Hikâyenin Başına Işınla Scotty…
Kendim de yazdığım için biliyorum, keyiflidir hikâye yazmak… Kendi kendinize karakterler, hatta bazen bir evren yaratırsınız. Yarattığınız bu evren ve karakterler sizin oyun alanınızdır. Tıpkı Legolarıyla oynayan bir çocuk gibi, istediğinizi yapabilirsiniz yaratımınızla. İstediğinizi batırır, istediğinizi çıkarırsınız. Düşmanları dost yaparsınız, sevgilileri ayırırsınız, esas oğlanlara/kızlara çektirmedik eziyet bırakmazsınız. Hayal gücünüz ne kadar aktifse, karakterlerle ne kadar oynarsanız, okurlarınıza da o kadar keyif verirsiniz. film bitip de sinemanın ışıkları yandığında aklımdan bunlar geçiyordu. Bir bilimkurgu klasiği olan Uzay Yolu’nun belki de en önemli eksiği buydu. Ne diyelim, tamamlamak J. J. Abrams’a kısmetmiş.
Uzay Yolu 1966’da yayın hayatına başladığında, belki yaratıcısı Gene Roddenberry bile zamanın sınavından alnının akıyla çıkan, 40 yılı aşkın yaşına rağmen çok mühim bir hayran kitlesine sahip olan bir fenomene dönüşeceğini tahmin etmemişti. Aslına bakarsanız, böyle şeyler pek tahmin de edilmez zaten. Birbirine zıt kahramanların birbirlerini tamamlamasıyla oluşan ekip, NCC-1701 kodlu Yıldız Filosu gemisi Atılgan’ı serüvenden serüvene koşturuyordu. Delifişek Kirk, duygusuz Spock, duygusal McCoy en yakından tanıdığımız karakterlerdi. Uzay Yolu’nun bilimkurguya getirdiği en önemli yenilik bilimselliğe, veya bilimselmiş gibi göstermeye verdiği önemdi belki de. Öyle ya, bugün ışığı bile büküp içine çeken gökcisimlerine “kara delik” diyorsak, bunu bir nebze Uzay Yolu’na borçluyuz ne de olsa. Eski ekip görevini 1991 yılında, 6. film Keşfedilmemiş Ülke adlı güzide filmle (Star Trek VI: The Undiscovered Country), şanlarına yaraşır bir şekilde tamamladı. Filmin sonunda, Kaptan Kirk son seyir defteri girdisinde “Bu, Atılgan’ın benim komutam altındaki son seferidir. Bu gemi ve tarihi artık bir başka ekibin himayesine girecek” dediğinde, Uzay Yolu: Yeni Nesil dizisinin 4. sezonu oynuyordu. Yeni Nesil’in Uzay Yolu anlayışına yeni şeyler eklediğini söylemek güç. Var olanı büyüttü, LCARS komuta sistemi filan derken günümüze uyarlayıp güncelledi ama ana mantık aynı kaldı. Mantıklı Vulkanlı Spock yerine mantıklı android Data’yı, delifişek Kirk yerine delifişek Riker’ı koymak pek de büyük bir yenilik sayılmaz. Bunda en büyük etken Roddenberry katı kurallarıydı. Eşcinsellik, mürettebat üyelerinin birbirleriyle şiddetli tartışmalara girmeleri gibi şeyler Uzay Yolu evreninde kesinlikle yasaktı. Bu kurallar 1966’da işe yaramış olabilir ama Uzay Yolu artık rakipsiz değildi. Gerek sinemada, gerek televizyonda pek çok kişi türün çok iyi örnekleriyle tanışmış, hatta 1977’de Yıldız Savaşları (Star Wars) gibi sadece türü değil, sinemayı derinden etkileyen bir film yapılmıştı. Roddenberry’nin 1991’deki ölümünden sonra kurallar esnetilmeye başlandı. DS9, Uzay Yolu’nun işlemeyen, gelişmeyen ve çatışmayan karakter sorunlarından muzdarip değildi ama Babylon 5’ten esinlenildiğinden onu biraz farklı değerlendirmek lazım belki de. Uzay Yolu’nun özüne, yine bir uzay gemisine döndüğü Voyager, tat olarak DS9’la Yeni Nesil arasında bir yerdeydi. Daha sonra 4. sezonunda apar topar yayından kaldırılan (ama bunu hak etmediğini düşündüğüm) bir de Atılgan dizisi çekildi.
