Star Wars: Episode IX – The Rise of Skywalker (2019)

14 Ocak 2020

1977 yılında A New Hope ile başlayan Skywalker mitolojisi, 42 yıl sonra gösterime giren The Rise of Skywalker ile tamamlanıyor. Filmi, “Amerikalı seyirci ikiye bölünmüş” laflarına “neyle, ışın kılıcıyla mı” diye berbat espriler yapacak kadar bağrıma basmaya hazır bir şekilde, basın gösteriminde izledim. Beklediğime de değdi. Star Wars: Rise of Skywalker, taş gibi bir film olmuş. 140 dakikalık şahane bir kaçış bileti!

J.J. Abrams, Rise of Skywalkers’da beklediğim şeyi yapıyor ve orijinal üçleme ile Disney tarafından çekilmiş filmler arasında sağlam bir köprü kuruyor. Aksiyon sinemasında kadın kahraman olarak tutunmak zor iş, hele de erkek çocukların bayıldığı Star Wars aleminde… Kadın karakterlerle çekilen bazı işleri seyirci doğrudan kustu ama Rey’i artık bir kahraman olarak sorgulamıyoruz bile. Prenses Leia’nın aksiyon potansiyelinin Rey gibi bir karakter üzerinden değerlendirilmiş olması bu serinin en büyük başarısıydı.

Rise of Skywalker, 200 milyon dolarlık bütçesinin her kuruşunu iyi değerlendirmiş gibi görünen bir film. Star Wars konseptine, The Force Awakens ya da The Last Jedi’ya göre çok daha uygun bir iş ve efektler hiçbir anında sırıtmıyor. Bu filmde o daha önce hissettiğim, “A New Hope’a, ya da Empire Strikes Back’e benzetmeye çalıştık” duygusu yok. Hem onlar gibi hem de eşsiz bir iş.

Elbette hiçbir SW macerası bizi o çocukluğumuzda izlediklerimiz kadar etkilemeyecek. Onlar başka zamanlardı ve hiç görmediğimiz, tahmin bile etmediğimiz kadar büyük bir fantastik duygusu yaşatmıştı o filmler. 2000’lerin başında Lucas’ın çektiği üçleme, o dünyayı görmezden geldiği için eleştirilmişti. Bana göre filmler ve kullanılan kötü efektler yüzündendi ama olmadı; boyaları dökülen bir X-Wing ile uçmak varken kimse gıcır gıcır bir cumhuriyet gemisine binmek istemedi. Anakin’le Padme’nin aşkı da “yiiihaaaa” diyerek maceracılık yaptığımız bir seriyi pembe dizi kıvamına getirmişti. İnsan hatırlamak bile istemiyor! O filmlerde yapılan hatalar bu seriyi yaratanlar tarafından güzelce not edilmiş. Demişler ki; hem seriyi tamamlayalım, hem bütün karakterleri yeniden kesiştirelim hem de o eski SW maceralarının ruhunu geri getirelim ama bu kez Empire Strikes Back taklidi gibi de durmasın. Olmuş mu, bence olmuş!

blank

Filmin çok alışıldık bir SW kurgusu içerdiğini kabul ediyorum. Giriş kısmında kötülerin iyileri ezdiği, gelişmede iyilerin çareler arayarak birleştiği ve finalde büyük bir yaygaranın koptuğu bir kurgu bu. Yine her gezegenin farklı bir iklim dokusu var ki ilk indikleri gezegendeki aşırı Moebius etkisi çok hoşuma gitti. Asıl üçlemenin de Fransız fantastiklerinin görsel tasarımından çok etkilendiğini düşünürdüm.

Dediğim gibi, filmde orman içinde jedi eğitimi ve gezegen patlatmaca bile var! Pod yarışına benzer bir sekans bile çekilmiş ve bence o kısım çok oyuncak sattırır! Luke ile Darth Wader kapışırken dışarıda yüzlerce geminin it dalaşı yapması, imparatorluk kruvazörlerinin isyancı gemilerini yok etmesiyle seyircinin her şey bitti duygusuna sürüklenmesi ama asilerin bir yolunu bulup tehlikeyi bertaraf etmesi bu sırada aşağıdaki asıl kapışmanın sonuçlanması vs. Her şey o şablona uygun bir şekilde ilerliyor. Zaten SW finali dediğin de böyle olur, tadını çıkarmak lazım!

Şu çocuklar için çekildiğini varsaydığımız Hollywood işinde bile “bizi yalnız olduğumuzu zannettirerek yeniyorlar” gibisinden sıkı bir siyasi söylem var ve filmin genel duygusunu aslında yalnız olmadığımız, birileri önderlik ettiği takdirde zorbaları yenebileceğimiz fikri oluşturuyor. Bunun çevresine döşenmiş bir fantastik macera bence kıymetli. Rey’in soy kütüğünü de öğreniyor ve rahatlıyoruz.

Son Star Wars macerası Rise of Skywalker, görsel tasarım açısından serinin en güçlü işlerinden biri… Aslında iki androidin şahitliğiyle izlediğimiz bu fantastik hikaye, başka bir bakış açısıyla onların macerası bile sayılabilir. Luke’un yoldaşları yıllar sonra Rey’e eşlik ediyor ve bu duygu C-3PO’nun belleğinin silindiği sekansta şahane bir şekilde veriyor. Tam o andan önce android yanındakilere “hafızamı son bir kez gözden geçiriyorum, dostlarımı hatırlamak için” diyor ve serinin fanları o eski maceraları ışık hızıyla anımsıyor. Güzel iş. Gidin, yaşadığınız dünyayı dışarıda bırakıp gezegen gezegen gezin. İyi seyirler…

[box type=”warning” align=”” class=”” width=””]

Not: Filmi dün iki kez izledim. Biri Kanyon’da yapılan basın gösteriminde diğeri İstinye Park’ta yapılan özel gösterimde. İkisi de aynı markanın salonları olmasına rağmen, perdeye düşen görüntü çok farklıydı. Kanyon’da kontrastı sağlam, iyi odaklanmış bir projeksiyonla izlediğim filmin içine girebildim ama İstinye Park’taki deneyim korkunçtu. Karanlık sahnelerde neyin olup bittiğini göremedik bile… İlgililerin dikkatine![/box]

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Thale (2012)

Thale sonuçta herkese göre bir film değil ama özellikle minimalist
blank

Sunshine (2007)

Hazır olimpiyat açılışı ile adı gündemden düşmezken, Danny Boyle’un fazla