice olduğunu düşündükleri tüm  numaraları tek bir filme sığdırmaya çalışmalarıdır.  Tabi bu kadar çok malzemeyi bir arada kullanmaya kalktığınızda kahramanları tanıtmak ve seyircinin onlarla empati kurmasını sağlamak gibi bir imkanınız kalmıyor ne yazık ki… Zaten özel efektçilikten gelme yönetmen Toby Wilkins’in ilgisi yaşayan karakter yaratmak değil de efekt numaralarını göstermek üzerine yoğunlaşmış ki aşırı yakın planlar ve hızlı kesmeler yüzünden onlardan da bir şey anlayabildiğimi söyleyemem. An American Werewolf in London (Kurtadam Londra’da) filminde Rick Baker’in muhteşem tek plan yaratığa dönüşme efektini de (1982 yılında en iyi makyaj oskar’ını aldı)  buradan bir kez daha saygıyla anmak ve geçmiş dönem işlerinin güzelliğine ve özenine şapka çıkartmak da gerekir diye düşünüyorum. Hatta hazır fırsatımız varken gösterelim de “izleyici bir yaratık filminde ne görmek ister?” dersini John Landis ustadan vermiş olalım.

Yönetmen, “çatışma  dindiği vakit karakterleri hem tanıtır hem de birbirleriyle kaynaştırırım” diye düşünmüş ama oradan da Küçük Emrah yakarışlarıyla dolu “Ben bir kader mahkumuyum!” feryatları yükseliyor. Filmin orjinalitesi adına klişe değil fakat ters klişe olarak uygulanmış bir güçlü kadın ve zayıf sevgilisi durumu var ki o da pek önemli ya da türün geleceğine etki edecek bir ayrntı değil.

Üstüne bir de peşisıra gelen mantık hataları dizilince ne yaparsam yapayım affedemeyeceğim bir filmle karşılaşmış olduğumu anlıyorum. (70. dakikada dönüşü olmayan noktada olduğumu anlayıp izlemeye devam ettim.)

Örnek 1: parmağına batan kıymık yüzünden dönüşmeye başlayan adamın kolunu omuza yakın bir yerden önce maket bıçağıyla kesip sonra da büyük bir tuğla ile kemiği de kırarak koparın ve adama bir kutru aspirin içirin 15 dakika sonra Tylol Hot içmiş nezleli gibi yaşama sevinciyle dolarak sizinle sohbet edecek ve her türlü aksiyona katılacak kadar sağlıklıdır!

Örnek 2: Kopardığınız o kolu ne yaptınız!? bu istilacı yaşam formu bi parmakla bile her yere saldırırken koskoca kolu ne yaptınız da bir daha asla görmek mümkün olmadı.

Örnek3: Koparılmış bir koldan akan kanı basit bir tamponla durdurmak ya da buram buram yanan sıcak bir Temmuz gecesinde bir torba buzla hipotermi geçirmek mümkünmüş!

Daha neler neler yazılır ama açıkcası yazmaktan imtina edeceğim kadar önemsediğim bir deneyim oldu Splinter… Tümüyle klişe, aşırma ve sıradan bir film ve çeşitli festivallerde neden bu kadar önemsendiğini anlamakta oldukça güçlük çekiyorum. Avrupa sinemasından yüzlerce iyi film dururken hala neden bu suyunun suyu filmlere katlanmak zorunda kalıyoruz anlamak mümkün değil! Bir iki yıl önce 80’ler korkularına sempatik bir geri dönüş yapan Slither kadar bile önemli değil…  Paranormal Activity gibi bir bağımsız başyapıtın tüm haklarını satın alıp rengi atmış bir remake’ini sunmak için uğraşan ama Splinter gibi işleri hop diye anında gözümüzün önüne diken, boktan filmlere “önündekinin hepsi bitecek!” diyen Hollywood anlayışı da azalarak bitsin artık!