Bilimkurgu Uzay Yolu’ndan önce de vardı. Bu açıdan, Uzay Yolu yeni bir yol açmadı belki ama o yolu ışıklandırdı, ağaçlandırdı, allayıp pulladı, en sonunda yolun geçtiği muhiti herkesin ev almak isteyeceği bir sayfiye yerine çevirdi. Bu yüzden de kendi sonunu hazırladı. Sayfiye yerinde ev alanların arasında Babylon 5, Firefly, Farscape gibi diziler, inanılır evren yaratma konusunda Uzay Yolu’nun başarısını yakaladılar, hatta belki de geçtiler. Bu diziler, Uzay Yolu’nun sahip olmadığı önemli bir şeye de sahiptiler: 170 küsur bölüm boyunca aynı kalan insanların, söz gelimi Borglar tarafından rehin alındıktan sonra bile değişmeyen (İngiliz aksanlı Fransız) Picard’ın aksine, yaşadıkları en ufak olaydan bile etkilenip değişen kahramanlar, karakter gelişimi açısından çıtayı bir hayli yükselttiler. Roddenberry kuralları ve Uzay Yolu’nun 40 yıllık tarihi, değişen dünyanın hızına yetişmesini önleyen bir ayak bağı haline gelmişti. Taze bir kana ihtiyaç vardı. J. J. Abrams, işte tam bu noktada sahneye çıkıyor. Üstelik çıktığı sahneyi fikirsel anlamda o kadar iyi dolduruyor ki, artık Uzay Yolu için Roddenberry değil, Abrams kuralları geçerli diyebiliriz. Sadece eski kuralları değil, Uzay Yolu evrenini de baştan yaratıyor Abrams. Eskisinden yola çıkarak alternatif bir evren yaratıyor. Bunu yaparken de oyuncaklarıyla hoyratça oynayan bir çocuk gibi davranıyor. Filmin çıkış noktası “eski” evrendeki bir ırkın yok oluşuna dayanıyor. Yine eski evrenin önemli ırklarından biri soykırıma uğruyor, bir diğeri ipin ucundan dönüyor.
Haliyle bir eski-yeni kıyaslaması yapıyor insan kafasında. Senaryo açısından baktığımızda genelde başarılı olduğunu görüyoruz. Filmde alternatif bir evrenin yaratılmış olması hem eski Uzay Yolu film ve dizileriyle yenisi arasındaki tutarsızlıklar için zemin hazırlıyor, hem de yazarlara serbestlik sağlıyor. Alternatif evren, olayları bir hayli hızlandırıyor. Örneğin orijinal ekipte Kirk, Atılgan’ın komutasını Christopher Pike’tan 11 yılda devralırken filmdeki olaylar tüm ekip üyelerinin çok daha hızlı yükselmesine sebep oluyor. 2. filmde gördüğümüz tuhaf kurtçuklar, Kobayashi Maru hilesi veya Voyager’dan “Ben bir doktorum, ….. değil”, orijinal seriden “Vulkanlı aklını mı kaçırdın?”, “sivri kulaklı gulyabani” gibi cümleler, eski Uzay Yolu’yla yenisi arasında bağ kurmamızı kolaylaştırıyor. Uzay Yolu’nun militarist havası aynen korunuyor ama Yıldız Filosu’nu tasvir ederken kullanılan “insancıl ordu” ibaresinin beni benden aldığı da bir gerçek. Senaryonun yabancı bir ırktan kötü karakterin adının, yaptıklarıyla uyumlu bir şekilde Nero olması gibi ön kabuller gerektirmesi veya odağı bilimsellikten aksiyona (biraz fazlaca) kaydırması eski Uzay Yolu’yla arasındaki en büyük tutarsızlık ama ben kesinlikle rahatsız olmadım. Rahatsız olduğum şeyler, Kaptan Pine’ın vücudundaki böcek gibi bazı senaryo fırsatlarının kaçırılmış olması, ya da Kirk’ün çocukluk halinin antika Corvette’i parçalamasına anlam veremediğim sahnelerin varlığıydı. Kirk’ün isyankârlığı film boyunca vurgulanıyordu zaten. Yine de senaryo, eski efsaneyi diriltmek konusunda Indiana Jones’un senaryosundan çok daha iyi bir iş çıkarıyor.
