Uzay Yolu/Star Trek filmlerine olan ilgim aslında biraz sınırlıdır. Star Trek TOS yani orijinal seri olarak bilinen seriyi çok severim, sonra çekilen sinema filmleri de dizi kadar olmasa bile sevmiştim. Sonrasında gelen dizilere pek itibar etmedim, çoğunu izlerken de sıkıldım açıkçası… Pickard’lı filmleri sevsem de, Next Generation ile başlayan Star Trek evreni benim için Star Trek’i temsil etmedi.
O yüzden Star Trek denildi mi benim kaptanım Kirk, bilim subayım Mr Spock ve doktorum Bones’tur. 2000lerde Hollywood’da her şeyin baştan ele alındığı yeniden çevrim furyası oldukça sıkıcı bir hal almaya başlamışken JJ Abrahams, Star Trek’in hikayesini alternatif yöne başarı ile taşımış, Chris Pine ve Zachary Quinto ile benim gibi TOS hayranlarını yeniden kazanamayı başarmıştı.
O zaman en sevdiğim mürettebatın çıktığı bu yeni yolculuğu irdelemeye ve yeni Star Trek filmi üzerine biraz laflamaya başlayalım.
Bu arada yazacağım yazı filmi henüz izlememiş olanlar için pek çok sürprizbozan içereceğinden, filmi izlemediyseniz yazıyı okumamanızı tavsiye ederim.
İlk film yukarıda belirttiğim gibi benim için pek çok yönden geçer not almıştı. Star Trek TOS yerine koymadığım için aksiyon dozu yüksek yeni filmler beni rahatsız etmedi, sonuçta gençliklerini izliyoruz ve daha fazla aksiyon olması kaçınılmazdı ilk filmde. Mr Spock noktasından baktığımızda da seçim başarılı ve kısa bir süre için de olsa Leonard Nimoy’u da yeniden Star Trek’te izlemek oldukça duygusal anlar yaşattı. Sonuçta Kirk, esas oğlan gibi gözükse de Mr Spock bu dizinin temel direği olmuştu hep.
Bence bu gibi Kült filmlerde tek bir filmden daha önemli olan çevrilen filmlerin bir bütün oluşturması ve kendi içerisinde çelişkileri olmamasıdır. Bu yüzden yeni filmi bu bağlamda başarılı buldum. Filmde yavaş yavaş Kirk ile Spock arasındaki ilişki gelişirken Bones’un biraz daha yancı bir tipleme ile silik kaldığını düşünüyorum. Evet, Into the Darkness başarılı bir devam filmi ancak bu başarısı bazı noktaları yozlaştırmamasından kaynaklanıyor. Öte yandan filmin özellikle hikayesinin bir Star Trek filmine göre biraz yüzeysel olması karakter gelişimini de etkilemiş gibi. Bu nedenle film bittiğinde bu güzel gidişatın ancak diziye dönüşmesi ile gelişebileceği hissi uyandırdı bende. Bu şekilde gelişmesi ile eskisi gibi bir efsane mürettebat oluşabilmesi pek mümkün gözükmüyor bu da yeni oyuncuların eski kadro tarafından ezilmesi anlamına geliyor oysa JJ Abrahams bu yükü üzerinden atmaya çalışıyor gibi görünüyor. O sebepten yüksek maliyeti göz önüne alındığında Game Of Thrones gibi sezonluk 10/12 bölümlük bir diziye dönüşmesi yeni bir Star Trek efsanesini yaratacağını düşündüm. Sonuçta Star Trek’i efsane yapan karakterlerin detaylı ve doğal ortamda işlenmesi ve ailemizin bir ferdine dönüşmüş bir mürettebatın sıcaklığı idi. Bu açıdan baktığımızda hala Sulu, Chekov ve Bones hatta Uhura biraz oyunun dışında yer alıyor.
Mesela Bones’un duygusallığının, Chekov’un inatçılığının, Uhura’nın yeteneklerinin ve Kirk’ün çapkınlığının filmlerin bu haliyle doğru şekilde işlenebileceğini pek sanmıyorum. Bu durum yeni filmlerin zayıf noktası gibi geldi bana. Özellikle Bones karakteri üzerine gidilmesi ve McCoy’un daha fazla oyunun içerisinde yer alamsı gerekiyor sanırım.
Öte yandan bu filmde benim en sevdiğim Star Trek bölümlerinde (2.film ve Space Seed bölümü) yer alan Khan’ın işlenmiş olması büyük bir sürpriz oldu. Filmden önce özellikle film hakkında hiç birşey okumadığım için şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Filmde işlenen hikaye ise dizi ve 2. filmin bir karışımı olmuş bu noktada yönetmen ve senaristin seçimlerini pek yargılamayı düşünmüyorum çünkü artık yeni bir alternatif Star Trek evreni oluşturuyorlar.