[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]

Yazının kapanış jeneriği: Söylemeden duramayacağım. Bu “düşman” hakkında ser verip sır vermemek te moda oldu iyice… Cloverfield‘in yaptığı bu hoşluk Splinter gibi bir filmde film dışı öyküler ve etkileşimlerle beslenmediği için (Cloverfield bunu yapmıştı ve halen yapıyor) saçma ve doyumsuz duruyor.

STV: straight to video: sinema salonlarında gösterilmeden sadece video pazarına çıkan görece olarak daha önemsiz işler

Film konusu için yararlanılan kaynak: http://beyazperde.mynet.com/film/4608/Kiymik

[/box]

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

10 Comments Bir yanıt yazın

  1. Merak ettiğim bir filmdi Murat, yazından sonra seyredip seyretmemekte tereddütte kaldım:) Paranormal’in DVD’sini kim verdi onu da yazsaydın keşke:)

  2. Sen verdin :) Yazıyı düzelttim Masis’im…
    Eğer sinemada izleyeceksen seçimini başka bir filme kullan derim. DVD’si çıktığında nasıl olsa izlersin (divx gibi illegal bir medyayı asla tavsiye etmiyorum. Üstelik de blu-ray rip’i olduğu halde!)

  3. Şu Paranoid’den daha fazla konuşmasak diyordum. İzleyemeyen biz garibanları da düşünün biraz :)

    Filme gelelim. Aldığı birçok ödül ve övgüyü düşünürsek, senenin en büyük balonlarından biri diyebiliriz Splinter için. Sevgili Murat’ın harika yazısında da belirttiği gibi (bayıldım bu arada tespite) “herşeyden çalar kendi tarifimi yaparım” mantığını filmin tüm sahnelerinde hissetmek mümkün. Bir de iyi ki Romero şu market fantezisini hayata geçirmiş, denemeyen kalmadı neredeyse. Zombilerden, yaratıklardan kaçan soluğu bir markette alıyor. E, haliyle kahramanlarımız kendilerini kurtaracak birçok malzemeyi de kolay yoldan temin ediyor böylece. (Bu filmde ateş ölçer bile buldular maşallah o izbe benzinliğin marketinde, nazar değmesin!)Sanki yönetmen filmi uzatmayım, izleyici de sıkmayım diyerek, tamamen saf ve temiz duygularla, herşeyi elinin altında bulundurmuş. Biyolog bile var filmde, ne diyim artık. Adam 2 dakikada çözdü zombimsi yaratığın derdini doğal olarak. Öyle sıradan bir biyolog bile değil, doktora yapan bir bilim adamı kendileri:)Cidden kim verdi bu ödülleri, tenhada bir yerlerde yakalamak lazım adamları:)

  4. Aklımdakilerin uzantılarını yazmışsın Gülnur…
    En başta biz tav oluyoruz bağımsız, küçük bütçe ve hatta sıfır bütçe filmlerine ama bu film kendi mahallesini beğenmeyen taşra dilberi modunda takıldığı için benden alkış da övgü de alamadı.

    Süper market olayı zaten artık klişe olma durumunu da aştı bambaşka bir fenomen oldu. The Mist’te ki gibi iyi uygularsan sorun yok ama burada çok zavallıca durmuş. Filmin mekan kullanımı market içindeki kameraların açıları falan berbat!

    Acaba yeni bir komplo ile mi karşı karşıyayız? “Siz büyük bütçe filmlerimizi beğenmiyorsunuz ama bakın ödüllü bağımsızlar daha da b*ktan!” dercesine bir çaba mı var Los Angeles dolaylarında?

    “Beriki” olmaya yeltenen ve yalakalanan başarısız ve silik bir “öteki” örneği…

  5. gelmiş geçmiş en büyük balonlar: splinter, twilight ve real madrid’in robinho’su.