Merak ettiğim şeylerden biri, oyuncuların nasıl “eski nesil” taklidi yapacaklarıydı. Bu konuda en güzel sürprizi Karl Urban’la yaşadım. Yüzüklerin Efendisi ve Borune serisindeki az konuşan, çok dövüşen karakterlerinden sonra Atılgan’ın uçarı doktoru Leonard “Bones” McCoy rolündeki performansı benim için hoş bir sürpriz oldu. Kirk rolündeki Chris Pine, Spock rolündeki Zachary Quinto, Uhura rolündeki Zoe Saldana ve Sulu rolündeki John Cho, eski gelenekleri devam ettirmeyi başarıyorlar. Huff dizisinde pek de sevmediğim Anton Yelchin’se Pavel Chekov rolüne şaşılacak derecede yakışmış. Aksanı da fena değil hani. İngiliz komedyen Simon Pegg, Scotty rolünde hiç zorlanmıyor. Yan rollerdeki Winona Ryder ve Bruce Greenwood da filmi destekliyor. House dizisinin Cameron’ı Jennifer Morrison da ufak bir rolde, Kirk’ün annesini canlandırıyor. Spock’ın yaşlılığını oynayan Leonard Nimoy’sa çıktığı her sahnede perdeyi dolduruyor. Filmin en sonunda “Uzay, son sınır. Bunlar Yıldız Gemisi Atılgan’ın seyahatleridir. Görevi, yabancı dünyalar keşfetmek, yeni yaşam biçimleri ve uygarlıklar aramak, daha önce kimsenin gitmediği yerlere cesurca gitmektir.” Cümlelerini onun sesinden dinlemenin tüylerimi diken diken ettiğini itiraf etmeliyim.
Eleştiriyi yazarken filmin konusundan kasıtlı olarak bahsetmedim. Zira Uzay Yolu kendine yepyeni bir yön çiziyor ve özellikle dizi ve filmlerinin hayranıysanız, bunu kendi kendinize keşfetmeniz en doğrusu. Aynı karakterler olsa da, bambaşka bir evrende bambaşka bir hayat yaşayacaklar. Bu durumun doğurduğu sınırsız olasılıkları keşfetmekse keyifli olacak gibi görünüyor. Uzay Yolu hayranı olmayan bir bilimkurgu-severseniz yine de görün. Eleştirilecek ufak tefek yönleri olsa da, taze kan işe yaramış. J. J. Abrams, daha önce hiçbir Uzay Yolu dizi ve filminin gitmediği yere cesurca gidiyor.
Kaan Zanbakçı
Güzel. Benim bu filmle ilgili tek yorumum şöyle: Filmden çıktıktan sonra uzun bir yürüyüş yaptım ve taze ekibin yeni serüvenleri nasıl olurdu diye düşündüm, hayal kurdum. Bu bile beni heyecanlandırmaya yetti. Allah J. J. Abrahams’ın uçuş takımlarına zeval vermesin. Geleceğe dönmüş kadar olduk!
Boldly go where no director has gone before
yazının sonuna iyi giderdi :)
Filmin oyuncu kadrosu çok başarılı bir iş çıkartmış. Ünlü oyuncuların yanında adı hiç duyulmamış isimler hiç sırıtmamışlar. Bu isimlerden baba Kaptan Kirk’ü canlandıran Chris Hemsworth’un Marvel’ın Thor filminde Thor’u canlandıracağı iddaa ediliyor. Oğul Kirk’ü canlandıran Chris Pine’ın ise DC Comics süper kahramanı Green Lantern(Yeşil Fener)’i canlandıracak adaylar arasında adı geçiyor.
Dediğin gibi senaryo genelde başarılı. Burada herkes güzel birşeyler yazmış film hakkında. Ama ben filmden TRT1 de dizi film olarak izlediğim zamanki keyfin yarısını bile almadım. Bende Spock un soğuk duruşu, kaptan Kirk in zekası, Scotty nın bizi ışınlası o kadar etki yaratmış olacakki, yeni nesil oyuncularımızda aynı etkiyi ve doğallığı yakalayamadım. Bir kere Spock gözlerini kırpmaz, Kaptan Kirk un asiliği bir gemiye komutan olmak için yetmez. Hangi özelliği sayesinde gemiye kaptan seçildi filmde belli değil. Bilgisayar oyunlarında hile yaparak kazanan yeni yetme bir çocuk gibi karekter çizmişler. İzci kampından çocuk toplar gibi gemi murettabatı oluşturdular. Spock tan nefret eden komutan Nero nun, neden bu derecede nefret ettiği anlaşılmıyor. Film sanki her karektere giriş yapmış ama hiçbirini tam anlatamamıştır. Hal böyleyken Senaryosunu bol göresel efektli malzeme ile süsleyerek yine bir Amerikan rüyasını daha hayata geçirmiştir. Zaten yorumlardan da bu anlaşılıyor. Benmi fanatiğim yoksa ters bir anımda mı izledim bu filmi bilemiyorum ama sanırım benim Star Trek ten beklentim bu değildi. En azından senaryo bağlamında… :)
@fanatik
Aslında fikirlerinize katılmamak elde değil. Özellikle ekibin toparlanması konusunda. Hele Kirk’ün aldığı cezaya rağmen katakulliyle Atılgan’a girmesi, “en iyi” olma iddiasında olan Yıldız Filosu gibi bir kurum açısından bir fecaat diyebiliriz.