Karşılaştırma yapmamaya çalışsam bile bana göre bugüne kadar yapılmış en iyi uzay filmlerinden birisi olan Star Trek: Wrath of Khan’da, Khan karakterinin filme girişi muhteşemdi. Khan’ın yeniden bir düşman olarak ortaya çıkışı ve filmdeki zekâ savaşları da çok önemliydi. Özellikle iki federasyon gemisi arasında yapılan taktik savaşının olduğu sahnede oldukça güzel göndermeler yapılıyordu. Böyle bir karakteri çok daha süper bir insan olarak (adeta bir Marvel, DC kahramanı gibi) yeni filmlere taşımaları ve büyük bir mücadele olmadan ortadan kaldırılması biraz eski Khan’a ayıp olmuş. Gerçi ilk filmde bu şekilde bir düşman olduğu için tercih edilmemiş de olabilir.
Yeni filmdeki Harrison (yani Khan) rolündeki Ricardo Montalban kadar karizmatik olmasa da üstün bir insan olarak Benedict Cumberbatch oldukça iyi bir performans göstermiş hatta bence filmde hemen herkesin önüne geçiyor performansı. Bunun bilinçli kurgulandığını ve karşısındakilerin hala yeni bir ekip olduğunun vurgulanmak istenildiğini düşündüm.
Filmin 3 boyutlu olması konusuna gelecek olursak neşeli bir başlangıç, biraz da gözümüze sokulan bir görsel şölenle başlıyor film, gözümüze sokulan diyorum çünkü filmin başlarında adeta gözümüze sokulan! mızrak sahnesi ciddi anlamda pek çoğumuzu hareketlendirecek bir deneyim. Filmde bazı sahneler 3 boyut keyfini veriyor ama bana 3 boyut zevkini filmin en sonundaki jenerikteki gezegen gezegen gezinti verdi.
Peki, filmde beğenmediğim bir şey olmadı mı?
Aslında beğenmemekten ziyade bazı soru işaretleri oluştu kafamda. Öncelikle neden filmin isminin Karanlığa doğru değil de bilinmezliğe doğru diye çevrildiğini merak ediyorum. Sanırım filmi izleyenlerde bunu merak edeceklerdir. Açıkçası filmin isminin de filmi çok iyi anlattığını düşünmüyorum. Harrison oldukça karanlık bir tip ancak filmdeki kolejli havası neredeyse hiç kaybolmuyor.
Filmde gözlemlediğim diğer bir nokta ise orijinal seride yaratılmış kolektif geleceğin filmlerde çok iyi işlenmiyor olması. Sonuçta alternatif bir gerçek yaratılmış olsa bile zaten gelinen nokta mükemmel ve barış dolu bir gelecek idi. Mesela bu filmde yer alan bir nevi Neocon’cu komutan, Gene Roddenberry evrenine çok uymuyor ve Star Wars’ta Coruscant’a benzeyen şehir beni biraz hayal kırıklığına uğrattı.
Yine de filmin bir remake/yeniden çekim olma kaygısı yok, eski filmlere bazı göndermeler yaparak (mesela filmin son sahnesinde Spock ile Kirk’ün yerlerin değiştirmek gibi) hem efsaneyi yaşatmak hem de yeni bir film ve Star Trek evreni yaratılmak isteniyor ve filmler bunu başarıyor. Bence bu filmin tek eksikliği canım sıkılmamasına rağmen çok daha detaylı ve akıl oyunu içeren bir senaryoya sahip olmaması idi. Star Trek filmlerinin en güçlü yanı akıl oyunlarıdır bu dengeyi bozmanın filmin ana yapısına uymayacağını düşünüyorum.
Bazı eleştirmenler Star Trek’in özünde yeni dünyaları keşfe gitmediklerini yazmışlar. Bu yeni bir ekip ve 5 yıl evreni keşfetme, hiç kimsenin gitmediği yerlere gitme görevini daha yeni aldılar. O yüzden herhangi bir çelişki yok.
Bu arada eğer bir yabancı bu filmi Türkiyede izlerse Klingonca bilmesi gerekiyor çünkü Reks’te filmi izlerken Klingonca konuşulan sahnede İngilizce altyazı olmadığını fark ettik. Ya Amerika’da artık pek çok kişi Klingonca konuşuyor ya da Türkiye’deki dağıtım bu detayı atlamış
İyi bir aksiyon ve bilim kurgu filmi izlemek için ve eski Star Trek’leri bozmadan günümüze taşıyabildiği için Star Trek Into the Darkness filmini herkese tavsiye ederim.