  6. kesinlikle üzerinde fazla durulmayacak bir film.Filmin kısalığıda zaten senaryonun yetersizliği konusunda bir ipucu olmuş.

  7. Sayın Murat Şen filmle ilgili yorumlarınıza genel olarak katılıyorum . Yapılan reklamlarla olsa gerek bende filmden umutluydum . İyi bir şey bekliyordum ama beklediğiminde altında bir gerilim filmi izledim . Konuyu bende beyazperdeden okuduğumdan aldığı ödüllerin ve eleştirilerininde etkisi olabilir bu beklentide . Ama benim yazıda asıl ilgimi çeken Paranormal Activity ‘den bahsetmeniz oldu . Bu sitede daha önce yazısı yazılmıştı . Uzun süredir aradığım ve hiç bir şekilde ulaşamadığım bir film olduğundan her geçen gün daha çok merak ediyorum . Filme bir şekilde ulaşma şansı site yada sizin aracılığınızla varmı ? Bilgilendirirseniz sevinirim . Teşekkürler

  8. Sanırım filmi biraz fazla ciddiye almışsınız. Ben o çalıp çırpmaları daha çok gönderme gibi algıladım. Hoş, bunlar zeka dolu veya esprili sayılmaz ama yine de yeni nesilin yeni nesile eskiyi eskiyi boyayıp yeni diye satması gibi bir durum yok bence. Yanlış anlamayın, filme bayıldığımdan değil ama ciddiye alınmayacak böyle bir filmde mantık hataları aramak doğru mu?

    Filmin hoşuma giden bir tarafı var ki yönetmeninin en çok üzerinde durduğu şey. O da bilgisayar işi olmayan efektleri. hatta o kadar üzerinde durmuşlar ki, az da olsa bilgisayar eli değen yerlerde efektler dökülmüş. Ama el kısmı komik olmuş ve ben komik olma gibi bir niyet hissetmedim. Ayrıca hiç hazzetmediğim o gerçeklik hissi diye yutturulan zorlama titrek kamera hareketleri filmin kendisine değil ama yaratığını yaramış.

    Oyunculuk ise fena derecede gözüme ve kulağıma battı ki nedeni sadece senaryonun zaafı olmasa gerek. Müsamerede görev almış ve heyecanla sırasını bekleyen öğrencileri hatırlattı bana.

    Bence ödüllü kısmına da kafayı takmayın. Ona bakarsanız orada burada adını sanını duymadığımız festivallerde hiç olmadık filmlere ödüller veriyorlar.

    Uzun lafın kısası, gelgitli görüşlerimi toplarsam iyi, heyecan verici veya özelliği olan bir film değil. Ama bütün olarak baktığımda onca berbat film yanında hiç de pişman olmadım izlediğime. Zaaflarına rağmen…

    (Bu satırları yazan kişinin sitede yazdığı ikinci yazının Metempsyco gibi sıkıcılık abidesi olduğunu, Al Adamson gibi adamların filmlerini şehvetle izlediğini hesaba katarsınız.)

  9. filmi hakikaten cok ciddiye almamak ve bariz mantik hatalarina goz yummak gerekiyor. bence izlenmesi zevkli bir survival-horror (gerci horror kismi pek horror degil)

  10. filmi beklenti içine girmeden izlerseniz gerilebilirsiniz, o kadar da kafayı taşa vurmalık değildi. hem vücudun kontrolünü kaybetme olayı, yani vücutların artık ölü etten ibaret olsa bile kıymıklar sayesinde etrafta bilinçsizce ve anormal bir şekilde hoplayıp zıplaması falan iyiydi bence… korkunçtu daha doğrusu…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Black Roses (1988)

Black Roses 80'ler korku filmlerinin izinden giden, Amerika'nın metal müziğe
blank

Hidden 3D / Saklı Ruh (2011)

3D yapalım parayı bulalım anlayışının örneklerinden biri olan Hidden 3D,