Kirk’ün kaptan olmasındaki en büyük etken “babasının oğlu” oluşu. En azından filmde en çok belli edilen sebep bu. Amerikalıların bu soy takıntısını da anlamak mümkün değil. Bu sebep bazı yerlerde işe yarar. Söz gelimi bir vestern filminde ünlü bir silahşörün oğlunun da düellodan galip çıkmasını, reflekslerinin “babası gibi” kuvvetli olmasına bağlayabilirsiniz. Genetiği işin içine bu şekilde koyarsanız, hikâye işler. Ancak kaptanlık gibi kurallara, tecrübeye ve eğitime bağlı bir müessesede genetik açıklaması çok da mantıklı görünmüyor. Bunu genetiğe bağlarsanız, kurallara ve emirlere itaat eden babasına karşın Kirk’ün isyankârlığını nasıl açıklayacaksınız?
Karakterlere giriş yapılıp pek fazla tanıtılmamış olması da yerinde bir tespit olmakla beraber, ben amacın zaten bu olduğunu düşünüyorum. Uzay Yolu değişiyor. Bu film bize karakterlerden ziyade değişen ortamı ve oyunun yeni kurallarını tanıtıyor. Özellikle DS9 yazarlarının Roddenberry kanunlarına büyük itirazı vardı. Bu film, Roddenberry’nin kurallarını yerle yeksan ediyor. Roddenberry’ye göre karakterlerin çatışması yasakken Uzay Yolu’nun en büyük iki karakteri olan Spock’la Kirk’ün ilk tanışmasını bile bir çatışmaya bağlayarak önemli bir iş bile yapıyor diyebiliriz. Ben bu konuda olumsuz düşünmüyorum açıkçası ama kesin kararımı 2011’de gelecek olan devam filminde vereceğim. Girilen yolun doğru olup olmadığını bu filmde göreceğiz bence.
Benim sevemediğim ama yazıda bahsetmediğim bir olaysa Atılgan’ın iç tasarımıyla ilgili. Uzay Yolu’ndaki savaşlar 1700’lü yılların donanma savaşlarından esinlenilmiş diye mürettebatın foton torpillerini “toplara” yüklediği, Karayip Korsanları’nı andıran sahneler izlememize çok da gerek yoktu. Yıldız Savaşları’nın uzaydaki çatışma sahneleri de 2. Dünya Savaşı’nın hava savaşlarından esinlenilmiş ama uzay gemilerinin önüne o dönemin savaş uçakları gibi pervaneler yerleştirsek sırıtmaz mı (Pırpırlı X-Wing’ler, bez kanatlı Tie-Fighter’lar düşünebiliyor musunuz)? Bu da aynı derecede sırıtmış işte. Nükleer güçle çalışmayan bir geminde neden o kadar su borusu olduğu da ayrı bir konu. Yeni Nesil’le getirilen görsel gelecek tasvirinin başarılı bir tasarım olduğunu düşünen biri olarak, bunun geri adım olduğunu düşünüyorum.
Bu filmle anladım ki yerinde oyuncu seçimi, seçilen her bi oyuncunun mükemmel performansları (Leonard Nimoy, eskiler de bir başka oluyormuş dedirtti), akıllıca kotarılmış ve her saniyesi göz alan görsel efektler, harika bir kurgu, harika bir atmosfer, çok iyi bir yönetim senaryodaki mantık hatalarını görmeme engel oluyormuş.District 9 ile birlikte çok uzun zamandır almadığım hazzı aldığım bir yapıt oldu benim için (Film bazında ele alırsak tabiki.Yoksa Battlestar Galactica’yı yere göğe sığdıramam, o ayrı).
Velhasıl, “Maximum warp.Punch it!” ve hatta “Işınla beni Scotty!”
Zayıf senaryo ancak mükemmel bir kadro. Buna rağmen IMDb puanı en yüksek star trek filmi. 250 milyon dolardan fazla gişe yapması 2013 ve 2016 filmlerinin hazırlanmasını hızlandırmış gibime geliyor.